Eğitime hizmet geleneği ve Umurbey’de bir vakıftan geriye kalan

Bir gün Gemlik’ten iki jandarma gelir, “Öğrencileri kaymakam istiyor” diye toplar götürür. Halk, akşamı endişe içinde beklemektedir. Akşam üzeri çocuklar evlerine dönerler. Merakla bekleyenlere, her birinin ilçede bir daireye memur olarak atandığını, 150’şer kuruş maaş bağlandığını, ilk aylıklarını da peşin aldıklarını söylerler. O zamana kadar ilçedeki dairelerin memurları Rumlardan oluşmaktadır. İlk defa Türklerden memur olabilecek evsafta insan yetişmiştir.

1865’te Sultan Aziz’in iradesiyle ülkenin her şehrinde Rüştiye mektepleri açılır. Bursa’da, biri şehir merkezinde, diğeri halkının ekseriyeti Müslüman olan ilçelerden birinde olmak üzere iki Rüştiye mektebinin açılmasına dair valiliğe emir verilir.

Kirmastı (Mustafakemalpaşa), Karacabey, İnegöl, Yenişehir, Mudanya gibi kazâlara yapılan teklif, rivâyete göre “Gâvur icadıdır” diye reddedilir. Bunun üzerine aynı teklif Gemlik’e yapılır. Zira o dönemde Gemlik’te Müslüman nüfus fazla değildir.

Umurbeyli Hacı Etem Ağa, Umurbey’e açılmasını ister ve köyün ileri gelenleriyle toplantı yapar. Okul açılması fikri, köyün bey ve ağalarına cazip gelmez. Gerekçe, yine diğer ilçelerdekiyle aynıdır: “Gâvur icadı.”

Hacı Etem Ağa, aslen Umurbeyli olan Bursa Defterdarı Hacı Sait Efendi’den yardım ister. Sait Efendi, Cuma günü köyüne gelerek hutbeye çıkar, mektep işine temas eder. Maarifin iyiliklerinden, faydalarından bahseder. Dinimizin eğitime verdiği önemi uzun uzun anlatır. Millet ve memleket için hayırlı olan bu fırsatın kaçırılmamasını tavsiye eder.

Hacı Etem Ağa, mektep için köy meydanındaki arsasını hibe edince, fikri destekleyenler camide kendisini alkışlar. Etem Ağa’nın önderliğinde, onun çizdiği plâna göre inşaat başlar. Bina kısa zamanda biter.

Köyümüzde bir gece misafir olan padişah

Sultan Aziz, Maarif Nazırı’ndan mektebe iyi bir Rüştiye hocasının gönderilmesini emreder. Ancak bunun evveliyatı vardır. Rüştiye binası kısa zamanda bitirilmiştir. Oraya iyi eğitim verecek hoca lâzımdır. Şeyh Sait Efendi, okula öğretmen talep etmek için bir heyetle İstanbul’a gider. Yakın dostu olan Evkaf Nâzırı ile görüşür. Ondan, Sultan Abdülaziz ile görüşebilmesi için aracılık etmesini talep eder. Nâzırın vâsıtasıyla Sultan’ın huzuruna çıkarlar.

 

Sultan Abdulaziz Han


1862 yılında Bursa’yı ziyarete giderken bir gece Umurbey’de, Parsbeyler Konağı’nda misafir olan Sultan Abdülaziz, köyün ve köylünün nasıl olduğunu sorar. Sait Efendi’nin cevabı şu şekildedir: “Köylü hâlinden memnundur. Saltanat mâkâmına sıkı sıkıya bağlıdır. Padişahım, köylü altın bir kafes yaptırdı. Fakat içinin bülbülü noksandır. Bu da irade-i şâhânelerinizle tamamlanırsa, etrafa güneş gibi ışıklar saçacaktır.”

