KAFAM şişti ya! Yok, “Eğitim şöyle olmalı” imiş de yok, “Eğitim
böyle olmalı” imiş… Yeter be! “Davranışçıların görüşleri, bilişselcilerin
görüşleri, yapılandırmacıların görüşleri...” diye anlatıyorlar da anlatıyorlar.
Onlar onu söylüyorlar; peki, sen ne diyorsun? Aklın, duyguların, hayat ve
hayatın ta içindekiler ne diyor? Ölümün söylediği hiç mi bir şey yok? Ya aşkın,
sevginin, özlemin, arzunun, ümidin, yeisin, korkunun veya kaygının dedikleri ne
olacak?
Annem, bu yazıyı yazdığımda kayıtlara göre 86 yaşında
oluyor. Hayatında toplam “bir ay” okula gitmiş. Nasıl olmuş, bilmiyorum; o
gitmesi de dayımın yerine... “A” harfini bilir ama onun dışında okuma yazması
yok. “1” rakamını kör hâlimle öğrettim, 1’den itibaren sayarak saati öğrendi.
“7 ile 8’in ara yerinde” demişse, anlıyoruz ki saat 07:30… Eğer “9’u azıcık
geçmiş” diyorsa, biliyoruz ki saat 09:10 veya 09:15 civarı… Her sabah 8, akşam
da 18:00 civarında telefonla da olsa konuşuruz. Nadir de olsa gün içinde de konuştuğumuz
olur. Konuşmalarımız en fazla 3 dakika sürer ve annem, “Seni fazla eğlemeyim”
der, telefonu kapatır. Konuşmanın yarısı dua ile geçer.
Annem, benim için sabah ve akşam, her seferinde İhlâs
okuyarak 3 sefer tespih çeker. Ağabeyim için 1 kez, arasıra da ablam için
çeker. Söylediğine göre ben çok yoğun çalışıyormuşum, o yüzden daha çok duaya
ihtiyacım varmış. Ağabeyim kendi çevresiyle meşgul, o yüzden ona 1 kez… Ablama
ara sıra çekmesinin sebebi ise, onun sabah akşam Kur’ân okuması imiş: “O zaten
okuyor” Anneme göre Kur’ân okuyanın duası, kendisininkinden daha makbul!
Annem ırgatlık yapmış, birçok yatılı işyerinin
çamaşırlarını yıkamış, kendi bahçemizi ekmiş, zaman zaman da inek ve tavuk
beslemiş biridir. Komşu hatırını, misafiri çok sever sayardı. Haftada ortalama
8-10 kişi misafirimiz olurdu. Tavuklarımız vardı ama yumurtalarını misafir için
saklar, bize yedirmezdi. Annemin en güzel anıları, misafirleriyle yaşadığı
dialoglardır. Yaptığı orijinal salatayı misafirlerin yorumlaması, ilk kez
denediği patatesli hamurdan yapılmış fırın ekmeğinin nasıl karşılandığı, bir
gece misafirler gelince evde ekmeğin kalmamasından dolayı ne stresler yaşadığı
gibi durumlar…
Evde ekmeğin olmayışı kendisine o kadar sıkıntı olmuş ki
hâlâ 2 ekmek yetiyorsa 4 tane aldırır. Her seferinde de bu hatırasını anlatır.
Annemin 3 çocuğu, 9 torunu, 9 torununun çocuğu ve 1 de torununun torunu var. Hâlen
kendi başına pişirilmiş yemeği hazırlayabiliyor, çay yapabiliyor. Nispeten
unutkanlığı fazla ama bu unutkanlığın çok ciddî bir zararı yok şimdilik.
Annemin -eminim ki- hataları ve yanlışları olmuştur.
Bizlerin başını önüne eğdirecek bir yanlışını şimdiye kadar duymadım. Çok
nadiren de olsa çevreyle çıkan huzursuzluklarda başa kakmak diye bir şey olurdu
diye düşünüyorum. Şimdiye kadar öyle şeyler de olmadı. Mahallede tarım için
çalıştırılmak üzere ırgat aranırken annemin ismi ilk akla gelenlerdendi. Çünkü
annem temiz iş yapardı. Çapa yaparken hile yapanlara, bir de çalışırken saate
bakanlara çok kızardı. Anneme göre iş, güneş doğunca başlar, hava kararınca
biterdi.
Annemin iş konusunda en çok duymaktan hoşlandığı cümle,
“Havva Abla, şu ücretini al ama hakkını helâl et, çok hakkın geçti bize” sözü
idi. Annem de memnun memnun, “Olsun gardaşım, sizinki geçmesin de benimki
geçerse geçsin, helâli hoş olsun!” derdi.
