Eğitim üzerine ideolojik yaklaşımlar

Okulda okutulan bilgi, öğrencileri yönü önceden belirlenmiş yollara ve düşünce biçimlerine ulaştırmak için düzenlenmiştir ve bu bilgi büyük ölçüde egemen ideolojinin kabulünü sağlamaya dönüktür. Bu noktada eğitim programı ve “gizli müfredat” devreye girer. Eleştirel eğitim kuramcılarının bakış açısına göre eğitim programı ve ders çalışma programı, sınıfta kullanılan bir metin ya da ders müfredatı olmaktan çok ötedir. Aslında program, belli bir yaşam biçimine girişi temsil etmekte ve öğrencileri kısmen var olan ideolojik toplumdaki baskın mevkilere hazırlamaya hizmet eder.

GELENEKSEL eğitim anlayışında eğitimin tanımı ve uygulaması daha çok davranışçı yaklaşıma göre yapılır. Bu yaklaşıma göre eğitim, “davranışı istenen yönde değiştirme süreci” olarak tanımlanır. 

Öğrencilerin biçimlendirilmesi anlayışına dayanan bu türden bir yaklaşım, uzun zamandır birçok açıdan eleştirilmekte ve tartışma konusu olmaktadır. Örneğin eğitimin tanımında yer alan davranış değişikliklerinin, öğrencileri eleştirel düşünme gücünden uzaklaştıran değişiklikler olduğu yönünde bazı görüşler vardır. Bu eleştirilerin yanında, eğitimin tanımında geçen istendik davranış değişikliğinin kimin istediği değişiklik olduğu da tartışmaların merkezindedir.

Radikal eğitim savunucuları ise, okulsuz toplumu savunanlar, “okulun mevcut toplumsal yapıyı meşru kılarken, toplumsal sınıflar arasındaki eşitliği sağlamak yerine bir sınıf farkı oluşturduğunu” savunurlar. Bazı eğitim bilimciler de okulların egemen bir elit sınıfın çıkarları adına halkın ahlâkî ve toplumsal inançlarını şekillendiren bir araç olduğuna inanırlar. Aslında bu nokta, özgürlükçü eğitim uygulamalarını savunanların üzerinde durduğu en temel konulardan biridir. Onlara göre devletin denetimi altındaki okullar ve bu okullarda okutulan eğitim programları, eğitim sistemi aracılığı ile kaçınılmaz olarak egemen güçlerin buyruklarına körü körüne boyun eğecek, uysallaştırılmış ve tek tipleştirilmiş vatandaşlar yetiştirecektir. 

Bazıları ise eğitim sistemini “bankacı”, öğretmeni “yatırımcı” ve öğrenciyi ise “yatırım” olarak tanımlamıştır. Oysa eğitim, bir özgürleşme aracı olmalıdır. Çünkü eğitim, insanlaşmanın en temel araçlarından biridir. 

Özgürlükçü pedagoji olarak bilinen eleştirel pedagoji, liberal ve tutucu okul eleştirileri tarafından kullanılan pozitivist, tarihsel olmayan ve depolitize edilmiş çözümlemelere karşıdır. Eleştirel kuramcılar, eğitimin kendi tarihî, politik, ekonomik ve sosyal bağlamında mevcut sosyal ve siyasal yapının bir parçası olarak incelenmesi gerektiğini, çünkü eğitimin bu etkenlerden bağımsız olmadığını savunurlar. 

Yorumlayıcı, bilişsel, simgeci ve kültürel kuramlar gibi pozitivizm ötesi yaklaşımlardan biri olan eleştirel kuramın diğer pozitivist yaklaşımlar gibi eğitim sisteminin temel girdisi olan insana bakışı farklıdır. Bu yaklaşımlara göre insan davranışı, doğadaki olaylar gibi, kanunlarca yönetilen ya da neden olan davranışlar olarak görülemez; insan davranışı üzerinde çalışmak, doğadaki olaylar üzerinde çalışmaktan çok farklıdır. İnsan davranışlarını anlamak için insanın anlamını yorumlamak gerekir. 

Eleştirel düşünce zemininde eğitim ve insan

Eleştirel pedagoji, toplumsal kurama yeni gelişmeler katıp yeni metodolojiler geliştirirken, işe radikal bir kuram ve okul çözümlemesi yapmakla başlar. Eleştirel kuramcılar okulları, toplumdaki ideolojinin sürdürüldüğü ya da korunduğu nesnel yapılar olarak görür. Onlara göre okullar, yeniden üretim sürecinde sisteme beklediği tek tip insanı yetiştirmeye çalışan kurumlardır. Radikal eğitimciler, bu noktada eleştirel kuramcılarla aynı görüşü paylaşmış ve okulları “toplumdaki egemen yapının korunduğu ve sürdürüldüğü yeniden üretim merkezleri” olarak tanımlamışlardır. 

