BİR önceki yazımda
“çocuk ve şiddet” konusuna değinmiştim. Çocukların gelişim süreçlerinde uzun
yıllar içinde bulundukları eğitim dönemlerindeki şiddete değinmeden olmazdı.
“Eğitim” ve “şiddet”
kelimeleri yan yana yakışmasalar da hayatın gerçeği olarak ele almak
durumundayım.
Eğitimde şiddeti, “Bireyin
zihinsel, duygusal ve bedensel olarak maruz kaldığı olaylar neticesinde
gelişimine etki eden olumsuz olgu ve olaylardır” ifadesiyle açıklayabiliriz. Bu
etkinin sadece mevcut zaman dilimiyle sınırlı kalmadığı, bireyi yaşam boyu
etkilediği düşünülünce, işin ciddiyeti daha iyi anlaşılmış olur.
Eğitimde şiddet;
öğrencinin öğrenciye, yönetici, öğretmen ve kurumdaki diğer çalışanların
öğrencilere yahut farklı kişilerin öğrenci, öğretmen ve yöneticilere uyguladığı
fiziksel, psikolojik ve cinsel türden olumsuz davranışlardır. Bunlara genellikle
ortaöğretimde rastlandığı şekliyle öğrencinin öğretmen veya yöneticiye karşı
uyguladığı şiddeti de ekleyebiliriz.
Eğitim süreci, bireyin
yaşam boyu muhatap olduğu bir olgudur. Ben burada yaşam boyu eğitim değil,
kurumsal eğitim dâhilindeki öğrencileri temel alarak konuyu ilerletmeye devam
edeceğim.
Eğitim şiddetle mümkün mü?
Eğitimin merkezinde
eğitilen yani öğrenci yer alırken, onun eğitiminde önemli rol alan olarak eğiteni
yani öğretmeni görüyoruz. Bunların yanında bireyin eğitilmesini isteyen
anne-baba ve o eğitimin amaca uygun yapılabilmesi için eğitim ortamını
düzenleyen kurum yöneticileri karşımıza çıkıyor.
Uygulamalarda ne ile
karşılaşıyoruz?
Eğitilen kişi, her türlü
imkânsızlığa ve olumsuzluğa rağmen verileni almak zorunda olan kişi
pozisyonuyla karşı karşıyadır. Hiçbir mazeret kabul edilmez. Bunun yanında,
eğiten pozisyonundaki öğretmen ise her şeyi bilen, bildiklerini aktaran olarak,
aktarılanı alamayanları jest ve mimikleriyle, olmazsa sözle, oradan da netice
alamazsa sözlü hakarete ve sonunda fiziksel temasa kadar götürebilmektedir. Bu
ve benzeri davranışların sadece kişiye bağlı olmadığına, içinde yaşadığı
kültürü doğru okumanın yararına inanıyorum. Ne yazık ki, “‘Hocanın vurduğu
yerde gül biter’ yaklaşımının modern eğitim kurumlarına yansıması olan bir
kültürün devamıdır” da diyebiliriz bunun için.
“Hocası değil mi, hem
döver, hem sever” sözü, halk arasında hâlâ canlılığını korumaktadır. Benzerleri
toplum içinde yanlış ama ne yazık ki yerleşmiş şiddet kültürünün yansımasıdır.
Konumuzun muhatabı olan
üçüncü kişi/kişiler olarak çocuğunun eğitilmesini isteyen anne babalara
gelelim. 2000’li yıllara kadar çırak-usta veya öğrenci-öğretmen birlikteliği
için anne-babaların kullandığı meşhur bir söz vardı: “Ustam/Öğretmen Bey, bu
çocuğu sana emanet ediyorum. Adam olması için ne gerekiyorsa yap. ‘Eti senin,
kemiği benim!’”
Bu sözle çocuk, öğretmene
teslim edilirdi. Kim kime, ne hakla bu yetkiyi veriyordu, geçmiş yıllarda pek
sorgulanmadı. Buna rağmen, iyi niyetle, çocuğun ailesi tarafından eğitimciye
güveni ifade eden bu söz, basit kelime anlamlarıyla işlev görüp şiddet aracı
olarak kullanılır olmuştur.