Bu sözler Sultan Abdülaziz’in pek hoşuna gider. Maarif Nâzırını çağırarak bir Rüştiye hocasının Umurbey’e tayini için emir verir. “Osman Efendi” isminde, ilk Dârü’l-Muallim mezunu bir hoca gönderilerek, 1865 yılında mektep tedrisata açılır. Şeyh Hacı Sait Efendi ile Hacı Etem Ağa, ilk kaydolan çocukların tek tip elbiselerini diktirir ve okul ihtiyaçlarını karşılar.

Ancak okulun açılmasına muhalefet edenlerle çocuklarını okula göndermek istemeyenler, Etem Ağa’nın önüne geçerler. “Bu işi başımıza sen açtın” diyerek hakaret eder, tartaklarlar. Ölümle tehdit ederler. Evi önünde bağırıp çağırırlar. Dövmeye kalkışırlar. Etem Ağa uzun süre Gemlik’teki işine herkesin gittiği yoldan değil, zeytinliklerin arasından, kimseye görünmeden gidip gelir. Evden çıkışı erken, dönüşü geç vakit olmaktadır.

“Affet bizi Etem Ağa”

Rüştiye iki yıl sonra ilk mezunlarını verir. İlk mezunlarının sayısının 13-14 kişi olduğu söylenmektedir.

Bir gün Gemlik’ten iki jandarma gelir, “Öğrencileri kaymakam istiyor” diye toplar götürür. Halk, akşamı endişe içinde beklemektedir. Akşam üzeri çocuklar evlerine dönerler. Merakla bekleyenlere, her birinin ilçede bir daireye memur olarak atandığını, 150’şer kuruş maaş bağlandığını, ilk aylıklarını da peşin aldıklarını söylerler. O zamana kadar ilçedeki dairelerin memurları Rumlardan oluşmaktadır. İlk defa Türklerden memur olabilecek evsafta insan yetişmiştir.

 

Sultan Abdulaziz Han’ın açtığı Bursa Umurbey Rüştiyesi


Rüştiye Mektebi’nden mezun olanlar hatırı sayılır maaşla memuriyetlere tayin edilince, başlangıçta Etem Ağa’ya muhalif olanlar, yaptıklarının yanlış olduğunu anlarlar. 5 Mayıs günü köy halkı bir atı süsleyip yollara halılar serer ve davul zurna ile Hacı Etem Ağa’nın evi önüne gelir.

“Biz hata ettik, sen bizi affet” diyerek elini öperler. Kucaklayıp ata bindirirler. Mektep çocukları önünden resmigeçit yapar. Etem Ağa’nın gözleri dolar. Yıllar önce diktiği fidanlar meyve vermeye başlamıştır. Ziyafet tertip edilir.

Etem Ağa, bu durumdan çok duygulanmıştır. O kutlamanın her yıl aynı yerde yapılmasını ister ve kendine ait arazilerin gelirini bu iş için tahsis eder. Ömrünün son yıllarında ise bütün mallarını vakfeder. Etem Ağa’nın vasiyetine uyularak, her yıl 5 Mayıs günü Öğrenler mevkiinde şenlikler yapılır, pilavlar, zerdeler yenir.

Rüştiye’nin ilk hocası Osman Efendi’den sonra, Dârü’l-Muallim’in ilk mezunlarından Abdullah Fehmi Efendi, 1875’te Umurbey’e tayin olmuş ve 25 sene bu görevi yürütmüştür.

Umurbey Rüştiyesi’nden yetişenler

Fehmi Efendi’nin oğlu Mahmut Celal (Bayar), Umurbey’de, 1883’te doğmuş ve burada okumuştur. Bayar’ın tek diploması bu okuldandır. Bu okuldan Celal Bayar’dan başka, Gemlik Belediye Başkanı olan Dr. Ziya Kaya, General İbrahim Beken ve Dr. Niyazi Bayatlı gibi birçok önemli kişi yetişmiştir. Umurbey Rüştiyesi, Balkan Savaşı başlayınca 1912 yılında eğitimine son vermiştir.

