ÇOCUK ve eğitim,
kamuoyunun gündeminden hiç düşmediği gibi, genellikle en öncelikli konuların
başında yer almaktadır. Toplumun geleceğinin teminatı olması açısından
bakıldığında, çocuk ve onun hayata hazırlanması hususu, önemini daha da arttırmaktadır.
Her
çocuğun kendine özgü bir yaşam ritmi vardır. Onu ritminin gerisinde bırakmak
veya ilerisine geçirmek için zorlamak doğru değildir. Kendi farkındalığının
bilincinde olan çocuk, ritmini yakalamakta zorlanmayacaktır. Çocuğun
farkındalığını yakalayabilmesi, yeteneklerini tanımakla mümkündür. Yeteneklerinin
doğru ve yerinde kullanılması, çocuğa öğrenme süreci ile yaşamının her
kademesinde olumlu katkı sağlayacaktır.
Çocuğa
kendi olma, kendini ifade etme şansı tanımak, ona ayakları üzerinde kalma ve
karşılaştığı problemleri çözebilme imkânı sağlamak demektir. Sürekli gözetim ve
denetim altındaki çocuk, kendini ispat etme imkânı bulamaz. Çocuk, düne göre
değil, içinde yaşadığı çağa göre eğitilmelidir. Çünkü yaşadığı çağa uygun
ruhsal gelişim gösterir. Çağın imkân ve şartları, onun doğal yaşam ortamlarını
oluşturur.
Bilim
ve teknolojinin çok hızlı ilerlemesi, kısa zaman dilimlerinde dahi büyük
farklılıkların oluşmasına sebep olmaktadır. Kablolu telefonlarla ânında
görüntülü telefonların ortaya koyduğu farklılığın her an başka şeylerde de
yaşanabileceğini bilerek çocuk eğitimini gerçekleştirmekte yarar vardır. Hazreti
Ali’nin, “Çocuklarınızı
kendi zamanınızın âdetlerine göre eğitmekte ısrarcı olmayın; çünkü onlar sizin
zamanınızdan başka bir zaman için yaratılmışlardır” sözünü
hatırlarsak, konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Halk
arasında yanlış sürdürülen genel bir kanıda olduğu gibi çocuk doldurulması
gereken boş bir sayfa değildir ki yetişkinler o boş sayfaları istedikleri gibi
doldurabilsinler. Aksine çocuk, kendi fıtratıyla doğar. Yetişkinlere düşen, onu
doğru anlamak ve gelişmesi konusunda anlamlı destek vermektir. Bu destek,
çocuğun yapısına uygun gelişim sağlamasında yapılacak rehberlik olmalıdır.
Çocuk,
her türlü minerali içinde barındıran, işlenmemiş bir tarla gibidir. Aklı, ruhu,
düşüncesi ekilip yetiştirilmeye müsaittir. Bu ekim, çocuğun ruhunda akisler
uyandırmalıdır. Çocuğun iyi beslenmesi, iyi giydirilmesi, bedenî sağlığına
dikkat edilmesi, gelişiminin sağlıklı olması ona yetmez, onun ruhunun da beslenmeye
ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç nasihat ve telkinle giderilemez. Sıcak yaklaşım,
güzel söz ve davranış göstermekle, estetik zevklerin doyurulmasıyla
giderilebilir.
Çocuğun
mevcut yeteneklerinin ortaya çıkarılması, bu yeteneklerden etkin ve zayıf
olanların belirlenmesi ve zayıf olanların eğitim yoluyla geliştirilmesine imkân
sağlanmalıdır. Yeteneklerine uygun yetiştirilmeyen çocuk, toplum içinde, kıraç
tarladaki yabanî otlar misâli yer bulur; bu şekilde ya âlim ya da zalim olarak
toplumda yerini alır. Her iki hâlde de çocuk, bu toplumun bir ürünü olacaktır.
