"Eğitim şart!"

Eğitim, insanı iyiye, güzele, doğruya ulaştırıyor, yerinde ve kararında haz ve mutluluğa katkı sağlıyor, kişinin davranışlarında erdem oluşturuyorsa hedefine ulaşmış olur. İyi, güzel ve doğruysa, ona ulaşmaya çalışan her şey iyidir. İyi, yansıyana gösterilen etki ve tepkiye göre değişir. Etkiye karşı gösterilebilecek tepki, insanın iradesiyle verebileceği en doğal olanıdır ve gerçek özgürlüktür. Doğallık içinde takınılan tavır, eğitimin derecesini gösterir.

ÇOK klâsik kabul edilen bir başlığın altını doldurmaya çalışacağım…

Tahsilli tahsilsiz, bilen-bilmeyen herkesin olumsuzluk veya çarpıklıklarla karşılaştığında, başı dara düştüğünde hiç tereddüt etmeden, bilerek ve isteyerek kullandığı iki kelime, “Eğitim şart!” olarak karşımıza çıkar. Problemlerin oluşması veya karşılaşılan çarpıklıkların sebebi olarak eğitimin tek çıkar yol olduğu vurgulanmak istenir böylece. Bu ve benzeri kelimeleri kullananların dahi bahsi geçen eğitimle ne kadar ilgili olduğu ise merak konusudur.

Yetkili yetkisiz her kesimden insanın rahatlıkla kullandığı ve genel kabul gören bu iki kelimenin derin anlamının toplumsal yaşamda ne kadar yer bulduğuna bakmak gerek. Bir çöp yere atıldığında, kaldırıma tükürüldüğünde, kırmızı ışıkta durulmadığında veya bekleme sırasının önüne geçmeye çalışıldığında, oturulan bankların çevresi çekirdek kabuğuyla doldurulduğunda, ailece piknik yapıp sözde güzel gün geçirildiği alan çöp yığınına dönüştürüldüğünde, toplu ulaşım araçlarında otururken ayakta duran bir yaşlı ya da hasta birini görmezlikten gelmek için uyuma taklidi yapıldığında, her türlü argo ve küfürlü kelime pervasızca kullanıldığında, kısaca tüm olumsuz davranışların karşısında gayr-i ihtiyârî kullanılan söz, “Eğitimsiz, cahil” benzeri itham cümleleridir. Olumsuz davranışlar, eğitimsizlik veya cahillikle itham edilmektedir.

Olumsuzluklara sebep olan kişinin/kişilerin diplomalı mı, diplomasız mı olduğuna bakılmaz. Herkes bilir ki, herhangi bir diplomaya sahip olmakla bahsedilen konularda uygun davranış göstermenin hiçbir ilgisi yoktur. Kişilerin geliştirip yaşattığı bu olgular, onun davranış biçimleridir. Buradan anlıyoruz ki, toplum nezdinde eğitim, olumlandırmakla eşdeğer tutulmaktadır.

TDK Sözlüğü’nden yararlanarak, eğitim ve öğretim işlerini yürüten Millî Eğitim Bakanlığı’nın kurumsal olarak programlaştırıp uygulamakta olduğu “eğitim ve öğretim” kelimelerinin ne anlama geldiğine bakalım.

Eğitimin şart olduğunu biliyor ve sıklıkla kullanıyoruz, ancak uygulamaya gelince, “Eğitimin yaşantımıza yeterince katkı sağlamasına imkân tanıyor muyuz?” sorusuna verebildiğimiz cevapta tıkandığımızı görüyoruz. Ne yazık ki, uygulama aşamasında eğitimi bir kenara bırakıp onun yerini öğretimle doldurduğumuzu görüyoruz. Bunu daha iyi anlayabilmek için TDK Sözlüğü’nden yararlanarak her iki kavramı açmakta yarar olacak.

Eğitim, üç “t” ile izah edilen “talim, terbiye ve tahsil” olarak anlam bulur. Biz bunu günümüz Türkçesiyle izah edecek olursak, eğitimin “olumlu, uygun, müspet, pozitif, yararlı, beklenen, beğenilen, yapıcı” gibi kelimeleri karşıladığını görürüz. O hâlde eğitim, olumluluğa katkı sağlamalıdır.

Bahsedilen ve benzeri olumluluklarla elde edilmek istenen eğitim süreci için, “Çocuk ve genç yaştaki insanların toplum yaşayışına uyum sağlayabilmek için gerekli bilgi ve becerileri elde etme ve kendilerini geliştirme sürecidir” diyebiliriz. Bu süreç öncelikle ailede başlar, eğitim kurumlarında devam eder. Plânlı-programlı olmasa da çevreyi de bu sürecin içine katmak gerekir. Eğitim sürecinde kişi istekli ve katılımcıdır.