 

Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar


Sonradan Hacı Etem Ağa’nın kurduğu vakıf, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne devrolununca, Umurbey’deki gelenek son bulmuştur. Sonraki yıllarda Umurbey’de Ortaokul Müdürü olan ve Umurbey üzerine araştırmalar yapan eğitimci-yazar Naci Pehlivan ile son Belediye Başkanı Mehmet Fatih Güler’in gayretleri sonucu, 5 Mayıs kutlamaları tekrar başlatılmıştır.

Belediye Başkanı, çocukluğunda katıldığı şenliklerin tekrar canlanması için harekete geçmiş, hiç değilse Etem Ağa’nın bağışladığı arazi gelirlerinden pilav yapacak kadarının ödenek olarak ayrılmasını talep etmiştir. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü, o pilavın tadını ve önemini bilmediğinden olsa gerek, yeterli ödenek bulunmadığını bildirmiştir. Heykeli dikilecek adamın kurduğu vakıftan geriye bir çuval pirinç ve yarım çuval irmik alabilecek kadar ödenek ayrılamıyorsa, “Ört yorganı, ben ölem” demişim vaktiyle.

Abdullah Fehmi Efendi

“Umurbey” adlı eserinde Naci Pehlivan, Abdullah Fehmi Efendi’yi şöyle anlatır:

“Plevne Türklerindendir. Kadılık ve müftülük yapmak için İstanbul’da medrese tahsili yapmış, daha sonra 16 Mart 1848 yılında açılan Darülmuallim’i (Öğretmen Okulu) okuyarak, bu okulu ilk bitirenlerden olmuştur. Arapça, Farsça ve Fransızca bilir.

İyi bir hat ustasıydı. Tuna vilâyetinin Berkofça Rüştiyesi Başöğretmeni iken 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde (93 harbi) Türkiye’ye göç etti. İstanbul’a geldiğinde Maarif Nezareti, Bursa-Gemlik-Umurbey Rüştiyesi Başöğretmenliğine tayin etti. Bir süre Gemlik Müftüsü olarak görev yaptı. Fakat öğretmenliği müftülüğe tercih ederek Umurbey Rüştiyesi Başöğretmenliğine döndü.

Kültürlü, bilgili, ileri görüşlü, aydın bir din adamı ve muallimiydi. Kendisine ‘Mekremetlü’ unvanı verilmiştir. Bu, güzîde din adamlarına verilen bir rütbedir.

Abdullah Fehmi’nin eşinin adı Emine’dir. Üç oğlu vardır. Büyük oğlu Behzat, Edirne Askerî İdadisi’nde (Lise); ikinci oğlu Asım, Bahriye Mektebi’nde okurken veremden vefat etmiştir. Bundan dolayı Mahmut Celal’i Umurbey dışında başka bir okula göndermemiştir. Mahmut Celal, Rüştiye’yi bitirdikten sonra Arapça ve Farsça derslerini babasından almıştır.

Büyük oğlu Behzat ve oğlu Asım, caminin bitişiğindeki mezarlığa gömülmüş, 1930’lu yıllarda bu mezarlar diğerleri ile birlikte kaldırılarak yerine Halkevi binası yapılmıştır. Bugün cenaze namazı kılınan yerdir.”

Bursa’da defnedilen Abdullah Fehmi’nin kabrini Naci Bey uzun zaman aradıktan sonra tespit etmiştir. Onun ismi Gemlik’te bir ilkokula verilir. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra Abdullah Fehmi ismi okuldan silinmiş, yerine “27 Mayıs İlkokulu” tabelâsı asılmış.

Bayar’ın arzusu

Son yıllarında doğum günlerini köyünde kutlayan Celal Bayar, bir gelişinde şu şekilde konuşur:

“Beyler, babam Abdullah Fehmi Efendi uzun yıllar Umurbey’de Rüştiye Mektebi’nin müdürlüğünü ve öğretmenliğini yaptı. Bu memlekete çok öğrenci yetiştirdi. Halk onu sever ve hürmet ederdi. Kendisini ‘Büyük Hoca’ diye anarlardı. Ben siyâsî bir adamım. Beni sevenler de vardır, sevmeyenler de. Benim ismim herhangi bir yere verilebilir, verilmeyebilir de. Verilip de kaldırılabilir. Bundan hiç alınmam ve gücenmem. Ama eğitime bu kadar emeği geçmiş bir insan olan babamın isminin yaşatılmasını arzu ederim.”