Her
çocuğun davranışı ve gelişimi farklılık gösterir ve kendine özgü karakter
oluşumu vardır. Öğrenme ve olgunlaşma süresi diğer çocuklardan farklı olan
çocuk, farklı metotlara ihtiyaç duyar. Çocuğun var olan karakter özelliklerini,
kendine has yapısını ve mizaç farklılığını keşfederek özgün gelişimine uygun
yetişebilmesine destek vermek gerekir. Çocuğu değiştirmeye, dönüştürmeye
kalkmak çocuğun özgünlüklerinden uzaklaşmasına yol açacağı için, o çocuk kendi
olamayacaktır. Kendi olarak yaşamayan çocuksa mutlu ve başarılı olmayacaktır.
Hayatın
gereğinden fazla ciddîye alınmasıyla hiç umursanmaması da aynı düzeyde insanın
aleyhinedir. Normal olan, gereği kadar, olması gereken ölçüde hayatın
önemsenmesidir. İnsan normal şartlarda kendisini bulur, kendince yaşamaktan
zevk alır ve mutlu olur. Bu çalışmada, çocukların saygın kişilikler olduğu
kabulünden yola çıkılarak yeteneklerini ortaya koyabilmeleri, kendilerini her
ortamda özgürce ifade edebilmeleri ve geliştirebilmelerini sağlayacak eğitim
ortamlarına kavuşmaları hedeflenmiştir. Bu sayede potansiyeline uygun eğitim
alarak yeteneğine uygun iş ve meslek sahibi olacak çocuğun mutlu ve başarılı
bir hayat sürdürebilmesi mümkün olacaktır.
Bu
başarının altında doğrudan ya da dolaylı olarak hizmeti olan ve olmazsa
olmazlardan iki unsurun önemini bilmekle birlikte, ana-baba ve öğretmenlerin sorumluluklarının
bilincinde olabilmeleri hususunda neler yapılabileceğini irdelemekte yarar
olacaktır.
Etkili
olması beklenen bu sorumluların çocuklarla olan ilgi, iletişim ve
birlikteliklerinin sağlıklı olarak yürütülebilmesi için sürekli eğitime tabi
olmalıdırlar.
Ana-baba
eğitimi
İnsan
neslinin var olabilmesinde, belirli bir yaşa kadar koruyup kollanmasında ve
hayata hazırlanmasında birinci derecede sorumluluk anne-babada olmakla birlikte,
bu çift, eğitim ihtiyacının tamamlamasında da önemini korumaktadır. Hayatı
anlama ve algılamadan başlamak üzere çocukta, davranış gelişiminin oluşmasında
birinci derece etkin rol sahibidir anne ve baba.
Geleneksel
Türk aile yapısında genç anne babalar, geniş aile sayesinde farkında olmadan
bir tecrübenin içinde, rolleriyle ilgili eğitimi alma imkânını
yakalayabiliyorlardı. Çağın getirdiği şartlar sebebiyle geniş ailenin yerini
çekirdek ailenin almasıyla birlikte hayat tecrübesi olmayan genç yaştaki
çiftler, anne-baba olabilme konusunda sıkıntıya girmişlerdir. Ya suyun akışına
bırakıp el yordamıyla yürütmüş ya da edindikleri kırıntı bilgilerle rollerini
yapmaya çalışmaktadırlar.
Henüz
kendileri yeterli hayat tecrübesi ve iletişim becerisi kazanamamış olan anne
babalar, çocuklarına rehberlik yapmakta zorlanmaktadırlar. Bundan dolayı oluşan
sıkıntılar, aile içi huzurun bozulmasına kadar uzanabilmektedir. Neticede bunun
ceremesini çekenler, genellikle çocuklar olmaktadır.
Bilinçsiz
anne babanın kontrolündeki ilk eğitim alanı olan aile ortamı, çocukların
kendileri olarak yaşayabilme yönünden yeterli olmamaktadır. Tecrübesiz anne
babalar hayatın akışı içinde bireysel görevlerinin stres ve sıkıntısı içinde
koşuştururken aslî yükümlülüklerini yerine getirmekte sıkıntı çekmektedirler. O
ortamda yetişen çocuk, ilk yaşlarda oluşturması gereken karakter eğitiminden
mahrum kalmaktadır.
