HELÂL olsun
Kılıçdaroğlu’na! İki buçuk yüzyıldan bu yana dünya mizah edebiyatı literatürüne
geçmiş olan pek meşhur bir sözü ve sözün sahibi Fransa Kralı 16’ncı Lui’nin
karısı Marie Antoinette’nin pabucunu bir kalemde dama fırlatıp atıverdi.
Neymiş
söz? Aslı var veya yok, tarihe öyle mâl olmuş…
1770’li
yıllarda hikâye odur ki, Fransa’da yapılan un
zamları sonucunda ekmek kıtlığı oluşur ve Fransız kadınlar büyük bir israf ve
şatafat içinde yaşayan Kral ve Kraliçe’nin ikâmet ettiği Versay Sarayı’na
yürürler. Hâdiseyi gören Kraliçe Marie Antoinette ne olup bittiğini sorar.
“Ekmek istiyorlar” yanıtıyla durumu öğrendiğinde ise ünlü vecizeyi aktarır: “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!”
Bizdeki tablo çok daha dramatik!
Söz konusu olan, Suriye’deki Türkmen kardeşlerimizin içinde
bulunduğu durum…
Tuncay Apak kardeşimizin kaleminden şöyle anlatılıyor: “Suriye’de artık geceler ayaza çekti, çocukların üstünde yok, başında
yok; titriyorlar, üşüyor bu çocuklar, el uzatan yok, vicdanı sızlayan yok!
Suriye’de açlık kol
geziyor, çocuklar aç bîilâç… Ne sıcak bir çorba, ne bir parça kuru ekmek…
Babalar çâresiz, analar isyanda, yürekler yangın yeri, diller susmuş, lâl olmuş,
kelimeler tükenmiş artık!”
Türkmen kardeşlerimizin bu yürekler acısı hâlini öğrenen CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi, derhâl harekete geçiyor ve Suriye’deki bu Türkmen
kardeşlerimize tırlar dolusu Atatürk’ün “Nutuk”unu gönderiyorlar. O kadar ince
düşünüyorlar ki, Türk kardeşlerimize kolaylık olsun diye kitapları Arapçaya da
çevirmişler.
Kılıçdaroğlu, yapmış oldukları bu “büyük hizmeti” gururla açıklarken, bir tevazu
ifadesi olarak ve “Biz yaptığımız bu hizmetlerin reklâmını yapmıyoruz” diyerek,
önemli olanın çâresiz kalmış olan insanların imdadına yetişmek olduğunu ifade ediyordu…
İşin aslını bilmeyen insanlar bu anlattıklarımızı duyduklarında böyle bir
şeyin yani açlıktan kırılan insanlara karınlarını doyursunlar diye “Nutuk”
gönderilmiş olabileceğine elbette hiç ihtimâl vermeyecek, bunun bir yakıştırma,
bir fanteziden ibaret olduğunu sanacaklardır. Fakat olay aynıyla vakidir ve
bizzat Kılıçdaroğlu’nun ağzından duyurulmuştur.
Aç insanlara ekmek yerine “Nutuk”… İnsanın nutku tutuluyor, ne diyeceğini
bilemiyor! Bunlar nasıl insanlar? Bunlara “geri zekâlı, ahmak, salak” gibi
sıfatlar az gelir. Bunların içinde hiç mi aklı başında bir insan yoktur ki “Yahu biz ne yapıyoruz?” desin?
Sözün ve aslı varsa yapılan işin sahibi ise sıradan bir insan değil, bu
milletin dörtte birinin desteğini alan, mevcût iktidarın yorulması hâlinde onun
yerini almaya aday ana muhalefet partisinin genel başkanıdır. Bu ülkenin
yönetimi -Allah muhafaza- bunun/bunların eline geçmiş olsa hâlimiz nice olur?
Bunun zekâ seviyesinin ne olduğu, yürüyen merdivende tersinden yürümeye
çalışmasından belliydi. Ondan sonra yok sahra hastanesi, yok Koronavirüse karşı
kahvehanelerde yeni oyun kâğıdı buluşu gibi daha nice inciler de döktürmedi mi?