Öğretimin, yine üç “T” ile izah edilen “tedris, tedrisat, talim” ile anlam bulduğunu görürüz. Günümüz Türkçesi ile izah edecek olursak öğretim, “belli bir amaca ulaşmak için bilgi edinme, etkinliklerde bulunma süreci”dir. Öğretim sürecinde kişinin ne derece istekli ve katılımcı olduğunu kestiremeyiz. Öğreticinin önceliklerine göre hareket edilir.

Toplumsal kullanım açısından bakıldığında eğitim, öğretimden daha öne çıkmaktadır. Beklentiler eğitim kelimesinin anlamına uygun düşerken uygulamalar öğretim sürecini işaret etmektedir. Böyle olunca da ülkenin bütün imkânları öğretim üzerine yönlendirilmektedir. Doğal olarak böyle bir ortamda kişinin arzu, istek, ihtiyaç, beğeni ve ilgileri dikkate alınamaz hale gelmektedir. Dolayısıyla işletilen süreç ve emek karşılığını bulamamaktadır.

Birini diğerine tercih etme gibi bir düşüncenin peşinde olmamakla birlikte öncelik sırasını belirlemekte yarar var diye düşünüyorum. Eğitime katkısı olmayan öğretimin kişinin yaşamında etkili olamayacağı açıktır. Elde edilen bilgi ve yapılan etkinlikler içselleştirilip davranışa dönüştürülerek gerçek yaşamda kullanılabildiği müddetçe karşılık bulacaktır. Aksi takdirde boşa harcanmış bir süreç olmaktan öteye gitmeyecektir. Öğretim eğitime katkı sağladığı takdirde verilen emeğin karşılığı alınmış olacaktır.

Her iki hâlde de merkeze insan yerleştiğine göre, öncelikle onun değerli bir birey olduğunu ön kabulle işe başlamak gerekir. Değer, dikkate alınmayı, ona uygun etkinliklerin yapılmasını, istek ve ihtiyaçlarına göre hareket etmeyi gerektirir. Yargılama duygusundan uzak tutmak, kaygıyı körüklemekten sakınmak, yanlışlarında ve hatâlarında hoşgörüyle yaklaşmak ve niçin öğrendiğine bakmak, doğru olan yaklaşım şeklidir. Eğitim-öğretim sürecine katılan bireyin dikkat, ilgi, tutku ve gayret derecesi, verimin kalitesini belirleyecektir.

İnsan beyni ve öğrenmek

İnsan beyni öğrenmeye son derece uygun bir yapıdadır. Beyin her öğrenme durumunda yeni bir öğrenme yapısı geliştirir. Öğrenmenin önü daima açıktır. Önemli olan, açıklığın nasıl ve ne ile doldurulduğudur.

Öğrenmenin gerçekleşebilmesinde kişisel kapasitelerin sürece katkısı önemlidir. Bunlar “fiziksel kapasite, zihinsel kapasite, duygusal kapasite, ruhsal kapasite ve destek kapasitesi”dir. Bunlara ek olarak “yaşam tecrübesi”ni de eklemek gerekir.

Eğitim-öğretim sürecine katılacak bireyin fizikî yapı olarak engelsiz olması, yeteri derecede zihinsel altyapıya sahip olması, ilgi ve merakla sürece katılması, edindiklerini içselleştirerek benimseyebilmesi ve yaşam tecrübesiyle yoğurarak hayata adapte edecek güçte olmasını gerektirir.

Davranışa dönüşmeyen ve hayatın içinde yer almayan bilgi birikiminin eğitime katkısı olmayacak, “öğretim görevi yerine getirilmiş, ancak eğitim noktasına ulaşamamış bir süreç” olarak kalacaktır. İnsana yaşama sevinci veren, daha iyisine ulaşma çabası göstermesine katkı sağlayan etkinlik, eğitimi beslediği müddetçe önem arz eder.

İhtiyaçlarının ne olduğunu ve nasıl gidereceğini bilen, karşılaştığı problemleri çözme beceresi geliştiren, çözümsüzlüklerle karşılaştığında sınırlandırılmış kalıplara takılmadan alternatif bakış açısına yönelen, iletişim becerisi gelişmiş, her daim ümitvar olan bireyler, eğitilmiş bireylerdir. İnsanlar arasındaki anlamlı ilişki, bireylerin zekâsını emsallerine göre daha fazla geliştirir ve uyumu arttırır. Öğretimle yetinenler, kendisine gösterilen çözüm önerilerini tekrarlamaktan ileri geçemezler.

Eğitim, hayatın gerçeklerinden yola çıkılarak bilgi birikimi elde ederken detayları atlamadan ihtiyaçlarını giderebilme becerisi geliştirmektir. Bu aşamada birey, kendi ile baş başadır. Başkalarının hizmeti veya desteğiyle günlük yaşantısını sürdürmeye ihtiyaç duymaz. Sağlam bir özgüvenle yola çıkar, özgür düşünebilme ve düşündüklerini hayata geçirmekte tereddüt etmeden yaratıcı yönlerini ortaya koymaya çalışır.