Atasözleri az sözle çok ve
derin anlam içeren söylemlerdir. Birebir kelime mânâsından öte mesaj ağırlıklı
anlamlar yüklüdürler. Atasözleri ve deyimler, cümleyi oluşturan kelime
anlamlarının ötesinde mesaj nitelikli anlamlar içerirler. Dil ve kültürel altyapısı
yetersiz olan kişiler, o derin anlamları idrak edemedikleri için basit algılama
şekliyle anlayıp bahsi geçen sözü bir şiddet aracı olarak kullanmayı tercih
eder olmuşlardır.
Benzer sözler, çocuğunun doğru düzgün eğitim alması, gelişimine katkıda bulunması amacıyla öğretmene veya ustaya emanet edilmesi yönünde söylenmişken, bu söz, muhatap kişi tarafından kendi cahil algılarına uygun kullanılıp şiddete vesile kılınmıştır.
Eğitimde şiddetin kaynakları
Çocuğun eğitiminde
sıklıkla karşılaştığı şiddeti “aile kaynaklı şiddet, öğretmen kaynaklı şiddet,
öğrenciden öğrenciye şiddet, öğretmene şiddet ve kurumsal şiddet” olarak
irdelemekte yarar var.
Bunlarla birlikte, çocuğun
eğitimine dolaylı yönden etki eden edebî eserlerdeki şiddete değinmeden olmaz.
Eğitimde şiddetin ortadan kalkmasında öncelikle aşağıda belirlenen tarafların
birlikteliği önemlidir.
Aile içinde kişilerin
problemlerini genel olarak sözlü ya da fiziksel şiddet yoluyla çözdükleri
bilinmektedir. Dolayısıyla ders çalışması, verilen görevi yerine getirebilmesi
için öğrencinin çeşitli şekilde cezalandırılması veya korkutulmasıyla çözüme
ulaşılacağı gibi bir davranış biçimi çocuğa yansımaktadır. Yaşadığı ortamda
doğal hâle gelen bu davranış biçimi, çocuğun karşılaştığı olumsuzlukları
düzeltebilmenin yolu olarak bir davranış edinmesine ve şiddetin içselleştirilmesine
yol açmaktadır.
Okullarda saldırganlık ve
şiddeti arttıran risk faktörlerinden biri de öğretmen davranış biçimleridir.
Öğretmen doğrudan ya da dolaylı olarak saldırgan davranışlara neden olabilir. Sınıf
hâkimiyetini sağlayabilmenin en kolay yolu olarak disiplinli öğretmen imajı
ortaya koymakla başlayan öğretmen tipi, sözle veya fiziksel dokunma yoluyla
şiddet şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Çocuk psikolojisinden yoksun olarak
yetişen öğretmenlerin başvurduğu şiddet yolları; argo kelimeler ve kaba
sözlerle öğrenciye hitap etme, lakap takma gibi sözlü tacizler şeklinde
olabilir ki bu tür davranışları çoğaltmak mümkündür. Bu tavrın kulak veya saç
çekme, tokat atma, sınıfın huzurunda tek ayak üzerinde bekletme, sınıftan atmaya
kadar gittiği görülmektedir. Bunların yetmediği yerde cetvelle veya tekme tokatla
öğrenciyi fiziksel olarak cezalandırmaya kadar şiddet tırmandırılmaktadır.
Kurumsal eğitim içinde,
anaokulunu da dâhil edersek 4-18 yaş aralığı, “öğrenci” olarak görülmektedir.
Bu yaş aralığı çocukların karakter oluşumu ve gelişim yönünden en hızlı, hızlı
olduğu kadar meşakkatli geçirdikleri bir dönemdir. Oldukça enerjik yapıda
oldukları böyle bir dönemde onlardan her tür davranış ve hareketi beklemek
olağandır. Hem kendini kabullenme, hem de başkasına kabul ettirme ve varlığını
ispat etme çabasının yoğun olarak yaşandığı bir süreçtir bu dönem.
