Eğitim vesayeti ve öğretmen sorunu

Eğitimdeki “millî, İslâmî, tarihî” kimliğin silinmesinin basamakları olan anaokulundan ilkokula, oradan ortaokul ve liseye değin “vesayetin ehramına taş taşıyan” öğretmen modeli aracılığıyla, -hâşâ huzurdan- modernitenin emrine amâde “kimlik silici” işleviyle kurumsal fiillerini icra eden “millî eğitim kadromuz(!)” var! Üniversiteler ise, her nasılsa bu tipin elinden kurtulabilmiş, seciyesi temiz kalan gençlerin bu vasıflarının SON SİLİCİ mevkii sanki!

ÜLKEMİZDE Demokrat Parti ile başlayan ve Özal, Erbakan çizgisiyle AK Parti’ye ulaşan muhafazakâr sağ-İslâmcı siyasetin enerjisini en fazla harcadığı mücadele süreci, hiç şüphesiz asırlık kökenlere ve millî devlet bünyesine sızmış inatçı, geriletici, dumura uğratıcı vesayet kurumları ve odaklarıyla çarpışmanın, yüzleşmenin tarihidir!   

Türkiye’de askerî, kültürel, siyasî, finansal ve benzeri vesayetler içinde en zor aşılacak vesayet odağı ve kurumları, tartışmasız “eğitim vesayeti”dir.

Medeniyet kurmuş kadim bir milletin mazisiyle buluşması ve dünyanın canına okuyan harami saltanatını berhava etmesini önlemenin en kestirme yolu, çocuklarımızın bu özgün millî kimlikle buluşması ve yetişmesini engellemekten geçiyordu ve özellikle maarif, yeni nesillerin kavrulması, şahsiyet erozyonuna uğratılması için benzersiz bir aparattı. Maarif sahası, uzun yıllar boyunca “millî-İslâmî-yerli” kimliğe ve kadrolara sımsıkı kapalı tutuldu. Bu sıkı gümrük, elbet maarifin ders, konu, içerik ve metotlarını da ilgi alanında tuttu. 

Türk aydını “Batı’nın gönüllü ajanı” hâline getirildi

Eğitimde vesayetin kökeninde modernleşme tarihimizde Fransa’ya “elçi” göndererek başlattığımız Batı kültürü ve normlarıyla tanışık bir Osmanlı münevverânından, Tanzimat’la birlikte “müstağrip” sınıfına evrilme var.

İyi niyetle girilen bu modernleşme süreci, zeki çocuklarımıza Batı’nın kanlı-alçak sömürüsüne yerel işbirlikçilik görevi verdi; ilerlemeci, aydınlanmacı felsefeye onları kurban etti.

Tanzimat’la birlikte kurumsal bir kimliğe bürünerek “devlet memurluğu” sınıfını doğuran bürokrasi, zamanla eğitimde de ciddi bir vesayet sorununa yol açtı.

Bu sınıfın oluşma ve kurumsallaşma hikâyesi, özetle şu diyalektik ritme uygundu:

Osmanlı, güçlü dönemlerinde Batı’nın zeki, yetenekli çocuklarını nasıl devşirip yine Batı’ya karşı kullandıysa, gücü eline geçiren Batı, tersine bir “karşı devrimcilik” yolu olarak Avrupa’nın ilmini, fennini tahsil için kucağına bırakılan Osmanlı evlatlarına, ilmi ve fenni haricinde ne varsa boca etme yolunu seçti. Bu yöntem kullanılarak Attila İlhan’ın yerinde tespitiyle Türk aydını “Batı’nın gönüllü ajanı” hâline getirildi...

“Modernite” virüsünü bünyesine alan Osmanlı, bu virüsün kültürel ve siyasî iklimi içeriden çürütme ve değiştirme becerisini vâ-esefa çok geç fark etti.

Bugün öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri ve onların akademik personeli, çoğunluk itibariyle pozitivist imanlı, Kemalist ısrarlı, millî duruşu lanetleyen, kültürel soysuzluğu kutsayan bireyler...

“Talim Terbiye Kurulu”nu teşekkül ettirmek ve yetkili kılmak kimlerin marifetiydi!?

İnkıraz dönemlerinde ortaya çıkan kâht-ı rical boşluğu, idadi bitirmiş, okuma yazması ve Fransızcası olan her gencin önemli/ kilit mevkilere, memuriyete ve elbette maarife de sorumsuzca yerleştirilmesine gerekçe oldu.

Bunu “misyoner okulları”, “yabancı dille eğitim veren okullar” ve Amerikan kolejleri izledi.

