Eğitimde akıl tutulması

Doğru bir sistemde yetişmiş insan yanlış projeye imza atmaz. “Üç beş kuruş fazla kazanacağım” diye insanımıza çürük domates vermez. Ekilip biçilecek arazilere bina yapılmasına izin vermeyen mühendisler, başkasının hakkını gasp etmek istemeyen bireyler toplumun değer yargılarıdır. Sanırım bu uğurda işe daha başlamadık bile.

İNSAN ilk başta hak ettiğini elde tutmak ve muhafaza etmek ister. Toplumun genel yapısında oluşmuş makbul ve huzurlu durum, hak ihlâlinin olmama durumudur. Bazı ülkeler var, idare etmesi kolay; bazıları var, idaresi zor. Çin, nüfuzu çok yüksek olmasına rağmen idare etmesi kolay ülkeler sınıfına girerken, Türkiye ise idare etmesi zor ülkelerden biridir.

Türkiye’nin idare edilmesi zor ülkeler sınıfında olmasının üç ana omurgası vardır: Birincisi, tarihin her aşamasında olduğu gibi coğrafî konum nedeniyle haricî gözlerin üzerinde olmasıdır. İkincisi, dâhilde çeşitliliğin farklı olmasıyla birlikte toplum dokusunun idare açısından yönetim endeksli olmasıdır. Üçüncüsü ise, toplum yapısındaki kural tanımazlık durumunun yüksek olmasıdır.

İlk iki durumun değişimi ya mümkün değil ya da zor ve karşı konulmaz durumdadır. Üçüncüsü ise tamamen insanımızın eğitilmesi ve bunun toplumsal hayata yansımasıyla ilgilidir. Türkiye, toplumsal yansımasında hak ihlâli olduğunda bunu takip eden bir insana sahiptir.

Millet olarak her zaman Devlet’in yanında durmuş bir toplumun beklenmedik itirazları fazla olmaz. Toplumun idaresindeki güçlüklerin üçüncüsü olan durum çözüme kavuşturulmadığı için her defasında ve her alanda ciddî sıkıntılarla karşılaşılıyor. Bunun bir kanayan yara olmaktan ziyade makbul toplumsal bir olguya evirilmesi ancak eğitim-öğretim ve bunun yansımayla mümkündür.

Durumu açıklayıcı kılmak için birkaç örnek olaya odaklanmakta yarar var.

Bir şehre girdiğinizde genel görünüme bakarsanız 3-5 katlı binanın yanında 8-10 katlı binaların yükseldiğini görebilirsiniz. Cadde üzerinde bir bina yola 3-5 metre mesafede olurken diğeri 8-9 metre uzakta olabiliyor. Öyle çarpık yapılaşma ki düzelmesi zor gibi duruyor. 

Hak etmediği hâlde hak edenin önüne geçmeler marifet sayılabiliyor. Cadde ve sokaklarda kural tanımazlık ciddî derecede. Özellikle trafikte acelecilik ve hak ihlâli tavan yapmış durumda.

Pazar ve alışveriş yerlerinde ürünlerin olduğundan farklı gösterilmesi azımsanmayacak derecede yüksek. Pazarda müşteriye sunulan ürünler yerine onların arkasında poşete doldurulmuş hâlde bekleyenler, bir el çabukluğu ile müşteriye veriliyor. Mağazalardaki ürünlerin yapıldığı malzemelerin içerik etiketleri okunmayacak kadar küçük ve olabildiğince gizlenme yoluna gidiliyor.

Kurumlarda ise bazı kişiler sosyal aidiyet ve tarafgirlik nedeniyle kendisini diğerlerinden farklı ve öncelikli hissediyor. Çünkü “kadrolaşma” denen hançer, milletin bağrına saplanmış durumda. Buna göre bir kurumda eşitlik, ehliyet ve liyakatten ziyade bir yapıya aidiyet nedeniyle kendisini öncelikli hissetmek âdetten sayılır olmuş.

Siyaset nicelik eksenli olduğu için taraftarlarını bir yerlere getirmek her görüşün amaçları arasında yer alıyor.

Bunların ortadan kaldırılması için üç durumun gerçekleştirilmesi gerekir: Birincisi, yeni anayasa ile siyâsî partiler vekillik tercihi ve seçimi makbul çerçeveye oturtulmalıdır. İkincisi, ipi ele geçirenin sürekli değiştirebileceği durumdan çıkacak kurumsal yapılar tesis edilmelidir. Bu ikinci durum çok ciddî emek istemektedir. Zira her siyâsî yapı taraftarlarını yukarı taşıma emeli güdeceği için oluşturulacak kurumsal yapı, siyâsî yapıların da işini kolaylaştıracaktır. Bunun yolu, kurumların en yüksek derecede şeffaflaşmasıdır. Üçüncüsü ise, asrın idrakine uygun yetiştirilmiş insandır.