Hayat tecrübesi olmayan
öğrenci, aileden, çevreden, öğretmeninden ve arkadaşlarından gördüğü kadarıyla
karşılaştığı problemlerin çözümünün şiddetten geçtiği yönünde bir davranış
geliştirebilmektedir. Bu gerçekliği göz önünde tutunca, bazı öğrencilerin diğer
öğrencileri dövmesi, tokat atması, itmesi, çekmesi, korkutması, alay etmesi,
kızdırması, olumsuz anlam içerikli lakaplar takması, hakaret etmesi ve küçük
düşürmesi, oyun gruplarından dışlaması gibi davranışlar, okullarda en sık
rastlanan, öğrenciden öğrenciye karşı kullanılan şiddet içerikli
davranışlardır.
Eğitim ortamının
vazgeçilmezi olan öğretmenin psikolojik yapısının öğrenciyi dolaylı da olsa
etkileyen bir durum olduğunu dikkate alırsak, öğretmene yapılan olumsuz
davranışları da eğitimde şiddetin içine alabiliriz.
Öğrencinin başarısı ve eğitim
ortamındaki özgür davranışı, huzuru ve etkinliklere arzu ve istekle katılmasını
sağlayacak olan kişidir öğretmen. Dolayısıyla öğretmenin çalışmasını olumsuz
etkileyecek bir yanlış tutum, eğitim ortamını doğrudan etkileyecektir.
Öğretmeni çocuğunun bakıcısı gibi gören ve her davranışını irdeleyen veli tutum
ve davranışları, sınıf içi etkinlikler esnasında doğal olan öğrenci-öğretmen
ilişkisini kendince yorumlayıp öğretmene müdahale etmesi, suç isnadında bulunması,
karşılaşılan örneklerdendir. Velilerin öğretmeni üst yönetimlere şikâyet etmesi
amacıyla oluşturulan “Öğretmen Şikâyet Hattı” ise işin tuzu biberi olmuş,
öğretmenlerin çalışmalarına oldukça olumsuz etki etmiştir. Yanlışlığın fark
edilip hattın devreden kaldırılarak hatadan dönülmesi, velilerde oluşan “öğretmenden
şikâyetçi olma” alışkanlığının kalıcılığını ise ortadan kaldıramamıştır.
Yöneticilerin öğretmeni “eğitimin
vazgeçilmezi” görmek yerine belirlenmiş görevleri yerine getiren herhangi bir
personel olarak algılama tavrına öğrenciden öğretmene karşı yapılan şiddet de
eklenince, öğretmenin eğitim ortamında gerektiği gibi davranış sergileyememesi
olağan hâle gelmiştir ve bu durum, eğitimin önünü kesen etkenlerdendir.
Bir zamanlar “Eti senin,
kemiği benim!” diyerek çocuğunu teslim eden velinin, günümüzde, “Senin, benim
çocuğumun psikolojisini bozmaya ne hakkın var?” söylemine uzanan bir anlayışa
gelinmiştir. Her iki söylemin de eğitim alanına girmemesi gereken iki yanlış
anlayış olduğunu bilmek gerekir.
Eğitim kurumlarının
öğrenci gelişimini ve öğrenmeyi engelleyen, okul atmosferine zarar veren, suça
yönelik eylemlerin ve saldırganlığın yaşandığı yerler olması, eğitim-öğretim
etkinliklerinde bireyin ruh sağlığını ve gelişimini olumsuz yönde etkilemesi
nedeni ile önemli bir konudur. Yöneticilerin öğretmen, öğrenci ve kurum
personeline katı disiplin içinde davranış sergiledikleri görülmektedir.
Yönetici odalarının öğrenci ve öğretmenler için disipline etme veya
cezalandırma mekânları olarak algılanmasına sebep olan yaklaşımların yaşandığı da
bilinmektedir.
Bunlara ilâve olarak,
edebî eserlerde bilerek veya bilmeyerek, doğrudan olmasa da çocuğun gelişimine
olumsuz etki eden şiddetten söz edebiliriz. Çocuk edebiyatında şiddet konusu ayrıca
ele alınacaktır.