Misyoner/ Amerikan /Fransız okullarında eğitim alan seçkin evlatlarımız, son tahlilde millî ve İslâmî değerlere üvey bakarken, Batılı değerlere hayrandı. Ortaya aşağılık kompleksinin en mide bulandırıcı örnekleri çıktı.

Özellikle bürokratik ve askerî vesayetle temellenen bu yabancılaşma, tabii olarak eğitim bürokrasisini de içine aldı. Tanzimat sonrasının önemli edipleri arasında Batıperest muallim tipleri ilginçtir: Sami Paşazade, Recaizade M. Ekrem, Tevfik Fikret, Reşat Nûri, Ahmet Hamdi, Ahmet Kutsi, Kemalettin Kamu vs...

Buna, Reşit Galip öncülüğünde icra edilen “1932 Üniversite Reformu” faciasını da ekleyiniz!

Yabancı kolejlerin, misyoner okullarının benzer misyonunu, Tek Parti Dönemi’nin katı laikçi anlayışını toplumsal tabana yayma amacıyla kurduğu Köy Enstitüleri ve Kemalizm’i, Türk’ün “yeni dini”ne evirmek için 1931’de tesis edilen Halkevleri devralır. Bu iki eğitim kurumunun mensuplarında da öğrencilerinde de asla rastlanmayan tek şey, tarihî derinlik ve İslâm ile şekillenen Türk kimliğidir.

Ardından İngiltere’den ABD’ye kiralandığımız 1946 Fulbright Eğitim Anlaşması’nın belirlediği statü geldi, ki bu, eğitim vesayetinin ve eğitimde yabancılaşmanın kontrollerinin ABD büyükelçiliği ve onun CIA elemanlarına devredilmesiydi adeta.

Bu yolla, Atlantik/ NATO heyulası, Türk eğitim sisteminin nirengi noktalarını üniversiteden ilköğretime kadar belirleme ve maniple etme gücünün “resmî” yollarla paydaşı oldu.

Geçmişteki tüm müfredat rezaletleri, bunların belirlenmesinde tam yetkili olan “Talim Terbiye Kurulu”nun maharetiydi. Bu kurulu teşekkül ettirmek ve yetkili kılmak kimlerin marifetiydi!?

Adeta CHP kulisine dönen öğretmen odalarında müspet genç öğretmenlerin bile devşirildiği, maarif makyajlı, Kemalizm bahaneli bu politik bataklığın nasıl kurutulacağı bambaşka bir sorun!

Bozuk sütün kaymağı olmaz!

Bugün öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri ve onların akademik personeli, çoğunluk itibariyle pozitivist imanlı, Kemalist ısrarlı, millî duruşu lanetleyen, kültürel soysuzluğu kutsayan bireyler...

Bunların tezgâhında dokunan öğretmen adayı gençler ve öğretmenler arasında, tutarlı bir kimlik ve haysiyetli duruş sorunu var! Metafiziği, müteali (dâvâsı, ülküsü) olmayan dünyaya beş duyusunun daracık hapishanesinden bakan basit, sığ tipler, eğitim camiasında hatırı sayılır bir yekûna ulaşmış durumda.

Ortalama bir Türk(!) öğretmeninin başat kaygıları: İyi bir araba, iyi bir ev, iyi bir tatil, hak edilmemiş tüketim alışkanlıkları ve zevkler!

Sağ sol fark etmeksizin dâvâ, ideoloji savunusu, öğretmenler arasında küçük kliklerin harcı hâline geldi.

Meselesiz gerçeksiz bu kitlenin çocuklarımız, gençlerimiz, milletimiz için dertlenmediği, şu dar-ı dünyadan ötesine geçen asil hedefler peşinde olmadığı, egosu ve aile bireylerinin basit çıkarları dışında pek de bir amaç taşımadığı ayan beyan ortada. Bu nitelikten dâvâ ehli, karakter sahibi bir genç niceliğine ulaşmak hayâl çünkü; bozuk sütün kaymağı olmaz!

Hele bazıları siyaseten AK Parti’yle uyuşmaları imkânsız bu meslek erbabı, ölümüne “Reis “düşmanı ve “imanlı nesil” söyleminden rahatsızlığını her ortamda aleni dillendiriyor.

Müslümanların, Cumhuriyet tarihi boyunca “vebalı” muamelesi gördüğü “bürokrasi, memuriyet” sınıfında i’rabda mahalleri bile yok iken Reis’in ardında böyle bir bürokrat-memur kadrosu da olmadığından, millî eğitim personeli ile Hükûmet arasında empati/ sempati ilişkisi hep sorunlu oldu. 