Okulda resmî ideolojinin yeniden üretildiği ve aktarıldığı noktasında radikal eğitimcilerle aynı görüşü paylaşan eleştirel kuramcılar, radikal eğitimcilerin aksine, bir kurum olarak okulun varlığını tartışmamıştır. Eleştirel kuramcılara göre okullar “adil bir toplumda güçsüzlerin, bireylerin ve grupların özgürleşmesini sağlayacak, farklılığı ve çeşitliliği kapsayan demokrasileri geliştirecek, bireysel ve ortaklaşa özerklikleri gerçekleştirecek yeniden üretim yerine kültürel üretim ve dönüşüm alanlarıdır”. 

Toplum bilimcilere göre toplum, adaletsizlik ve baskı doğurabilmektedir. Bu baskılardan kurtulmanın yolu ise sosyal değişmedir. Sosyal değişme ise eğitime kritik bir bakış ile pratiğin problemlerinin rasyonel ve zihinsel diyalog yoluyla iktidar ilişkilerine yoğunlaşarak çözülmesiyle başarılabilir. Bu açıdan bakıldığında eleştirel kuram, bir toplumdaki geçmiş ve güncel tüm uygulamalarda, sosyal adaletin varlığını ya da yokluğunu sorgulamaktadır. Eleştirel kurama dayanan eleştirel pedagoji, eğitim sorunlarını tartışan bir eğitim yorumu olarak düşünülebilir. 


Eleştirel kuramcılar okulları, toplumdaki ideolojinin sürdürüldüğü ya da korunduğu nesnel yapılar olarak görür. Onlara göre okullar, yeniden üretim sürecinde sisteme beklediği tek tip insanı yetiştirmeye çalışan kurumlardır.

Eleştirel pedagoji, eğitimin ve eğitim adına yapılanların ne olduğunu sorgulamakla işe başlar. Dolayısıyla eleştirel pedagoji, çoğu kez görmezlikten gelinen “Yaptıklarımızı neden yapıyoruz ve niçin bilinen geleneksel yollarla yapıyoruz?” ve “Devletin yaptığı eğitim- öğretim kimin çıkarına hizmet ediyor?” gibi sorulara cevaplar verme doğrultusunda örgütlenmiş bir olgudur. Bu anlamda eleştirel pedagoji, eğitim ve toplumsal kurumlar arasındaki ilişkileri ve ortaya çıkan sorunları felsefî, sosyolojik, ideolojik ve politik boyutlarıyla tartışan bir kuramdır. 

Eleştirel pedagojinin amacı; öğretmenlerin ve öğrencilerin kuram ile uygulama, eleştirel çözümleme ile sağduyu, öğrenme ile toplumsal dönüşüm arasındaki ilişkiyi etkin olarak sorgulayabilecekleri ve tartışabilecekleri bir ortam yaratma hedefiyle eğitsel uygulamaları ve okulları bu amaç doğrultusunda dönüştürmektir. Eleştirel pedagoji, toplumdaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve ezilenlere özgürlük getirmek amacıyla eğitimi siyasal bir eylem olarak tartışır. 

Eleştirel pedagoji savunucuları ısrarla kapitalizm ve neoliberal ekonomi politikaları ile bunların eğitime yansımaları üzerinde dururlar. Bu politikaların eşitsizlik temeline dayandığını vurgulayarak egemenlerin devlet okulları aracılığı ile uyuşmuş beyinler yaratarak kendi geleceklerini sürdürme gayreti içinde olduklarını ileri sürerler. Bu politikaların kaçınılmaz sonucu olarak ekonomik açıdan üst sınıfa ait bir ailenin çocuğu ile alt sınıfa ait bir ailenin çocuğu arasında -pek çok konuda olduğu gibi- eğitim araçlarına erişim açısından da bir dengesizlik ve eşitsizlik oluşur. Neoliberal düzende okullaşma sürecinde bu eşitsizlikler ve dengesizlikler daha da pekişerek, öğrencilerin toplum içindeki sınıfsal konumları sabitlenir. 

Neoliberal sistemde eğitim, alınıp satılan bir meta hâline getirilmektedir. Mevcut sistemlerde demokrasinin gerçek anlamı göz ardı edilerek, demokrasi basitçe bir tüketim tercihine dönüştürülmektedir. Bu dönüşüm tüm eğitim sistemini ve özelde okulu ve onun işleyişini farklılaştırır. Eğitim, politik ve ekonomik iktidarı elinde tutanlar için gittikçe daha işlevsel hâle gelir ve akademinin ulusal ve küresel düzeyde demokratik kamu yaşamının kalitesine nasıl katkılar sağlayabileceği soruları göz ardı edilir ya da ortadan kaldırılır. 

