“EĞİTİM” deyince aklımıza
ilk gelen, okul çağına gelindiğinde kitap, defter, kalem ve çeşitli materyallerle
verilen/alınan öğreti bütünüdür. Hâlbuki eğitim, doğduğumuz anda başlayıp son
nefesimizi verene kadar devam etmektedir. “Yaşam” dediğimiz nedir ki, göz açıp
kapayıncaya, iki nefes arası sürer biter. Kim eğitilmeden, eğitmeden bu
dünyadan göçebilir?
Aldığımız
her nefes, attığımız her adım bizim için geniş kapsamlı bir eğitim dünyasıdır.
Konuşmamız susmamız, oturup kalkmamız, yiyip içmemiz, yürümemiz koşmamız, nefes
alıp vermemiz, görmemiz ve duymamızın hepsi birer eğitimdir hem birey, hem de
toplum için. Her durumun bir âdâb-ı muâşeret kaidesi vardır. Nasıl
davranacağımız, nasıl hareket edeceğimiz, nasıl konuşacağımız, nerede
susacağımız veya nasıl hitap edeceğimiz, doğduğumuz andan itibaren devam eden bir
süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yazılı
kaynaklardan okulda alındığı gibi, aile ve toplum içinde davranış şekillerinden
görerek ne kadar eğitim varsa alabiliyoruz. Sadece nazarî (matematik, fizik,
kimya, Türkçe, sosyal bilgiler, coğrafya) ya da güzel sanatlar (resim, müzik,
heykel, el sanatları) ve spor alanında alınan diğer derslerle bir eğitimden
bahsedemeyiz. Bunlar okul bünyesinde ve belirli zaman diliminde alınan
eğitimlerdir. Zaman kısıtlaması olmadan, her an, her yerde eğitime tâbi
oluyoruz. Kimse “Kimseyi eğitmiyorum” diye düşünmesin, mutlaka hepimizin her şeyden,
herkesten öğreneceği, eğitileceği birçok olgu ve davranış durumu vardır. Zira herkes,
herkesin öğretmenidir. Öyle ya, herkesin herkese vereceği bir öğreti içinde
olacağını kabul edebiliriz. Bir bebek anne ve baba, ağabey veya abla olmayı
öğretir en başta. Sonra diğer olgular devreye girer. Çeşitli meslek grupları,
komşuluk ilişkileri gibi…
Eğitim,
doğum ânından itibaren başlar. Doğan bir bebek için önce anne sütünün nasıl
verileceği, bebeğin o sütü nasıl alacağı yönlendirilir ve gösterilir. Biraz
büyüdüğünde ona, kaşığı nasıl tutacağı, yemeğini nasıl yiyeceği hem görsel, hem
de işitsel etkileşimle öğretilir. Düşe kalka yürümeye başladığında nelere
dikkat edeceğini, tehlikeli şeylere elini uzatmaması gerektiğini, yere düşen
her şeyi ağzına almaması gerektiğini, hâsılı anne-baba olarak ilk eğitimini
aile içinde veririz. Bu süreçte aile de kendi içinde kendi eğitimini almaktadır.
Anne-baba çocuğa, çocuk da anne-babaya o kadar çok şey öğretir ki, inanın,
bunun farkına çoğu kez varamamaktadır.
Çocuk
ve eğitim
Öncelikle
aile içi eğitim çok önemlidir. Görerek, göstererek yapılan eğitimin çok etkili
olduğunu düşünüyorum. Özellikle evde kitap okuyan birini gören çocuğun, “herkesin
kitap okuduğuna dair” algısı ve kendisinin de okuma eylemini gerçekleştirmesi
gerektiği ile ilgili davranış şekli gelişecektir.
Çeşitli
telkinlerle çocukları yönlendirebiliriz; fakat bunu yaparken bağırmadan, ceza
yöntemi uygulamadan gerçekleştirmeliyiz. En önce vereceğimiz ve göstereceğimiz
eğitim, sevgi olmalıdır. Ailenin koşulsuz sevgi vermesi de bu minvâlde çok
önemlidir. Sevgiyi hisseden, yapacağı her işte daha çok hevesli olacak ve
yaptığı işin zevkine varacaktır. Bu, her kesim ve her iş için geçerlidir.
Eğitimin,
eğitmenin, sevginin bir sanat olduğunu kabul ettiğimizde farklı nesillerin
yetişeceğini umuyorum. Sevgi vermek/almak, bir eğitimdir. Karşınızdakine sevgi
göstermediğiniz takdirde, o da size sevgi ile yaklaşmayacaktır. Bu durumda asık
suratlı, hayatından şikâyet eden, sevgisiz, sevimsiz, sürekli itiraz eden,
kendine ya da karşısındakine duyarsız, görevlerini ihmâl eden bireyler olarak
yetişecektir. İç-dış motivasyonu geliştirmek için bireylerin birbirini
desteklemesi gerekir. Bu da eğitimde kaliteyi çok daha fazla arttıracaktır.