Adeta CHP kulisine dönen öğretmen odalarında, müspet genç öğretmenlerin bile devşirildiği; maarif makyajlı, Kemalizm bahaneli bu politik bataklığın nasıl kurutulacağı bambaşka bir sorun!


Öğretmen, öğrencisinin hayatında bir ufuk çizgisi olmalıdır. Çocuk, öğretmenin kazandırdığı geniş ve zengin bakış açılarıyla uzak mesafelere, ötelere ve daha ötelere bakmayı modeller.


Günümüz Türkiye’sinde öğretmen modeli büyük oranda belli bir ideolojinin kötürüm ve partizan militanıdır

Gelinen noktada, asırlık kronik sızılarla malûl maarifimize cesaretle bir neşter atıldı: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli… Bu modelle müfredatta cesur ve yenilikçi adımlar hedeflenmiş. 

Müfredatın değiştirilmesi, millî ve manevî temaların arttırılması, konuların sadeleştirilmesi; öğrencileri birçok faydasız bilgi yığınının hamalı yapma saplantısından uzaklaşılması; Millî Eğitim Bakanlığı’nın aslında eğitmediği, sadece formel bilgileri öğretme kurumu olduğunun bilmem kaç bininci kez fark edilmesi; “millî” lafzının hovardaca kullanıldığı bir vasatta, millî vasfı eksik bir bakanlığın hüviyet-i asliyesine rücu etme çabası, en azından niyet olarak elbet çok olumlu. 

Dünyanın en nitelikli müfredatı, millî vasıfları haiz ders kitapları da hazırlansa, müfredat değiştirerek kalıcı ve müspet sonuç beklemek zor! Çünkü günümüz Türkiye’sinde öğretmen modeli büyük oranda belli bir ideolojinin kötürüm ve partizan militanıdır.

Öğretmen yetiştiren akademik kadro ve bunların zihniyet dünyası, seküler, laik pozitivist temelde kurgulanmış, materyalist kimlikler…

Bu zihinlerin yetiştirdiği öğretmen adaylarının hatırı sayılır bir kısmı, görev alır almaz kurulmuş saat gibi öğrencilerine bu laik, seküler zihni klonlamak suretiyle eğitimde bir vesayet oluşturmuşlar.

Eğitimin, çocukların duygu ve fikirlerinde asil dokunuşlarla onu yüceliklere kanatlandırmak olduğu bir gerçek!

Bütün ideali maddî kaygılar ve dünyevî zevklerle sınırlı bir öğretmenle çocukların ne hayâlleri, ne fikirleri, ne duyguları ötelere kanatlanır.

Hedonist sarmalda, beş duyusuna hapsedilmiş gençlerden şikâyet etmeden önce onlara en yakın rol model ve eğitici olan öğretmen sorgulanmalı ebeveyn ile birlikte.

Bu tipler, genellikle öğretmen odalarını adeta CHP kulisine çeviren bir grubun sarsılmaz üyesidir.

Öğretmen, müfredatın en belirleyici öznesidir

Hele bir de resmî törenler, ritüeller var ki, ne facialara sahne oluyor, bu törenlerde kaç vatan evladının kafası kalbi dağıtılıyor, ne yürekler sökülüp alınıyor yavrularımızdan!

Her 29 Ekim/ 10 Kasım/ 23Nisan/ 19 Mayıs töreni, tek parti iktidarının günümüzde de devam eden temsilcisi bir siyasî partinin propagandasına zemin oluşturuyor. Bu törenler, Cumhuriyet’in kurucu liderinin arkasına sığınılarak zımni veya aleni millî değerlere, Türk-İslâm tarihine, hassaten Osmanlı ecdadımıza bazen hakarete varan eleştirilerin kusursuz bahanesi oluyor.

Teneffüslerde başladığı sığ siyasî muhalif duruşunu ve muhalif öfkesini, derse taşıyan bu öğretmenin mensubu olduğu bir millî eğitim sisteminde öğretmenin yeri, önemi doğru konuşlanmadan yapılacak her müfredat değişimi, havanda su dövmektir. Öğretmen, müfredatın en belirleyici öznesidir, bu hakikati teslim edelim!

Eğitimdeki “millî, İslâmî, tarihî” kimliğin silinmesinin basamakları olan anaokulundan ilkokula, oradan ortaokul ve liseye değin “vesayetin ehramına taş taşıyan” öğretmen modeli aracılığıyla, (hâşâ huzurdan) modernitenin emrine amâde “kimlik silici” işleviyle kurumsal fiillerini icra eden “millî eğitim kadromuz(!)” var! Üniversiteler ise her nasılsa bu tipin elinden kurtulabilmiş, seciyesi temiz kalan gençlerin bu vasıflarının SON SİLİCİ mevkii sanki!