Tarih, 24 Mayıs 1980’dir. O günden sonra Umurbey Ortaokulu’nun adı, Müdür Naci Pehlivan’ın teklifiyle “Umurbey Abdullah Fehmi Ortaokulu” olarak değiştirilmiştir.

Ertuğrul Seyhan’ın kızı anlatıyor

Umurbey’in yetiştirdiği bir değerli büyüğümüz de Ertuğrul Seyhan’dır. Benim için, çocukluğumdan bu yana hep örnek bir şahsiyet olmuştur. Bulunduğu görevler, yaptığı işler, yazdığı eserler göz önüne alındığında, büyük hizmetlere imza attığını görüyoruz.

Hayatını eğitime adamış biridir. Büyük kızı Aytül Seyhan Dursunoğlu ile bir süre önce kaybettiğimiz Ertuğrul Seyhan hakkında konuştuk. Birkaç soru sorma fırsatı buldum. Sağ olsun, Aytül Ablamız memnuniyetle cevapladı.

 

Ertuğrul Seyhan (1930-2018)


“Rahmetli babam Ertuğrul Seyhan, Umurbey köyünün yetiştirdiği kıymetli insanlardan biridir gerçekten. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, babam benim medâr-ı iftiharımdır. Hayatım boyunca onun kızı olmaktan hep gurur duydum. Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra da elimden geldiğince onun ayak izlerini takip etmeye çalışıyorum.

Rahmetli babam, sekiz yaşındayken babasız kalmış, rahmetli babaannemin emekleri ve kendi azmiyle yükseköğrenim görmüş ve öğretmen olmuştur. Kademe kademe ilerleyerek, 1966-1972 yılları arasında Bursa Maarif Müdürlüğü yapmıştır. 36 yaşındayken başladığı bu görevde Bursa’ya ve Bursa’nın eğitim hayatına çok değerli katkıları ve hizmetleri olmuştur. En başta Uludağ Üniversitesi’nin kurulması ve bugün yer aldığı arazilerin temini, Bursa İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi’nin kuruluşu, Bursa Maarif Koleji’nin (bugünkü Bursa Anadolu Lisesi) kuruluşu, ilkokulsuz köy bırakmaması, mevcut ortaokul ve lise sayısını üçe katlaması, Bursa’da ilk Çocuk Tiyatrosu ve Çocuk Sineması açılması, Millî Eğitim’e bağlı olarak Eğitim Araçları Salonu’nun açılması, bu salonda çok kıymetli ilim ve bilim insanlarına konferanslar verdirmesi, Gemlik Körfezi Hasanağa Koyu’nda Millî Eğitim’e ait bir Gençlik Kampı kurulması, Rehberlik ve Araştırma Merkezi binasının yapımı gibi birkaç ana başlıkta toplayabileceğimiz çok değerli hizmetleri vardır.

Bütün bunları yaparken, dönemin yetersiz şartları ve devletin kısıtlı imkânları onu durdurmamış ve vazgeçirmemiş, azim ve çalışkanlığıyla âdeta olmayanı oldurmuştur. Sonrasında, Türk Eğitim Vakfı Bursa Şube Müdürlüğü yapmış, sonra İlköğretim Genel Müdürü olmuş ve en son Almanya Stuttgart’ta Eğitim Müşaviri olarak görev yapmıştır.

Ne mutlu ki, sonunda bu değerli hizmetleri (vefatından sonra bile olsa) takdir edilmiş ve Millî Eğitim tarafından Bursa-Nilüfer Özlüce’de ‘Ertuğrul Seyhan Anadolu Lisesi’ olarak adına bir okul açılmıştır.

Ayrıca Umurbey’in yetiştirdiği mümtaz şahsiyet Celal Bayar’ın vakfının kurucularındandır ve Umurbey köyüne Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi’nin kurulması için önayak olmuştur.

