Ejderha çukuru

Mânevî hataların başında İlâhî nizama kafa tutmak gelir. Zira bu tutum, mânevî unsurun yok sayılması ve öldürülmesi anlamındadır. Böyle bir durum, aklı başında olan kimsenin bilerek yapacağı bir hâl değildir. Ancak bazen aklı olması gereken yolda kullanmamanın, maddî kayıpların yanında mânevî yok oluşlara da zemin hazırladığına şahit oluyoruz.

ZAMANA bağlı olarak değişen sistemler, dinamik yapılardır. İnsan da zamana göre hareket edip şekil alabilecek potansiyele sahiptir. Bir söz veya fiil, zamana müdahale edilerek dinamik yapının gidişatına yön verilebilir. Her olaya anında müdahale edip yorum yapmak ve mahiyetini anlamadan üzerinde fikir zikretmek yanlış olabilir. Zira görünen her fotoğraf gerçek olmayabilir.    

Bu yanılgı, olmayanı olmuş, olanı olmamış gibi de gösterebilir. Böyle bir durum üzerine düşünce ve eylem inşâ etmek hem tehlikeli, hem de tamiri zor yıkımlar yapabilir. Aralarında geçimsizlik bulunan iki kişi, savaş sırasında düşmanı şaşırtmak ve insanlar arasındaki husumeti engellemek için dinamik sisteme müdahale etmek zorunda kalabilir.

İki kişinin arasında sıkıntı var ise, en azından bunu kendilerinin çözebileceği ve kendilerinin sakin kafa ile algılayabileceği bir süreye ihtiyaçları olabilir. Dürüstlük adına düşmana cephanenin yerinin söylenmesi, savaşın kaybedilmesi demektir ve ihanettir. Akıbeti de pek hayr olmaz. Dinamik bir yapının devamı ve insanın buna uyumlu hayat sürmesi aklın gereğidir. Zira zorunluluk hâllerinde dinamik sistemlere doğrudan müdahale etmek, cerrahî operasyon yapmak gibidir.

Dinamik sistemler bitki, hayvan ve insan hayatı olabileceği gibi ürün elde etmek için geliştirilen bilim, teknoloji ve sanayi aşamaları da olabilir. Ürün geliştirme sürecinde yapılan bir teknik hatanın telâfisi mümkündür. Zaten teknolojik ürünler de çok sayıda olumsuzluk sonunda elde edilirler. Ancak insanlara ait hatalar onların hayatlarına mâl olur. Bedensel bir hata bitki, hayvan ve insanın maddî vücudunun yok olmasına neden olurken, mânevî hatalarsa insanın hem bu dünyadaki, hem de ahiretteki hayatını bitirir.

Fizik evrenin önemli unsurlarından olan madde, etkilere tepki verebilen önemli bir kavşakta bulunur. Doğru cevap alındığında tepkiden elde edilen bilgi, bir mânâya işaret eder. Madde, kendine yapılan etkiyi bekler ve bu etkiye göre yönlenir, şekillenir ve hâl alır. Böylelikle bilimsel araştırmalara beşiklik eder. Ardından teknolojik ve ürün aşama süreci devreye girer. Maddenin bu tablacılık özelliği göz ardı edilirse gelişme olmaz.

Mânevî hataların başında İlâhî nizama kafa tutmak gelir. Zira bu tutum, mânevî unsurun yok sayılması ve öldürülmesi anlamındadır. Böyle bir durum, aklı başında olan kimsenin bilerek yapacağı bir hâl değildir. Ancak bazen aklı olması gereken yolda kullanmamanın, maddî kayıpların yanında mânevî yok oluşlara da zemin hazırladığına şahit oluyoruz.

Bahçedeki bir ağacı yok saymak ve kenardaki bitkileri görmezden gelmek, havanın nefes alıp verirken varlığını kabul etmemek gibidir. Oysa hava ne kadar hayatın sürekliliğinde önemli bir role sahipse, yok sayılan, görmezden gelinen her şey, hayatın mânâsında aynı önemli role sahipliği ortadan kaldırmak demektir. Böyle bir durum kişinin çevresi için nasıl bir cinayet işlediğini gösteriyorsa, başka bir insan hakkında yok saydığı ve görmedikleri de aynı şeydir. Ya da irtibatlı olunan kişide bulunmayan durumları varmış gibi göstermek de aynı şekilde büyük bir hatadır.

Zira böyle bir tutum, olmayanı olmuş, olanı olmamış gibi göstermektir. Bu ise yalanın ta kendisidir! Bu tür tersyüz oluşlar, kişinin nefsine olan güveninin veya nefsinin sesine kulak vermenin bir sonucudur.

İnsanın, etrafındaki eserlerden, çevresindeki oluşlardan, mevcudatın isimlerinden, nesnelerin özelliklerinden Yaradan’a giden bir çıkış yoluna girmesi beklenir. Bu, olması gereken normal bir durumdur. Diğer bir ifadeyle, bir kişinin başka bir kişi hakkında yapması gereken mümince davranışların başında “Yaradan’a bir yol bulması” gelir. Zira her bir insan bir âlemdir. Böyle yapması, yaşaması gereken bir insanın başı sıkıştığında “yalana” başvurması, çaresiz dertlere düşmekle aynı şeydir.

Günümüz dünyasında yalanın, alışkanlık şeklinde sıradanlaştırılarak sıklıkla müracaat edilen bir başvuru aracı hâline gelmesi ürperticidir. Her bir yalan, bir mevcudun yok olmasını kabul ve inkâr anlamına gelir. Bir ömürde geliş ve gidişlere tesiri olmayan bir insanın bu hayatta sanat eserlerinden, oluşlardan, isimlerinden, nesnelerin özelliklerinden Yaradan’a giden yolları kapaması aklın yolu olamaz.

Kulun, yapması gerekeni yapmayıp emredilen okumalara aykırı fiil ve davranışlara girmesinin ne denli tehlikeli bir tutum olduğu açıktır. Burası, İlâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranışların konaklama yeri olan günah ile yalan yan yanadır. Her ikisi de insanı aynı yanlışın içine atar. İnsanın bu canavarımsı karakteri, etrafındaki değerleri yediği gibi kişiyi de tüketir.