Annem çocukluğunu anlatırken, “Benim hesabım
(matematiğim) çok iyiydi” der. Rahmetli dedem alışveriş yapar, hesabı da anneme
tuttururmuş. Benim çocuklarımın da gülerek hatırladıkları şu cümlesi meşhurdur:
“Hesabı filan iyi yaparım da bir tek iki 40’ın 80 yaptığını bilemem!”
Tabiî annemin bir Karadenizliyi aratmayacak kadar güzel
anıları vardır. Komşuya gitmiş, bakmış ki komşu hanım akvaryumdaki balıklara
yemlerini veriyor. Annem hayatında akvaryum görmemiş. Komşu hanımı seyretmiş,
seyretmiş, fakat merakını gizleyememiş: “Kızım, sen bu balıklara yemlerini
böyle veriyorsun da sularını nasıl veriyorsun?” Tabiî kadıncağız gülmekten
cevap verememiş.
Ağır inşaat işlerinden de geri kalmazdı annem. Bir akşam
ailece, “Bahçedeki duvarı yıksak mı?” diye konuştuk, fakat yorgunluktan annem
uyuyakaldı ve bu işten vazgeçtiğimizi duymadı. Babam bahçeye yüzünü yıkamaya
gittiğinde birkaç sefer daha yüzüne soğuk su çarpmış ki gözlerinin doğru
gördüğünü anlayabilsin. Zira tahmin ettiğiniz olmuş ve annem, namaz sonrası o
duvarı yıkmış, babam bahçeye çıktığındaysa duvar çoktan yok olmuş. Böyle saatlerce
anlatabileceğim hatıra, olay ve özellikle işte bir hayat, bir ömür!
Şimdi kendi kendime soruyorum: Acaba kaç milyon insanın
hayatı anneminkinden daha anlamlı, daha değerli, daha önemlidir? İster bunu
sonucuyla, isterseniz süreciyle inceleyin. Herkes mucit olmayacak, herkes bilim
insanı olmayacak, herkes sanatçı olmayacak. Her ne olursa olsun, insanlara
zarar vermemiş, elinden geldiği kadar faydalı olmuş, kimseye yük olmamış, üç
evlât yetiştirmiş, onları da kendi kendilerine yeten, topluma faydalı olacak
şekilde yetiştirmeye çabalamış bir insan… Bir kısmı mucit, bilim insanı,
işadamı, diplomat, sanatçı, sporcu, siyasetçi tabiî ki olsun, ama çoğunluğumuzun
durumu ne olacak?
Annemin yetişmesi için devletimiz 1 lira bile harcamamış.
Baktığınız zaman, demek ki harcamadan da oluyormuş. Hele şu an cezaevlerindeki
vatandaşlarımızı ve adlî istatistikleri düşününce, kendime, “Acaba eğitime çok
para harcayarak kötü mü yapıyoruz?” diye sorduğum bile oluyor.
Annemden eğitimini almaya başladığım yeni konu şu: “İnsan
yaşlanınca nelerle karşılaşır, neler yaşar, çevresi ona nasıl davranır, onun
için şimdiden hazırlık yapmak gerekliliği nedir?” Annemin bana verdiği bu
eğitim de en az diğerleri kadar kıymetli ve hayatî!
Şu ana kadar öğrendiğim bazı konular şunlar: “Hayat bir
bütündür ve ömrünün hangi devresinde yaşarsan yaşa, o hâdise bir gün önüne gelir.
Çocukluktan gençliğe, gençlikten orta yaşa veya yaşlılığa geçince sıfırlanmıyorsun,
o yüzden önüne o meseleler gelince, makul açıklamaları şimdiden hazırlamalısın!
Diğer bir husus da, sürekli gelişim hâlinde olmam gerektiği... Eğer gelişimim
durursa, işte o gün bittiğim, dışlandığım ve kimsesiz kaldığım, sorunların
devasa boyutlara ulaştığı gündür! Sadece yaşlılıkta değil, hayatımızın her
ânında yapmam gereken, ‘saf enayi’ bile deseler iyi niyetli olmak, hüsnüzan
yapmak, herkesle doğru iletişimde bulunmak, elimden geldiği kadar iyilik etmek,
edemiyorsam da kötülük etmemek...”
Annemin eğitimi hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Ben bu “anaokulu”na
devam ediyor olmaktan son derece memnunum! Gözlem, ilişkilendirme, keşfetme,
anlamaya çalışma gibi yol ve yöntemlerle aslında hayatın harika bir eğitimci
olduğunu fark ediyorum. Sanırım Finlandyalılar da bunu fark etmişler. Çocukları
az okula hapsedip çok tabiata çıkarıyorlarmış. Uzmanlarımız annemden
öğrendiklerimi yarın bir gün Finlandiya’dan getirip öğretmeye kalkarlarsa hiç
de şaşmam. Yine de beklemeyelim ve hayattan dersimizi almaya başlayalım.
İyi hayat dersleri efendim!