
BULUTLAR kış renklerini
biraz daha boyamış şehrin üzerine. Silik düşler arasından seçmeye çalışıyorum
küf tutmuş kederlerimi. Güneşi görsem, geçecek belki kalbimin ağrısı. Kim bilir,
daha kaç bahar beklemeliyim terbiye edebilmek için ellerimi ve sözlerimi…
Parça
parça dökülüyor kireçten duvarlarım nefsimin üzerine. Dalını budağını yolmak
istiyorum ayrık otu gibi biriken müptezel zamanların. Lisanıma giydirdiğim
ve’l-asr’ı libasıma giydiremiyorum. Mutasarrıf bir rotada sessizliğimi
büyütüyorum. Sessizlik ana yurdum. Doğru ve güzel konuşmanın bir adâbı olmalı,
biliyorum. Kâğıt ve kalemin buluştuğu yokuşlarda bir karıncanın ayak izleri
taşıyor kalbimin levhasını: “Az ye, az uyu, az konuş!”
Pencere
önlerine serpilmiş ekmek kırıntılarına hürmet ediyor ellerim. Ellerim, biraz
daha yılgın, biraz daha kıvrımlı artık… Tövbelerime bir bekçi, âminlerime
ihtiyar bir örtü… Ellerim, parmak izlerime şahit bir amentü. Ellerim, emin bir
cenah için direnişte. Dokunduğum her şeyin hesabı boğazımda katmerli düğüm. Işığa,
ocağa, suya, kartlara ve dahi kitaplara… Emin olunmak istiyorum ben elimin
uzandığı her noktada. Bir elin verdiğini diğer el ölümsüzleştiriyor bir öz
çekimle fotoğraf karesinde. Açık kalıyor musluğu mütedeyyin kelimelerin.
Konuşuluyor,
sürekli konuşuluyor, çok şey anlatılıyor. Nasihatler peşi sıra dizilirken
dillerde, millî sermaye kör kurşunlara gidiyor bir peynir gemisinde. Konuştuğu
hukuktan uzak, mânâdan soyunmuş, riyadan beslenen nağmeler dolanıp duruyor
ağızlarda. Esen her yelde tozu dumanı, çeri çöpü içine yutan zihinler
lafügüzaftan birer kale. Dünyaya bakan kapısı açık kalınca insanın, aklını ve
gönlünü dolduruyor meşgale. Merakı celbeden yayınlar, sansasyonel bilgiler,
dijital ağların ördüğü tuzaklar, yazılı, görsel ve işitsel ne varsa, her geçen
gün biraz daha eziliyorum bu fazlalıklar altında.
“İnsanları
yüzükoyun burunları üzerinde sürünerek cehenneme götüren, dilleriyle
kazandıkları değil midir?”1
Cismi
küçük, cürmü büyük dili de sağlam tutmalı öyleyse. Dilim, emin bir cenah için
direnişte. Minimal yaşamların gölgesine umut ekiyor, sığmak istiyorum az söze,
az eşyaya, az insana.
Yoğurt
kaplarına çiçek ekilen hoş zamanlardan nasıl geldik “sepetli” ama içi boş
zamanlara? Yemek kokulu mutfaklardan “getir” menülü sunumlara? “Var var” diyerek
davet edildiğimiz indirimlerden düştüğümüz yokluklara, çöplük dağlarına?
İhtiyaçların yerini alan sınırsız istekler, geleceğimizin binasında birer tuğla
kaybı, bir iç kanaması yavaş yavaş çürüten. Zorlamayın daha fazla, bir kum
saati gibi akıyor zaman!
İktisat
prensibiyle yıkasın ellerimi kâinat. Abdestçe dokunsun ruhuma. Bir ağacın
elinden bin meyve vereyim, bin meyveden on bin renk dereyim. Bir yağmurun
elinden naif nakışlar süsleyeyim bitkilere, hayvanlara, insanlara… Bir yaprağın
elinden toprağa karışıp tohum olayım. Geri kazanım mekanizmaları ile çalışıp “Hakîm”
ismi (cc) tecellisiyle hiçbir yerde israfa mahâl bırakmayayım. Bu Rabbanî mektubu
hikmet nazarıyla okuyup Allah’ın kâinattaki tasarrufuna hayretle bakıp kalayım…
Yeryüzünün
omuzlarında bir temizlik işçisi gibi çalışan hayvanlar dünyayı kirlerinden
nasıl da arındırıyorlar. İnsan hırsıyla ihtiyacını tartamazken, doğa ise geri
dönüşüm öğretilerini sunuyor. Akbaba kilometrelerce uzaktaki bir hayvan leşini
hissediyor, o bölgeye giderek karnını doyuruyor ve yeryüzünün temizlemesini
sağlıyor. Karıncaların kırıntıları, sineklerin artık maddeleri yemesi, martı ve
diğer deniz kuşlarının ölmüş veyahut karaya vurmuş deniz hayvanlarını tüketmesi,
toprakta bulunan bakterilerin hayvan atıklarını parçalaması, bitkilerin havada
bulunan zararlı gazları arındırması gibi daha sayabileceğimiz pek çok temizleme
hâdisesinde her canlı, üzerine düşeni yapıyor.
Bir
arının karnından insanlara şifa kaynağı olan balın yedirilmesi, ipek böceğinden
insana elbise giydirilmesi, ehil hayvanların etinden, sütünden ve yünlerinden
insanların yararlandırılması, suyun buharlaşıp yağmur olması, dünyadaki mevcut
denge ve tasarrufun bir ışığı olarak parlıyor. Bu ışık altında yüzyıllar
boyunca süren döngünün bir parçası olarak zamanı tefekkür ve samimiyetle
kullanabilmeyi, dünya malını çarçur etmeden hak gözetebilmeyi, elinden ve
dilinden emin olunabilmeyi diliyorum.
1Tirmizi, İman, 8/2616.