İlk
vahiy âyeti “Oku!” şeklindedir. Mesnevî’nin ilk 18 beyit ve şerhi “Dinle!” diye
başlar. Bu anlamda eğitimde okumak ve dinlemenin önemi çok büyüktür. Bununla
ilgili Neşet Yayla’nın “Dinleme Odaklı İletişim” başlıklı çalışmasından birkaç
bilgiyi sizinle paylaşmak isterim:
Dinleme
odaklı eğitim
“Dinlemenin
amacı: Amaç, ulaşılmak istenen sonuç olarak tarif edilebilir; öğrenmek,
dinlenmek, eğlenmek, sorun çözmek, bilgi edinmek, sorgulamak, rehberlik etmek,
denetlemek, bir işin gereğini yerine getirmek gibi nedenlerle dinleme yapılabilir.
Dinlemenin amacı öğrenmek, bilgi edinmek, edinilen bilgileri insanî ve ahlâkî
değerlere uygun olarak kullanmak olmalıdır. Dinleme faaliyetleri problem
yaratıcı değil, problem çözücü bir sonuca yol açmalıdır. Amaç, kişisel veya
toplumsal bir yarar sağlamak, dinleneni anlamak olmalıdır.
Dinlemenin
önemi: Anne, baba, kısaca büyüklerimiz bir söz söylerken dinlemiyorsanız, ‘Beni
dinle’ diye ikaz ederler veya öğretmenler ders anlatırken öğrencilerini ‘Dinle’,
konunun önemini vurgulamak için ‘Dikkatli dinle’ diyerek uyarırlar. Eğitim-öğretim
yaşamında, günlük yaşamda ve iş yaşamında da üstler astları uyarırken aynı
şekilde hareket ederler.
Dinleme,
hayatın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Dinleme etkinliği, sosyal
yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Okulda öğretmen, ibadet yerlerinde din
adamı, mahkeme salonunda hâkim, sürekli olarak dinleme tavsiye ve telkinde
bulunur. Eğitim-öğretim hayatında genel olarak hitap etme, ‘söz söyleme’
üzerinde durulmakta, dinleme üzerinde ise hiç durulmamaktadır. Oysa günlük
yaşamımızın çok büyük bir kısmı dinlemekle geçmektedir.
Sayılabilecek
birçok nedenle dinleyiciler en az konuşmacı kadar etkin durumdadırlar. Çünkü
dinlerken ister istemez kendi bilgileri ile konuşmacının bilgilerini
belleklerinde değerlendirirler. Dinlemek için çeşitli iç ve dış gürültülerle mücadele
etmek zorunda kalırlar. Fikrimize göre dinlemek, iletişimin söz söyleme
bölümünden daha önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Nasıl konuşma sanatı
eğitimle geliştirilebilirse (dil kullanma, ses eğitimi, konuşmayı plânlama,
konuşmaya başlama, kürsüye hakim olma, konuşmayı bitirme vb.), dinleme
etkinliği de eğitimle (not alma, dikkat, duruş ve oturuş şekillerini bilme,
soru sorma, teknikleri bilme, konuşanı, söyleyeni teşvik etmeyi bilme vb.)
geliştirilebilir. Dinleme, öz olarak kendinizi yönetme sanatıdır.
Öğrenme
açısından kişilikler: Kendinizi tanıyın! Görsel misiniz?/ İşitsel misiniz? Kinestetik
misiniz? Bazı öğrenciler dikkatle dinler, bazıları sağa-sola bakarak dinler,
bazıları oturdukları yerde duramaz, bazı kişiliklerin masaları darmadağınık,
bazılarının her şeyi yerli yerindedir. Bazılarımızın üstü başı son derece
düzgünken, bazılarımızın gömleği bir tarafta, kravatı bir taraftadır. Bütün
bunlar kişilik ve öğrenme özellikleri ile ilgilidir. Bu özellikler sizi hayatın
bütün evrelerinde etkiler. Konuşurken, yürürken, yatarken, dinlerken... Bu
nedenle dinleyicilerin bu öğrenme stillerini daha küçüklükten bilmesi ve
kendisini buna göre hazırlaması gerekir.
a)
Görsel stil: Bu stildeki kişiler, bir konuyu tam olarak öğrenmeleri için
dinledikleri konuların mutlaka görselleştirilmesini beklerler; böylece daha
kolay öğreneceklerdir. Her zaman tertipli ve düzenlidirler, kendileri düzenli
oldukları için yakınlarındaki düzensizlikler onları rahatsız eder.
