Ejderhanın ağzı

Kişinin elinden gelen emek ve gayreti makbul bir şekilde kullandıktan sonra kazanım ve kayıplarından etkilenmemesinin nitelik eksenli bir kazanım/kayıp olduğu düşünülebilir. Aksi durumda kazandığı ve kaybettiği maddî ve mânevî değerler insanı yıpratmaya başlıyorsa, bu tam anlamıyla ejderhanın midesine inmiş nicelik lokmalarıdır.

BEĞENİLMEK, takdir edilmek, insanlara gösterişte bulunmak, canının her istediğini yapmak ve insanlara riyada bulunmak gibi tutum ve davranışlardan uzak durulması gerektiğini hemen hemen herkes bilir. Bu tutumların üzeri nicelik perdesi ile örtülerek toplumun büyük bir kesimi tarafından özendirilmektedir.   

Nicelik/kemiyet perdesi, azalabilen, çoğalabilen ve ölçülebilen bir durumdur. Bir nesnenin nasıl olduğunu belirleyen özellik ve mahiyeti ise nitelik olarak görülebilir. Hem azalırken, hem de artarken sayılabilen değişimler sınırsızdır. Mahiyet ve nitelik/keyfiyet ise daha çok nesneye ait belirli ve sabit olan durumları ifade eder.  

İnsan hem nicelik, hem de nitelikleri aralayabilecek kemiyet ve keyfiyettedir. Bunlardan hangisinin öne çıkarılacağı, kişinin tercihine bağlıdır. Kişinin tercihini aile, çevre, arkadaş ve toplumsal yapıların belirlediği ölçüde, dünyanın cazibeleri de azımsanmayacak derecede etkilidir. Bireyin hedef odaklı, kalite merkezli ve değerler ölçeğindeki tercihleri seçiciliği gerektirir.

Nesne ve insanın doğası en kolay ve en kestirme yolu tercih eder. Böyle bir durum, tercihinin zahmetsiz olması nedeniyle cazibelidir. Beğenilmek, takdir edilmek, şan ve şöhret gibi dış dünyanın etkisindeki kestirme tercihler nicelik eksenlidir. Bu durum ise daha çok dünyanın şaşaasına kapılmak ve aldanmak anlamına gelir.

Kişinin bu tür bir yolla hayatını kazanmaya yönelmesi, büyük oranda sonsuz derecede kıymetli olan özellik ve cihazların dünyada gelir elde etmek için tercihen kullanılması anlamında ticarileştirilmesidir. Böyle bir kullanımda yaratılıştan gelen kıymetli özellikleri kişinin kendisinden bilmesi gibi bir hataya düşmesi an meselesidir. Oysa insandan istenilen bu değildir.

İnsanın, bilinen evrende en mükemmel canlı olması onu değerli kılmıştır. Değerlerin geçici dünya eşyalarıyla değiştirilme ya da fiyat biçilme derecesine indirilmesi büyük hatadır. Bu tür hatalar başka hatalara da sürükler. Dünyanın sınırsız sayıdaki arzu ve istekleri, insanı hep kendisine doğru çekmeye başlar.

İltifat ile takdir edilmeyi karıştırmamak lâzım. Takdir edilmek nicelik odaklı, iltifat ise nitelik merkezlidir. İltifat, marifet için yapılır. Marifet ise, nitelik merkezli keyfiyetin insanı huzur ve sükûna götüren çok önemli bir yoludur. Takdir edilmek, nicelik merkezli gösterişin devamını ister. Bu istek bitmeyeceğinden, insan her defasında açık bekleyen dünyanın aldatıcı ejderha ağzına yem olmaya mahkûm olur.

İnsan, çevresini ve evreni belirli ölçü ve sınırlar ile tanır, anlar ve algılar. Canın her isteğinin yapılması aklî olmayıp, sınırları zorlayan bir nefis durumudur. Bu ise insanın aldanması ve kendisini sınırsız görmesi gibi tehlikeli bir mecraya girmesi demektir.  

Kişinin, kâmil insan olma yolunda nefsî istekleri ile insanî isteklerini doğru ayırt etmesi gerekir. Bu ayrım geleneğimizde “nefis ile mücadele” olarak görülür. “Kişinin kendisiyle sınavı” olarak algılamak da yanlış olmaz. Bu ayrımı yaparken niceliksel durumların araç yapılması ancak amaç yapılmaması önemli denge olarak görülmelidir. Zira emek ve nitelik eksenli kazanımlar zamanla artmaya veya azalmaya başladığında bu gidişin nicelik kaynaklı artma ve azalma ile karıştırılmaması gerekir.  

Kişinin elinden gelen emek ve gayreti makbul bir şekilde kullandıktan sonra kazanım ve kayıplarından etkilenmemesinin nitelik eksenli bir kazanım/kayıp olduğu düşünülebilir. Aksi durumda kazandığı ve kaybettiği maddî ve mânevî değerler insanı yıpratmaya başlıyorsa, bu tam anlamıyla ejderhanın midesine inmiş nicelik lokmalarıdır. Kişinin, kaybettiklerinde kendisini parçalarken kazandıklarında da tek gücün kendisi olduğuna inanmaya başlaması, anormal bir durumdur.

Toplum içerisinde siyâsî oluşlar, mâkâm, para ve mülk gibi maddî kazanç ve kayıplar bu tür tehlikeli gidişatın göstergesidir.

Yukarıda ifade edildiği üzere, bu tür tercihler gerçek mânâda maddî ve mânevî değerler için birer araç hükmündedir; amaç olduğunda ise insanı yutmaya başlar ve ejderhanın midesindeki yolculuk başlar.

Batı’nın modern dayatmalarının aksine Doğu’nun kadim medeniyet anlayışında oluşların inşâ ettiği gelenekte bu tür yapılan mücadele, nefis olarak görülür. Nefis, boğazlanması gereken bir kurban niteliğindedir. Kurban edilebilecek hayvanlardan bazıları koç (kebş), sığır (bakara) ve devedir (bedene). İnsan, süflî arzulardan kurtulma seviyesine gelmemiş ise koç (kebş), bu seviyeye erişmiş ise sığır (bakara) ve nefisle mücadele yoluna (seyrüsülûk) girmiş ise deve (bedene) kurban edebilir.

Beğenilmek, takdir edilmek ve dünyevî işlerde var olmak gibi süflî arzulardan kurtulma seviyesine erişmiş ise bakara (sığır) kurban etmesi gerektiğinden, Kutsal Kitabımızda en büyük sûrenin bu isimle bilinmesi manidardır. Müminlerin yapması gereken ilk iş, bu sığırı (bakara) kurban etmektir. Bunu yapmayıp başka işlere yöneliyorsa, yolun yolcusu olmaktan çıkıyor demektir. Çünkü kişinin kendi nefsine fazlaca güvenmesi ve bütün lâtifelerini nefsin emrine vermesi gizli şirktir.