Bu
ve benzeri sebeplerden dolayı, evlilik kararı alınmasından itibaren çiftlerin
aile olabilme, birlikte yaşama becerisi kazanma ve anne baba olabilme yönünde
bir eğitimden geçme gereği ortaya çıkmaktadır. Çağın değişim ve gelişmelerine
göre birçok konuda yeni yaklaşımlar içine girildiğine göre, toplumsal yaşamın
belkemiği olan aile ile ilgili de yeni düzenlemelere girilmek zorunluluğu ihmâl
edilmemelidir. Eğitilip yönetilmesi gereken bir varlık olan insanoğlu, anlamlı
bir hayat sürdürebilmesi için her şart ve duruma uygun eğitimi almak
durumundadır. Mesleklerin belli bir eğitim süreci sonunda edinilmesi göz önüne
alındığında, çocuk yetiştirmek gibi önemli bir konuda görev alacak bireylerin
de eğitime tâbi tutulması gerekir.
Öncelikle
ailenin, akabinde de toplumun geleceğinin teminatı olan çocukların eğitimi hakkında
plânlı ve programlı bir çalışmanın yapılmaması düşünülemez. Ergenlik çağına
ulaşmış kadın-erkek her insanın potansiyel anne ve baba adayı olduğu dikkate
alındığında, hazırlıksız sorumluluk üstlenmesi beklenmemelidir.
Hiçbir
mesleğin sınama yoluyla öğrenilmemesi gerekir. Ancak zaman veya ekonomik
kayıplara rağmen telâfi edilmesi mümkündür. Oysa çocuk eğitiminde yapılacak
hata veya düşülecek ihmâlin telâfisi mümkün olmayacaktır. Bu ve benzeri
sebeplerden dolayı, genç neslin hayata bilinçli hazırlanabilmesi, eğitimli ve
bilinçli anne-babalar sayesinde mümkündür.
Ana-baba eğitimleri, ülke politikası olmak durumundadır. Çiftlerin evliliklerinin resmîleştiği nikâhın şartlarından biri de evlilik sertifikası olmalıdır. Durum ve şartlara göre konunun uzmanlarınca farklı programlar kurmakla birlikte, evlilik sertifikası eğitiminin içeriği şöyle şekillendirilmelidir: İnsana insani yaklaşım becerisi, sevgi ve saygı, karşısındakini olduğu gibi kabullenme, iletişim becerisi, sahip olunanları paylaşabilme becerisi, güven ortamı oluşturabilme, bilinçli anne baba olabilme, çocuk bakımı, çocuk eğitimi, yer ve zamana göre tutum ve davranışlar, değerler eğitimi, ödül ve ceza.
Çocuğun
karşılaştığı problemleri aşmasında rehberlik edebilme
Bahsedilen
eğitim, Millî Eğitim Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın
koordinesi ile gerçekleştirilebilir. Halk eğitim müdürlükleri, mahallî idareler,
eğitim kurumları ve bakanlık birimleri tarafından yerine getirilebilir. Bu
maksatla yapılacak eğitimin temel programı belirlenerek kargaşa ve istismarın
önüne geçilmelidir.
Bununla
birlikte okul öncesi, ilkokul ve ortaokul öğrenci velileri, çocuğunun devam
etmekte olduğu eğitim kurumlarınca da eğitimde rehberlik konularında “ana-baba”
eğitimlerini sürdürmelidirler.
Öğretmen
eğitimi
“Öğretmen”
ve “eğitim” kelimelerinin yan yana kullanılması ilk bakışta ters görünebilir. “Mesleği
öğreten konumunda olan kişinin eğitim almasına ne gerek var?” diye
düşünülebilir. Eğitimi, bireyin yaşamını kolaylaştırmak ve anlamlı hâle
getirmek için bilgi, beceri ve anlayış kazanarak kişilik geliştirme izahı
dikkate alındığında, öğretmenin mesleğini en iyi şekilde yürütebilmesinde
önemli bir aşamanın sürekli eğitim olduğunu hatırlamakta yarar vardır.
Meslek
tercihinde öğretmenliği seçen kişinin ömür boyu öğrenmeyi göze alması gerekir. Çalışma
alanında muhatap olduğu öğrencilerin meraklı ve bir o kadar da gelişmeleri
zamanında takip edip içselleştirdiği dikkate alınınca, öğretmenin
öğrencilerinden önde gitmesini gerektirir. Öğretebilmenin, her hâl ve şarta
uygun gelişmeleri takip etmek, duruma göre çözüm üretebilmesinin yolu sürekli
öğrenmekten geçer. Öğreten değil, öğrenmeyi öğrenen ve öğrencilere uygun
rehberlik yapabilen fonksiyonda olduğunun bilincinde olarak yoluna devam
edebilen meslek erbâbı, öğrencilerini kapasiteleri doğrultusunda
yönlendirebilen eğitim ortamının lideridir öğretmen.