b)
İşitsel stil: Özellikle ses ve müziğe duyarlıdırlar; sohbet etmeyi, konuşmayı
severler, ahenkli konuşurlar. Dil öğreniminde başarı gösterirler. Okuyarak
anlayamayabilirler, o nedenle sesli şekilde kitap okumaya çalışır, konuşarak
daha iyi öğrenir, takım çalışmasına yatkın olurlar.
c)
Knestetik (dokunsal) stil: Çok hareketlidirler, yerlerinde duramazlar;
hareketlerini kontrol etmek için onlara sürekli görev vermekte yarar vardır.
Bir taraftan sınıfta gezinirken, aynı anda dinleyebilirler. Sınıfın tahtası
silinecekse en önde onlar vardır, sahne perdesini onlar açıp kapatırlar,
sınıfın havalandırması onlardan sorulur. Yaparak, yaşayarak öğrenebilecekleri
metaryelleri onlara vermek gerekir, yoksa zapt edilemezler. Dinlemez ve
çekilmez olurlar. Bir şey yapmak için sıklıkla dışarı çıkma veya parmak
kaldırma ihtiyacı hissederler.
Bütün
dinleyenler kendi öğrenme stillerini öğrenmelidirler; kişi, bu stillerden biri
ağırlıklı olmak üzere her üç stilin özelliklerini de taşıyor olabilir. İyi bir
dinleyici olmak için kendi öğrenme stilinizin farkında olmalısınız. Çünkü bu
stiller hayat boyu sizinle yaşayacaklardır.”
Son
söz
Bu
bilgiler eşliğinde çocuklarımızı daha iyi bir eğitime tâbi tutabiliriz. Farkındalığın,
eksik olan unsur olduğunu algılamalıyız. İnsan önce kendini tanımalı, kendi
kendinin farkına varmalı. Kendini tanımayan bireyler yetişiyor maalesef. İnsan
önce “Ben kimim?” sorusunu sormalı. Bunu sormadığımız takdirde aranan
cevapların hiçbirini bulamayacağız.
Eğitimci
eğittiği kişiyi, eğitilen kişi de kendini çok iyi tanımalı. Çocuğun, öğrencinin
dilinden, davranışından, hareketinden, algısından neye karşı ilgisi olduğunu,
farklı kişiliklerdeki öğrencilerin nasıl bir eğitime tâbi tutulmaları gerektiğini
ve kullanacağı ölçünün oranını bilmeli eğitimci. Öğretmen, öğrenciyle göz
teması kurmalı, karşılıklı birbirini anlamalı.
Kimi
spora, kimi sanata, müziğe, resme, bilime, yatkındır; kiminin uzun, kiminin kısa
sürede öğrenme becerisi vardır. Bunları eğitim dönemi içinde fark edebiliyorsa
bir eğitimci, öğrencisini yönetmesi çok daha kolay olacaktır. Eğitimci öğrencideki
durumu fark edemediğinde, tek tip öğrenci profili ortaya çıkacaktır. Bilgiden
yoksun, ezbere dayalı bir eğitimle zaman geçecektir.
“Şimdiki
aklım olsaydı” diyerek hayıflandığımız zamanlar olur. Geçmişte yaptığımız
hataları telâfi etmek isteriz. Şimdi, bu zamanki aklımız var ve bu zamanki
eksiklikleri görüp fark ederek itirazımızı yapabilir, düzelmesi için çaba sarf edebiliriz.
Gelecek nesil için en iyisini elbirliği ile inşâ etmeye gayret göstermeliyiz.
Hem
birey, hem de toplum olarak iyi ve ahlâklı bir eğitimin ne kadar faydalı
olduğunu büyük bir bilinçle idrak ediyoruz. Bugüne kadarki eksiklikleri burada
saymayacağım. Herkes her şeyin farkında ve maalesef ülke olarak eğitimde sınıfta
kaldık! Peki, bundan sonra neler yapabiliriz?
Bürokratik
engellerin kalkacağına, daha hızlı, bilgi odaklı, ezberden uzak bir eğitim
sisteminin yerleşeceğine inanıyoruz. Eğitimde uzmanlaşmış kişilerin, liyakat
sahiplerinin yönetimiyle sorunlar en kısa sürede aşılacaktır. Elbette kimsenin
elinde sihirli değnek yok, bir anda her şeyin değişmesini kimse beklemiyor. Bu
anlamda sistemin siyâsî odaklı değil, bağımsız olması gerektiği kanaatindeyim.