Öneriler
Eğitim alan öğrencinin
istendik davranış edinme olan eğitimden yararlanabilmesi için gönüllü ve özgür olması
gerekir. Aksi takdirde arzu edilen başarıyı elde etmesi mümkün değildir.
Gönüllülük ve özgür kalabilme, her türlü zorlama ve baskıdan amade olmayı
gerektirir. Burada eğitenin ortaya koyduğu davranış önemlidir. Eğitenin, çocuk
psikolojinden bilen, öğrencilerine empatiyle yaklaşabilen, ona karşı telkin ve
emir kipiyle yaklaşmayan bir yapıda olması gerekir.
Problem çözme becerisi
kazanamayan öğrenci, aileden ve çevreden görerek içselleştirdiği fiziksel güç
kullanarak çözüm arama yolunu seçecektir. Bunun önüne geçebilmenin yolu, öğrenciyle
birlikte ebeveynlere de problem çözme becerisi kazandırması yönünde eğitimler
vermektir. Eğitim kurumlarında ne kadar doğru davranış eğitimi verilirse
verilsin, aile desteğini arkasına almayan hiçbir emek, amacına ulaşamayacaktır.
Eğitim kurumlarının fizikî
şartları, araç gereçleri, müfredat programı ne kadar iyi olursa olsun, öğretmen
meslekî yönden yeteri kadar donanımlı değilse, şiddet olaylarının önlenmesi
kolay olmayacaktır. Öğretmenlerin öğrenci gelişimini destekleme, çatışma çözme,
öfke kontrolü gibi becerileri kazandırma, başarıya güdüleme ve davranışlarıyla
olumlu model olması, saldırganlık ve şiddeti önlemede önemli bir potansiyele
sahip olmaları gerekir.
Kurumsal yapı olarak okul,
orada bulunanların yaşantılarını kolaylaştıracak düzeyde bir ortam
oluşturmalıdır. Kurallar, özgür yaşam ortamını kısıtlayan ve tehdit amaçlı
hazırlanmış olmamalı; açık, net ve herkesin anlayacağı basitlikte sunulmalıdır.
Kişiler birbirlerini rakip olarak görmemeli, birlikte yaşanılan ortamda
eksiklikleri tamamlayan unsur olarak görülmelidir. Her yaş ve grubun kendi
içinde bir değer olduğu yönünde anlayışa sahip olunmalıdır. Kişileri dışlamak
yerine uyum ortamına çekme gayreti gösterilmelidir. Dışlama problemi
çözmeyeceği gibi, başka bir ortamda daha uyumsuz bir kişilik olarak devam
etmesine yol açabilir.
Eğitimde şiddetin önüne
geçebilmenin yolu, davranış kazandırma eğitimiyle sorun çözme becerilerini kazandırmaya
yönelik veli, öğretmen, yönetici ve okul çalışanları olarak iletişim becerisi
eğitimlerine ihtiyaç olacaktır. Burada maksat, kimseye zarar vermeden arzu ve
isteklerine kavuşma stratejisi geliştirmeye yönelik kazanımlar elde
edilmesidir.
Sonuç
Sonuç olarak belirtmek
gerekirse, eğitim ortamı, eğitimi alanın insan olma, iyi vatandaş olma ve
karşılaştığı problemlerin üstesinden gelebilmesi için davranış kazanma yönünde
yeteneğini geliştirmesi ve beceri elde etmesi gereken ortamlardır. Bu ortamlar
insanın insana, insanın hayvana ve bütün canlı mahlûkata olumlu yaklaşılmasının
beceri ve yetenek kazandırıldığı yerler olması gerekirken bizzat şiddete yer
verilmesi, o ortamı eğitim ortamı olmaktan çıkaracaktır. Dolayısıyla şiddet,
her hâl ve şartta olumsuz bir davranış olsa da, eğitim ortamlarına kesinlikle
girmemesi gereken bir davranış biçimidir.