Dünya üniversitelerinde hür düşüncenin verimleri, Gazze’den pırıl pırıl bir insanî mânâ devşirmeyi başarırken; bizde ODTÜ öğrencileri CHP’li Çankaya Belediyesi desteğiyle LGBT hak ve özgürlükleri adına günlerdir uykusuz kalma pahasına eylem koyarken; Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, ABD bağımlı yapı ve elemanı olarak aylardır dikilerek korkuluk nöbeti tutarken ortaya çıkan bu kontrast görünüm bize şunu haykırıyor: Türkiye, düşmanın zihinsel, duygusal işgalinin en rafine hâllerinin misal mekânıdır!

Müfredat değişimi ikinci adım olmalı; ilk adım, eğitimdeki laik seküler tek parti vesayetinin kırılmasıdır!

Öğretmen, bu kör kilidin anahtarıdır. Tablo karamsar görünse de insanlığın girdiği bu karanlık tünelin ucundaki ışık öğretmendir!

Yeni müfredatın başarısı için nasıl bir öğretmen beklentimiz var? 

Öğretmen, öğrencisinin hayatında bir ufuk çizgisi olmalıdır. Çocuk, öğretmenin kazandırdığı geniş ve zengin bakış açılarıyla uzak mesafelere, ötelere ve daha ötelere bakmayı modeller. 

Kısacası hocanın sorumluluğu hayli ağır ve yüce. Çünkü 1 milyondan fazla öğretmenin tezgâhında dokunan çocuklarımızın, ekserisinde görmekle rahatsız olduğumuz bu sığlık, bu kimliksizlik, ahlâkî çürüme her yıl katlanıyor.

Oysa, öğretmenler, her çağda insanlığın umudu olmuştur!

Şimdi onları, çocuklarımız için daha bir gayretle gönül ve kafa koymaya; gençlerimizi küresel kültür, sanat, medya, siyaset, finans iktidarının esaretinden kurtarmaya davet edelim!

Öğretmen, sevgiyle şefkatle dolu yüreğe; taptaze, bilgiyle dolu zihne; gençlerimize aydınlık gelecekler sunmak için heyecanlı ve coşkulu ruha sahip olmalı! 

Onlara, branş bilgisiyle birlikte, insanî değerlerimizi, kutsallarımızı, temel görgü ve nezaketi de kazandırmak zorunlu. Öğrencilerin kafasına giden en kestirme yol, onların kalbinden geçer. Onlar, temiz yürekleriyle sahici ilgi ve sevgiyi hemen tanır. Akademik başarı öncesinde, çocuklarımızın kalbinde yer edinmek önemli!

Öğretmenlikte başarı, öğrencide rol model olmakla paraleldir. Çocuklar; estetiği, zarafeti, hanımefendiliği, beyefendiliği, yerinde kıyafet tercihini, ölçülü davranışı; olaylara, durumlara kişilere adil ve hakça yaklaşımı öğretmenden öğrenir çoğu kez!

Öğretmen, her gün en basit ve küçük davranışı bile yüzlerce minik bay ve bayanın rasatındaki rol modeldir!

Kimi zaman bir öğrencimizin derdiyle dertlenirken; onlarda gördüğü bir bayağılığa öfkelenmek yerine üzülürken ve onu nasıl rehabilite ederim diye çırpınırken, onların sevinciyle, başarısıyla kıvanç duyarken, tüm yorgunluğuna rağmen sabrını koruyup ergen taşkınlıklarına set olurken; kimi zaman öğrencilerine bilgi aktarmanın coşkusuyla sesi sınıflardan koridora taşan, çok cüzi bir ücret karşılığında dünyanın en önemli işini icra eden fedakâr bireydir Öğretmen…


Çocuklarımızdan merhameti, empatiyi, şefkati, insan ve varlık sevgisini silmeye kast eden bir düzenek kurulmuş; bu alçak düzenek, ancak öğretmenin asil duruşu ve azmine çarparak parçalanabilir.   


Bu hayatın inşâ ettiği insan, bildiğimiz insan değil artık!

Peki, okullarda, onun karşısına gelen öğrenci, hangi zorlu süreçlerin ürünü?

21. yüzyıl itibarıyla yaşanan dijital devrimin kaçınılmaz sonucu olarak sanal ortamlar, sosyal medya vs. okulla yer değiştirdi.