Eğitim
kalitesini yakalayabilmenin önemli şartlarından biri, genç beyinlerin teslim
edileceği öğretmen ve onların, mesleğin amacına uygun yetiştirilmesi
meselesidir. Mevcut durumda 1 milyona yaklaşan öğretmenin bilfiil görev yaptığı
dikkate alınırsa, nicel olarak büyük bir aksaklığın olmadığı görülmektedir.
Üzerinde durulması gereken konu, öğretmen sayısından öte, öğretmenin
yetiştirilmesindeki nitelik meselesidir.
Öncelikle
mesleği seçenlerin gönüllü olması ve isteyerek öğretmenlik mesleğini seçmesi
önemlidir. “Hiç olmazsa öğretmen olayım” zihniyetiyle veya puan yetersizliği
nedeniyle başka bölümlere kayıt yaptıramayanların eğitim fakültelerine
yerleşmelerinin önü kesilmelidir. Bilişsel yönden puanları uygun olsa dahi
eğitim fakültelerine müracaat edenlerin insan sevgisi, iletişim becerisi,
psikolojik durumu, yaratıcı düşünceye sahiplik düzeyi, pedagojik eğitim almaya
uygunluk seviyesi, entelektüellik derecesi, çağın gelişmelerine paralel teknolojiye
ilgi ve hâkimlik düzeyi, demokratik bakış açısına sahip olup olmadığı ciddî bir
süzgeçten geçirilmelidir. Çünkü herhangi bir meslekte olduğu gibi akademik
bilgi ve teknik yönden hazır olması, mesleğini yürütürken yeterli gelmeyecektir.
Öğretmenin
uğraş alanı, bilinmezliklerle doludur. İnsan ile birlikte olmak ve onunla
çalışmak herhangi bir makine ile iş yürütmeye benzemez. Öncelikle onu tanımayı
ve doğru anlamayı gerektirir. Bu da yetmez, ilgi alanlarını keşfetmeyi, arzu ve
isteklerine cevap verebilmeyi gerektirir. Öğretmenlik mesleği, herhangi bir
meslek olarak algılanmamalı, üstlendiği görevin önemi nispetinde değer
bulmalıdır.
Öğretmenin,
karşısındaki öğrenciyi anlayıp çözümleyebilmesi, birçok konuda donanımlı olması
yönünden önemlidir. Fakülte eğitimini bitirmiş olması yetmemeli, ikinci bir
kontrolden geçirilerek öğrencilere rehberlik edecek düzeyde pedagojik donanıma
sahip olup olmadığı belirlenmelidir. İkinci değerlendirmede de başarısız
olanlar farklı bakanlıkların çeşitli kademelerinde görevlendirilerek
emeklerinin karşılığını alabilirler.
Öğretmenlik
mesleğine başlayan kişi, çağın gelişmelerine uygun olarak sürekli eğitimi göze
almalıdır. Hizmet içi eğitimlerle kendini yenileme ve geliştirme imkânı
bulmalıdır. Mesleğinin her beş ve onuncu katlarında ciddî meslekî eğitim
kurslarına tâbi olmalıdır. Belirlenecek eğitimleri almayan ve aldığı eğitime
uygun olarak mesleğini icra edemeyen kişilerin öğretmenlik mesleğine son
verilebilmelidir. Bunu yapmakla hem kendisine teslim edilen genç neslin heba
edilmesinin önüne geçilecek, hem de bir an önce mesleğe atılmak için sıra
bekleyen binlerce öğretmen adayının önü açılacaktır. Aynı zamanda kişi, severek
ve isteyerek yapamadığı meslekten kurtarılmış olacaktır.