Bürokrat olarak görevi bittikten sonra tasavvuf ile ilgilenmeye başlamış, tasavvuf edebiyatı ile ilgili derin araştırmalar yapmıştır. Biri vefatından sonra olmak üzere neşredilmiş 11 adet tasavvuf edebiyatı kitabı vardır. Hâlen basıma hazır birkaç kitabı daha vardır, inşallah en kısa zamanda onları da bastırmayı plânlıyoruz.

***

·       Pek çoğumuzun dedesi savaşlar sırasında cephelerde bulundu. Kimi şehit oldu, kimi gazi olarak döndü. Sizin dedeniz de gazilerimizden biriydi. Ayrıca o bir günlük halinde hatıralarını yazdı. Bu kitabın yayınlanması bildiğim kadarıyla sizin gayretinizle oldu. Süreci anlatır mısınız?

Dedemin hatıratının varlığından uzun zamandır haberim vardı. 2014 yılında rahmetli babam rahatsızlandığında, üç ay beraberdik ve o sırada ‘Bu sende kalsın kızım’ diyerek hatıratı bana verdi. İşler güçler, hayat gailesi derken 2016 yılına kadar hatıratla ilgili bir şey yapamadım.

Bir tevafuk olarak, dedemin kıdemli onbaşı olduğu tarihten tam yüz yıl sonra yani 14 Mayıs 2016’da, hatıratı bir yeminli tercüme bürosuna götürdüm ve ilk iki sayfasını tercüme ettirdim. Tamamı için ise karşıma yüklü bir maliyet çıktı. Bunun üzerine hatıratın tamamını bilgisayara PDF formatında yükledim ve ilk iki sayfasını çeşitli tarih dergileri ve vakıflarına e-posta olarak gönderdim. Bana hemen dönüş yapan, ‘Derin Tarih’ dergisi oldu. Çok kıymetli olduğunu ve günümüz Türkçesine çevirip göndereceklerini söylediler. Hemen babama müjdeyi verdim, çok sevindi.

Ancak bu süreç epey uzun oldu ve nihâyet 27 Mart 2017’de günümüz Türkçesi ile hatırat bana ulaştı. Bir solukta okudum ve çıktısını alıp babama götürdüm. O günü hiç unutamam, rahmetli babacığımın gözünden iki damla yaş geldi.

Daha sonra Derin Tarih dergisi, KETEBE Yayınevi’ni kurduklarını ve 2018’in Mart ayındaki TÜYAP Kitap Fuarı’na basımını yetiştireceklerini söyledi. Basım aşamasına kadar İstanbul’a iki kere gittim ve dedemin özel hayatı ile ilgili birtakım bilgiler ve belgeler verdim.

29 Ocak 2018’de babam Hakk’ın rahmetine kavuştu ve maalesef babasının hatıratının kitap olarak basıldığını göremedi...

·       Dedeniz Hüseyin Nuri Seyhan’ın Irak Cephesi Hatıraları kitabında sizi en fazla etkileyen kısım neresidir?

Benim için, 100 yıl önce, hem de cephede böyle bir hatıratın yazılmış olması, dolayısıyla ‘hatıratın kendisi’ başlı başına çok etkileyicidir ki kaybettiği bir hatıratının daha olduğunu yazdıklarından öğreniyoruz. Harf İnkılâbı’ndan sonra Lâtin harflerini öğrenerek, sivil hayatına dair notlarını yeni Türkçe ile yazması da beni etkilemiştir. Bu durum, dedemin azimli ve çalışkan karakterini ortaya koyuyor.

Kısa hayatının beş yılını açlık, hastalık ve zorluklarla dolu olarak cephede geçirmek, silah arkadaşlarından bazılarının şehâdetine, bazılarının gaziliğine, işgal devletlerinin Türk ve Müslüman halka yaptıkları mezalime şahit olmak ve hayatta kalmak için mücadele etmek...