Bu nasıl hesap uzmanıdır, nasıl genel müdürlük yapmıştır?
Ben bunun genel müdürlüğünü aslında çok iyi bilirim. O yıllarda
beceriksizliği yüzünden değişik iktidarlarca en az üç defa görevden alındığı hâlde,
CHP’nin elinin altındaki Danıştay’ın kararlarıyla görevine ânında iade
edilmişti.
Bu zâta oy veren CHP seçmenine, onu başlarında tutan parti üyelerine ve
delegelerine yuh olsun!
***
İnsan câhil olabilir, fakat câhil olduğunu bilir, ona göre konuşur,
davranır. “Çeşm-i insaf gibi ârife mizan
olmaz/ Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz” (Âdilâne bakan göz gibi
terazi olmaz/ İnsanın kendi kusurunu bilmesi gibi irfan olmaz)* denilmiştir.
Değerli okuyucular, belki bana acıyarak, “Sen ne diyorsun? ‘Çeşm-i insaf’, ‘irfan’ gibi yüksek meziyetler
nerede, CHP’liler nerede? Ne kadar da safsın, arada Toros dağları kadar fark
var” diye düşünebilirler, doğru. Ama ben de derim ki, bu ülkenin illâki
böyle düşünen insanlarına ihtiyacı vardır. Ben ümitsiz değilim, küllerinden
yeniden doğmayı başarabilen bu asil millet, bir gün geçmişte olduğu gibi, Allah’ın
izniyle gelecekte de böyle evlâtlar yetiştirecektir.
Bugünkü CHP’yi Şair Fitnat Hanım’ın şu beyti anlatıyor: “Tabiat ruşen olmaz, olmayınca dide-i
hak-bin/ Alır mı beyt-i bi-revzen ziya hurşid-i enverden.”
Şimdi de bana, “Sen anladın mı bu beyti?” denilecektir. Hayır, ne yazık ki
edebiyatımızın sadece yüz yıl önceki başka pek çok hazîneleri gibi bunu da hiç
anlamadım. O hâlde bunu neden burada dile getiriyorum?
Bakın, buradaki “ruşen, ziya, hurşit, enver” sıfatlarını insan ismi olarak
hâlâ çok yaygın olarak kullanmıyor muyuz? Bunlar bizim asla bırakmadığımız
değerlerimiz, fakat anlamlarını bilmiyoruz; onlarla inşâ edilmiş kültür hazînelerimizi
de kaybetmişiz, anlamıyoruz. Bu ne hazin bir sondur!
Şimdi Fitnat Hanım’ın Türkçe ifadesini Türkçeye tercüme edelim: “Penceresiz
ev, dışardaki Temmuz güneşinden nasıl habersiz olursa, hakikati gören gözü
olmayanın da elbette içi aydınlanmaz.”
Dilimizi bu hâle getirenler, mezarlarında rahat yatmasınlar!
***
Marie Antoniette, Kutsal Roma İmparatoru Birinci Franz ile Avusturya
İmparatoriçesi Maria Theresia’nın kızı, Fransa Kralı 16’ncı Lui’nin karısıymış.
Dolayısıyla hayatını halktan tamamen uzakta, saraylarda geçirmiş, üstelik ona
mâl edilen sözü de 19 yaşında genç bir kadınken söylemiş. Dolayısıyla az da
olsa hoş görülebilme şansı vardır.
Ayrıca ekmek yerine tavsiye ettiği de, yenilebilecek, karın doyurabilecek
bir şeydir. Bu itibarla Kraliçe’nin sözü, “akıl topağı” Kılıçdaroğlu’nun
incisinin yanında zemzemle yıkanmış gibidir.
Bundan böyle dünya edebiyatında Kraliçe’nin vecîzesi ömrünü tamamlamış,
yerini Kılıçdaroğlu’nun, herhâlde asla unutulmayacak olan vecîzesine
bırakmıştır: “Ekmek bulamıyorlarsa Nutuk
yesinler!”
*Tabib Muhammed Bey