Göreve atanan genç meslek sahipleri, -ilk yıl sistem oturduktan sonra bu aşama iki yıla çıkarılabilir- ciddî anlamda uygulama çalışmasına tâbi tutulmalıdır. Bu dönemi başarıyla tamamlamayanlara öğretmenlik diploması verilmemelidir. Uygulama yılında başarı gösteremeyen, öğretmen olamayacağına karar verilenler, fakülte mezunu diplomasıyla hayatlarını sürdürmelidir.
Öğreten değil, öğrenmeyi öğrenen ve öğrencilere uygun rehberlik yapabilen fonksiyonda olduğunun bilincinde olarak yoluna devam edebilen meslek erbâbı, öğrencilerini kapasiteleri doğrultusunda yönlendirebilen eğitim ortamının lideridir öğretmen.
Eğitimciye
yapılan yatırım
Bu
kadar titiz bir seçim ve eğitimden geçirilen kişinin toplum içinde hak ettiği
yeri alabilmesi, ona sağlanacak özlük haklarıyla da orantılı olmalıdır.
Toplumun üst düzeyinde bir statüye sahip olmadığı takdirde, o meşakkatli yola
çıkacak ideal insanları bulmak kolay olmayacaktır. Öğretmenin toplum nezdinde
gördüğü sevgi, saygı ve kabul görürlülük seviyesi, kaliteli eleman istihdam
etmeyi teşvik edecek ve dolayısıyla kaliteli eğitime kavuşmanın önünü
açacaktır.
Eğitimciye
ve eğitim yöneticisine yapılan yatırım, eğitime yapılan yatırımın gerisinde
kalmamalıdır. Sıradan memur olmadığı bilinciyle seçim yapılırken, sıra dışı bir
statüye sahip bir mesleği icra edecek olması anlaşıldığında, öğretmenliğe olan
rağbet artacaktır. Seçilmiş olan kişiler de, sıradan bir iş için
seçilmediklerini bilerek, kendilerini ona göre hazırlayacaklardır. Kaliteli
eğitimin gerçekleşmesi, yönetici ve öğretmenin başarısı ile doğru orantılıdır.
Öğretmenlik
mesleğini seçen kişi, geleceği inşâ etmek idealiyle yola çıktığının bilincinde
olmalıdır. Bilinmezlerle dolu onlarca çocuğun keşfedilmeyi, anlaşılmayı
beklediğinin farkında olarak, her sınıfa girişinde yeni bir keşifte bulunacağının
heyecanını yaşamalıdır. Akademik bilgi aktarımı yerine, edinilecek bilgilerin
nerede ve nasıl uygulanabilirliği konusu, çalışmasının odağını oluşturmalıdır. Düşünen,
sorgulayan, alternatif bakış açısı ve yaratıcı düşünceye sahip nesillerin
yetişmesinde rehberlik yapacak kişinin, öncelikle kendisinin tefekkür sahibi ve
özgür düşünceli birey olması gerekir.
Merkezinde
insan olan ve her biri bilinmezlerle dolu genç beyinlerin bulunduğu eğitim
kurumlarının yönetimi, herhangi bir kurum yönetimiyle karıştırılmamalıdır.
Burada görev alacak kişilerde liyakat ile birlikte insan sevgisi ve iletişim
becerisi önemlidir. Eğitim kurumlarının kendilerine has bir iklimi olmalıdır ki
içinde yaşayanlarla birlikte çevresine kültürel etkide bulunabilsin. Bu iklim,
yönetici, öğretmen ve öğrencilerin birbiriyle kaynaşması, aynı ideallerle yola
devam etmesini gerektirir.
İnsanın
ömür boyu eğitim ve gelişmeye ihtiyacı olduğu göz önüne alındığında, icra alanı
insan olan öğretmenlik mesleğine başlamanın yeterli olmadığını bilmekte yarar
vardır. Öğretmen yetiştiren kurumlar, verilen teorik bilgilerin alan
uygulamalarının yapılması yönünde ciddî programlar hazırlamalı, hangi eğitim
kademesinde görev alacaksa o alanda öğrencilerle fiilî uygulamaları
yaşamalıdır. O dönemde yeterli beceriye sahip olmayanların mesleği yapıp yapmaması
konusu tavizsiz değerlendirilmelidir.