·       Köye döndükten sonra muhtarlık yapmış, ticarete atılmış, ihracattan sonra zarara girmiş ve iflâs etmiş, sonra çeşitli işlerde çalışmış. Çalışmak için köyden uzaklaşmak zorunda kalmış. Burada doğup ömrü boyunca burada yaşayan ve vefat edenlere kıyasla epeyce maceralı bir hayat, değil mi?

Rahmetli dedemin kısa ve gerçekten zor bir hayatı olmuş. 19 yaşında çok uzak bir cepheye giderek savaşmak, orada yaralanmak, beş yıl cephede kalmak, iki kızı varken (Muzaffer ve Mukadder halalarım) ilk eşinin vefat etmesi, sonra babaannemle evlenip üç çocuk sahibi daha olması, sorumluluklarına sahip çıkmak için verdiği hayat mücadelesi ve 42 yaşında sona eren bir hayat...

Dünya Birinci Büyük Malî Krizi’ni yaşarken girişimci bir ruhla işler yapmak, sonucu ne olursa olsun göze almak, onun ne kadar cesur, atak ve dirayetli bir insan olduğunu gösteriyor. Bütün bunlarla uğraşırken okuma yazma işlerini de ihmâl etmeyen, şiirler derleyen-yazan, en önemlisi (bugün çoğumuzun yapamadığı) günlük tutan, vizyon sahibi bir karakter...

Bu özelliklerinin rahmetli babama da geçmiş olduğunu, gün geçtikçe daha çok fark ediyorum ve tutmuş olduğu günlüğün kaybolup gitmemesi için verdiğim uğraşların ruhlarını şâd ettiğine inanıyorum. Allah gani gani rahmet eylesin...

·       Bir de benim ‘Teyze’ dediğim, Aytül ablanın halası Ülker Hanım ve ‘Dayı’ dediğim Alpaslan amcası var. Onların eğitiminde de dikkat çekici ayrıntılar var. O hâlde soralım: Amcanız Alpaslan Seyhan ve halanız Ülker Hanım’dan söz eder misiniz?

Amcam Alpaslan Seyhan, babamdan dört yaş küçüktü ve babamdan sekiz gün önce yani 21 Ocak 2018’de o da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Üzülmesin ve hastalığı nüksetmesin diye babama söylememiştik ama sekiz gün sonra iki kardeş ahirette buluştular.

Rahmetli amcamı çok severdim. Biz çocukken O da bizimle çocuk olur, yerlerde yuvarlanır, beraber çeşitli oyunlar oynardık. Köyde, zor ve kısıtlı şartlarda, babasız büyümesine rağmen kendini yetiştirmiş ve banka müdürlüğüne kadar yükselmiş, Yapı Kredi Bankası’nın çeşitli şubelerinde görev yapmıştır. Allah gani gani rahmet eylesin...

Halam Ülker Ecer, babamın üç yaş büyük ablasıdır. Hâlen 92 yaşında ve maalesef Alzheimer hastasıdır. Şu an tek hatırladığı, köydeki ev, annesi, anneannesi ve dayısıdır.

Umurbey köyünün ortaokul mezunu ilk kızıdır. Okumak için Umurbey’den Gemlik’e yürüyerek gidip gelen ilk kız çocuğudur. Çocuğu olmadığı için bizleri ve bilhassa ilk yeğen olarak beni çok sever, ‘Kendi çocuğum olsa herhâlde ancak bu kadar severdim’ derdi. Ve ne yazık ki, şu an benim kim olduğumu bilmiyor, köyden bir arkadaşı zannediyor.

Evlendikten sonra Gemlik’te yaşadı. Rahmetli babaannemi, evi istimlâk edildiğinde yanına aldı. Kardeşlerine çok düşkündü. ‘Allah bana sizin acılarınızı göstermesin’ derdi. Kardeşleri vefat etti ama maalesef (veya ne mutlu ki) farkında değil...”

 

Umurbey’in yetiştirdiği bir değerli büyüğümüz de Ertuğrul Seyhan’dır. Benim için, çocukluğumdan bu yana hep örnek bir şahsiyet olmuştur.