Yetişmiş doğru ve makbul insan her yönüyle yönetimi kolaylaştırdığı gibi toplumdaki yanlışlıkların da ortadan kaldırılmasında öncü yöntemlerin ilkidir. Üstelik gerek donanım, gerekse sosyal açıdan yetişmiş insanın makbul ölçü ve kıvamda, ayrıca toplumun genel değerleriyle uyumlu olması esastır.

Merkezde insanın olduğu böyle bir durumda insandan beklenen tutum ve davranışın üç yolu vardır: Birincisi, caydırıcı hukukî kurallar ve ekonomik yaptırım; ikincisi, hak etmeyenin hak edenin önüne geçirilmemesi; üçüncüsü ise, her defasında birey odaklı yetişmiş insan.

Yetişmiş insanın en kısa özeti; çiğ olmaması, pişmiş ve gelenek ile yoğurulmuş olmasıdır. Böyle bir insan başkasına zarar vermek istemediği gibi hak etmediğini de almak istemez. Bu tutumun merkezinde de ahlâk anlayışı yer edinmiştir. Bu tür ahlâkın genele teşmil edilmesi de içselleştirilmiş eğitim-öğretim sürecinin fıtrata uygun yetişmeyi desteklemesiyle mümkün.

Bu konu çok geniş olduğundan bir örnekle olayı daha da netliğe kavuşturalım: Yabancı dil öğrenmede bir türlü beklentileri karşılayacak eğitimi göremiyoruz. Bunun en büyük nedeni, genel toplumsal anlayışla ilgili. Bizde iki genel anlayış var; yazılı metin üzerinde ve günlük hayatta uygulanan. Yazılı kurallar ile günlük hayattaki kuralların birbiriyle çelişmesine sıklıkla rastlarız. Bu, “-mış” gibi yapıldığı anlamına gelir. Bir öğrenci sınavlarda ve kâğıt üzerinde yabancı dil üzerinden “geçer not” almış olmasının aksine yabancı dilde gündelik hayatını idame etmeyi öğrenemiyor.

Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Bunun anlamı şudur: Uygulamalı bilim ve yaparak/yaşayarak öğrenme kalıcı ve doğru olandır. Temel fen bilimlerinde bile çoğu bilimsel çalışma teorik ve tahta üzerinde kalmaktadır. Böyle bir aşamada sosyal olayların kâğıt üzerinde kalması yanlış olmakla birlikte gayet doğaldır. Fakültelerin bazı bölümlerini öğrenciler doldururken, bazı bölümler 3-5 öğrenci tarafından tercih edilebiliyor. Bunun arka plânına bakıldığında, her iki bölümden mezun olanların da kamuda istihdam edilmesinde eşit haklara sahip olmasıdır. Bu nedenle öğrenciler daha çok sosyal bölümleri tercih ediyorlar.

Merkezde insan, insanın merkezinde eğitim, eğitimin merkezinde de ahlâk olması gerekiyor. Ahlâktan kastedilen, bu minvâlde fıtrata uygun ve doğal olandır. Yani insan iyi tanımlanmalı ve ona göre eğitim-öğretim verilmelidir.

Eğitim-öğretim bizde ve yabancı ülkelerde farklılık gösterebiliyor. Bizde eğitim tanımının odağında “kişilerde istendik davranış geliştirme süreci” iken İngilizlerde çocuğun doğasına uygun olarak “korumalı ve fıtrî yetişmişliğini desteklemek” olarak görülüyor. Burada doğru olan, çocuğun ve bireyin doğal yetişkinliğine maddî ve manevî açıdan destek olmaktır. Dolayısıyla işe eğitim-öğretimden ve öncelikle de eğitim-öğretimin yeniden insanımızın ve geleceğimizin doğa, maya, doku ve geleneğine uygun olarak tanımlanması ve uygulanmasından başlanması gerekir. Önümüzde yapılması gereken o kadar çok iş var ki, sağlıktan sonra eğitim, sanırım ilk sırada geliyor. 

Doğru bir sistemde yetişmiş insan yanlış projeye imza atmaz. “Üç beş kuruş fazla kazanacağım” diye insanımıza çürük domates vermez. Ekilip biçilecek arazilere bina yapılmasına izin vermeyen mühendisler, başkasının hakkını gasp etmek istemeyen bireyler toplumun değer yargılarıdır. Sanırım bu uğurda işe daha başlamadık bile. Buradan bakınca, bayram tatilinde ölen insan sayımız bile normal değil.