Bilimsel
ve teknolojik gelişmelerle birlikte, mesleğin verimli uygulanması ile ilgili
eğitimin sürekliliği gereklidir. Sürekli eğitim ve okul içi, yerel, il ve
bakanlık düzeyinde hizmet içi eğitim programları düzenlenmelidir. Programların
içeriği, yenilikler ve gelişmelerin masaya yatırıldığı, karşılaşılan
problemlerin giderilmesi ve kalitenin yükseltilmesi yönünde çalıştaylarla değerlendirilmekle
birlikte, alan uygulamalarına yansıması da örnek çalışmalarla teyit
edilmelidir. Bir katılımcı, başkalarının sınıf içi deneyimlerinden
yararlanacağı gibi, yapılan çalışmalar üzerindeki irdeleme ve
değerlendirmelerle alternatif düşünce ve uygulamaların görülmesi için de katkı
sağlanacaktır.
Okulda hizmet içi eğitim: Dar kapsamlı bu
eğitimler, kurumda çalışan öğretmenlerin var olan imkânlarla daha iyi nasıl bir
eğitim ortamı oluşturacakları konusu bakımında bir açılım sağlayacaktır. Kurumun
kapasitesine göre bütün branşlarla yapılabileceği gibi, branşlar ve yan
branşlar düzeyinde ortak uygulamalar da yapılmalıdır. Aynı öğrenci ile birlikte
olacak eğitimcilerin belli konularda ortak fikir oluşturmaları, öğrencilerin
daha iyi tanınmasına ve ihtiyaçlarına göre eğitim almasına katkı sağlayacaktır.
Öğrenci ve veli kapasitesi nispetinde üst düzey verime ulaşmak, amaç olmalıdır.
Kurumun mevcut imkânlarıyla başarılı bir eğitimin verme üzerine irdeleme
yapılması ve uygulama örneklerinin paylaşılması ön plâna alınmalıdır.
Yerel düzeyde hizmet içi eğitim: Kurum çevresinin
genişleyerek devam ettiği bu ortamlarda öğretmen, var olan yerel altyapı ve
sahip olunan kültürün geliştirilmesi yönünde yeni fikirler üretme ve çevreyle
işbirliği içinde katkı sağlama açısından önem arz eder. Burada yapılacak eğitim
ve branşlar düzeyinde özel uygulama çalışmaları yapılmalıdır. İl ve ilçe
düzeylerinde düzenlenen programlarla, yerelin özel ihtiyaçları da göz önünde
bulundurularak farklı kurumlarda yapılan çalışmaların irdelenmesi ve
değerlendirilmesiyle katılımcılar arasında etkin eğitim uygulamaları
paylaşılmış olacaktır.
Bakanlık düzeyinde hizmet içi eğitim: Hizmet içi eğitim merkezleri ve Öğretmen Akademileri’nde yapılacak nokta vuruşlu eğitimlere ağırlıklı olarak yer verilmelidir. Pedagojik formasyonların, yenilik ve gelişmelerin en üst düzeyde ele alındığı ortamlar olmalıdır. Bu programlarda yetiştirilen her eğitimci, il, ilçe ve çalışmakta oldukları okullarda bir nevi “formatör eğitimci” görevini üstlenerek eğitim kalitesinin yükseltilmesinde etkin rol oynayacağından dolayı, bu eğitimlere katılacak kişilerin özel yetenekli olması gerekmektedir.
Bahsi
geçen eğitimler sayesinde “öğreten öğretmen” yerine “öğrenen öğretmen” noktası
yakalanmış olacaktır. Öğrenen öğretmenler, çağın gelişmelerine uyum sağlamakta
zorlanmazken, öğrenmeye açık olan öğrencileriyle empatiye geçme konusunda
zorlanmayacaklardır. Bu sayede sınıf lideri/rehber öğretmen pozisyonu
yakalanmış olacaktır. Bildiklerini aktarıp ezberleyerek cevap bekleyen öğretmen
devrinin bir an önce kapanıp öğrencileriyle birlikte ortak yaşam alanını
paylaşan öğretmen seviyesini yakalamadan, eğitimde gelişmenin sağlanacağını
beklemenin sonu yine hüsran olacaktır.
Öğrencileriyle
kaynaşmayı bilen ve rehberlik görevinin bilincindeki öğrenen öğretmenlere selâm
olsun!