Öğrencilerimizin akıl hocaları, adâbımuaşeretsizlik üstad ve üstadeleri; kıyafetten mimiklerine, jestlerine, günlük dilden hayat felsefelerine kadar hemen tüm akıldaneleri, sosyal medya fenomenleri, çocukların asıl öğretmeni olmaya aday. 

Bu rahatsızlık verici durumun, popüler sığ kültürün geçici bir sendromu sanılması büyük hata olur! Durum, sanıldığının ötesinde tehlikeler barındırıyor.

Çünkü dijital alanlarda bütün soyut ahlâkî değerler, insanlığın binlerce yıllık felsefî birikimi, insanı süsleyen merhamet, şefkat, vefa, saygı, sevgi, aşk ve sorumluluk her ne varsa havaya uçuruldu.

Son tahlilde hiçbir şeyin ortak insanî düzlemde uzlaşımı yapılamaz hâle getirildi, bütün sabitlerimiz yıkılıp akışkan bir hayat inşâ edildi. Bu hayatın inşâ ettiği insan, bildiğimiz insan değil artık!

Çocuklarımızdan merhameti, empatiyi, şefkati, insan ve varlık sevgisini silmeye kast eden bir düzenek kurulmuş; bu alçak düzenek, ancak öğretmenin asil duruşu ve azmine çarparak parçalanabilir.   

Artık çocuklarımız birey olamadan bireyselleştiriliyor. Gençlerimiz, sorumluluğun yükünü taşımayı öğrenemeden, sınırsız ve sorumsuz özgürlüğün uçurumundan boşluğa itiliyor.

Nihilizm ve pragmatizm arasında pinpon topu gibi gerçeğin sert darbeleriyle sağa sola saçılıyor milyonlar.

Zevkin, hazzın bilinçaltına amaç olarak kodlandığı bu vasatta, her şeyi satılabilen ve alınabilen niteliklere hapseden popüler-dijital propaganda ağı, aileleri, toplumları, tüm insanlık ailesini çözünürlüğe uğratıyor! Bu karmaşada en büyük zarara çocuklar uğratılıyor.

Tablo karamsar görünse de insanlığın girdiği bu karanlık tünelin ucundaki ışık öğretmendir!

Öğretmen, bu kör kilidin anahtarıdır. Tablo karamsar görünse de insanlığın girdiği bu karanlık tünelin ucundaki ışık öğretmendir!

Milyarlarca data, video, film, kitap, kültür sanat ürünü, insanı daha değerli ve anlamlı birey kılamıyor artık!

Sanatın, felsefenin, dinin mutlak kötülüğe karşı verdiği savaştaki bütün argümanları, popüler kültür ve medya araçlarıyla örtüldü, gizlendi.

Sadece paranın, metanın kutsal sayıldığı; bunlarla devşirilen gücün tüm dezavantajlı kesimleri ezmeye harcandığı; sadece sarışın, beyaz tenlilerin ölümünün keder uyandırdığı; esmer tenli, kara gözlü “öteki”nin yüzlerle, binlerle, on binlerle katlinin sadece akşam haberlerinde birer rakamla geçiştirildiği bir dönemin koyu ve soğuk gölgesinde yetişiyor çocuklarımız!

Vahşi kapitalizm, binlerce yıllık tüm soyut insanî değerlerimizi, birikimlerimizi birer imaja, rakama, popülaritenin içi boş ögesine indirgedi!

Mutlak kötülüğün bu soğuk gölgesini güneşe çevirecek şefkat eli, elbette öğretmenin elidir!

Ne Fuzuli’nin, Hz. Mevlana’nın, Romeo ve Julit’in aşkı ne Platon’un, Hacı Bektaş’ın, Yunus’un, V. Hügo’nun, Dekart’ın insan sevgisiyle zinetli bilgeliği kıymet taşıyor artık.

Ne Gazali’nin, Kâtip Çelebi'nin, Cemil Meriç’in ne Rilke’nin, Tolstoy’un, Nietszche’nin hayata ve insanlık sorunlarına sunduğu soylu çözümlere kulak veren var!Evrensel birikimlerimiz güncel kültürün sığ sularında boğuldu; ortak insanî bilgelik ve erdemlerimiz ifşa modasının plastik, sahte ürünleriyle takas edildi.

İşte, derslerde öğretmenin karşısına gelen çocukların çoğu, böylesine bir kurak mevsimi, boyu bosu yerinde fakat ruhen güdük, karnı tok ama sevgiye aç masumları; günlük 300 kelimeyle fikrini, duygusunu idame ettirmeye çırpınan, kültür fukarası, empati yoksunu, çelimsiz, içi boş, cılız meyveleri ...