Eleştirel eğitim kavramı, serbest piyasa köktenciliği tehdidine karşı pedagojinin eleştirel düşünceyi ve radikal hayâl gücünü şekillendirici bir rol aldığı kültürel politikalar ve tam demokrasi yönünde eleştirel bir dil ve olasılıklar yaratarak eğitimciler, öğrenciler ve kültürel çalışma yandaşları için hayatî öneme sahip olabilir. Bu çerçevede eğitimin temel amaçlarından birisi de eleştirel bilince sahip bireyler yetiştirmektir. 

Egemenlik için eğitimi araçsallaştırmak

Okullarda ideolojik ve toplumsal biçimlerin heterojenliği, egemenlik için sürekli bir mücadele hâlindedir. Eleştirel pedagoji kuramcıları, öğretmenlerin eleştirel ve etken bireyler yetiştirilmesinde okulun oynadığı rolü anlamaları gerektiğini savunur. Bu anlamda eğitimcilerin eleştiri açısından eşsiz bir role sahip oldukları düşünülür. Çünkü öğretmenler, sadece kendilerindeki değişimleri değil, öğrencilerdeki ve bunun doğal bir sonucu olarak toplumdaki değişimleri etkileyebilirler. 

Eğitimciler, ideolojilerin nasıl oluşturulacağını belirleyebilir, var olan sosyal ve psikolojik egemenlik düzenlerini sürdürebilir, sona erdirebilir, sosyal uygulamaları ve süreci belirleyebilir ya da yeniden yapılandırabilirler. Klasik eğitimciler, teknik bilgi ve uygulamalı bilgiyi ayırırlar. Onlara göre ölçülebilen ve sayısal duruma getirilen bilgi, tekniktir. Doğa bilimlerine dayanır ve analitik yöntemleri kullanır. 

Pratik bilgi, bireyleri gündelik eylemler bağlamında aydınlatır. Yaşadıkları toplumsal gerçekliği anlamalarını sağlar. Eleştirel eğitimci, daha çok özgürleştirici bilgi biçimiyle ilgilenir. Bu bilgi, geleneksel teknik uygulamalı bilgi karşıtlığını ortadan kaldırır. Güç ilişkileri tarafından çarpıtılan ve yönetilen toplumsal ilişkileri anlamamıza yardım eder. Kısacası, toplumsal adalet ve eşitlik için ortam oluşturur. 

Eleştirel eğitim kuramcıları okul bilgisini, tarihsel ve sosyal kökleri olan, çıkarlara bağlı bir bilgi türü olarak görür. Okullarda, hatta herhangi bir yerde edinilen bilgi hiçbir zaman nötr veya tarafsız değildir. Çünkü belirli şekillerde sıralanmış, şekillendirilmiş ve yönlendirilmiştir. Ön plâna çıkardıkları ve dışladıklarında sessiz bir mantığın hissesi vardır. 

Bilgi, güç ilişkileri bağı içerisinde derinlere kök salmış sosyal bir yapıdır. Eleştirel kuramcılar, bilginin sosyal bir şekilde oluştuğunu iddia etmekle, bilginin belli sosyal ilişkileri (sınıf, ırk, cinsiyet ve benzeri) sürekli yaşayan bireylerle, zaman içerisinde belli anlarda yaşayan bireyler arasındaki anlaşma ve rızanın ürünü olduğunu savunur. 

Okulda okutulan bilgi, öğrencileri yönü önceden belirlenmiş yollara ve düşünce biçimlerine ulaştırmak için düzenlenmiştir ve bu bilgi büyük ölçüde egemen ideolojinin kabulünü sağlamaya dönüktür. Bu noktada eğitim programı ve “gizli müfredat” devreye girer. Eleştirel eğitim kuramcılarının bakış açısına göre eğitim programı ve ders çalışma programı, sınıfta kullanılan bir metin ya da ders müfredatı olmaktan çok ötedir. Aslında program, belli bir yaşam biçimine girişi temsil etmekte ve öğrencileri kısmen var olan ideolojik toplumdaki baskın mevkilere hazırlamaya hizmet eder. 

“Gizli müfredat”; okullaşma sürecinin istenmeden ortaya çıkan sonuçlarına verilen ad olup, alışıldık ders materyalleri ve programlanmış dersler dışında bilgi ve davranışların oluşturulduğu üstü örtülü yollar ile ilgilenir. Okulun bürokratik ve yönetimsel uygulamalarının bir parçasıdır ve onun aracılığıyla öğrencilerin otorite, davranışlar ve ahlâka ilişkin baskın ideolojilere ve sosyal uygulamalara boyun eğmeleri sağlanır. Bu durumda eğitim programı ile gizli müfredat, büyük ölçüde yer değiştirmiş olur.