“İnsan dünyada niçin vardır?” diye sorulduğunda, en basit şekliyle “Var edildiği için vardır” diye cevaplayabiliriz. Buna ilâveten, “var edilme gayesini bilsin veya bilemesin, yaşantısını sürdürebilmek için belli konularda çaba göstermek durumundadır”. Toplumsal yaşam gereği ve hayatta kalabilmesi için belirli davranışlar edinmesi, insanın çeşitli beceri ve yetenekler ortaya koyabilmesini gerektirmektedir. Hayatını sürdürebilmesi, edindiği beceri ve yetenekleri sayesinde yaşadığı ortama uyum sağlayabilme, kendisini geliştirebilme kabiliyetiyle mümkün olacaktır.

Alternatif öğretim yöntemlerine yer verirken teorik bilgi ve kuramlarla bireyi sınırlandırmamak gerekir. Sınırlamalar özgünlüğe ket vurur, yaratıcılığı engeller. Bireyin gelişimi, özgün olduğu ve yaratıcılığını ortaya çıkarabildiği nispette kendini gösterebilecektir. Öğrenme önemlidir, bilgi ve görgüsünü arttırma yönünden gereklidir, ancak yaratıcılıkla ters orantılı olduğunu unutmamakta yarar vardır. Yaratıcı düşüncesi etkin olmayan bireylerde yenileşme-gelişme sağlıklı olmayacaktır.

Eğitimin gerçekleşmesi, bireyin arzu, istek, ihtiyaç, ilgi ve gayretiyle mümkündür. Gönüllülük gerektirir. İçinde bulunduğu çalışma, bireyin kendi hikâyesini oluşturmalı ve duygularını harekete geçirmelidir. Duygusal değeri olan bilgiler, bellekte daha fazla kalır. Hikâyelendirme öğrenmeyi kolaylaştırır, hafızada daha uzun kalmasını sağlar.

Bugüne kadar uygulanagelen eğitim-öğretim sistemine derin bir neşter atmak gereği kamuoyunun genel beklentisi hâline gelmiş durumdadır. Bundan dolayı eğitim felsefesini değiştirmekle işe başlamak gerekmektedir.

İnsan unsurunun öne çıktığı ve insan fıtratına uygun eğitim, öncelikle farkındalığı gerektirir. Kendisi ve çevresinde olup bitenlerin farkındalığına sahip olması, yaptıklarını hissetmesi, sahiplenmesi ve süreci kendileştirmesiyle mümkündür. Bu takdirde bilişsel, duygusal ve ruhsal zekâları aktif hâle gelecektir. Bu sayede oluşacak kişisel bütünlük başarıyı sağladığı gibi hayata da anlam katacaktır. Anlamlı hayat yaşayan birey, kendisini değerli hissedecektir. Değerlilerden oluşacak ortamlar, mutluluğu ve huzuru sağlayacaktır.

Anlamlı hayatı yaşayabilmek, farkındalığı gerektirir. Kişisel farkındalıksa bireyin ne durumda olduğu, nelere ve ne tür yeteneklere sahip olduğu, neye ne kadar yeterli olduğu, arzuları ve hedeflerinin bilincinde olmayı gerektirir. Bununla birlikte, yaşadığı ortama ne derece uyum sağlayabildiği, başkalarını oldukları gibi kabul edebilirliği, yaratılanların sebepsiz olmadığı, her varlığın kendi içinde bir değeri olduğu ve hayat dengesinin her birinin varlığı sayesinde oluştuğunun bilincinde olmak gibi toplumsal farkındalığa sahip olmayı da gerektirir.

Farklılıkların ayırtımında olmakla birlikte var olanların kıymetini bilmek ve uygun iletişimde olmak da toplumsal huzura katkı sağlar. Farkındalık dar çerçevede kalmamalı, deniz dalgaları gibi gün geçtikçe genişleyerek evrenseli kucaklamalıdır. Evrensel bilgiler alınsa bile yerelleştiği oranda faydalı olacaktır.

Eğitim, insanı iyiye, güzele, doğruya ulaştırıyor, yerinde ve kararında haz ve mutluluğa katkı sağlıyor, kişinin davranışlarında erdem oluşturuyorsa hedefine ulaşmış olur. İyi, güzel ve doğruysa, ona ulaşmaya çalışan her şey iyidir. İyi, yansıyana gösterilen etki ve tepkiye göre değişir. Etkiye karşı gösterilebilecek tepki, insanın iradesiyle verebileceği en doğal olanıdır ve gerçek özgürlüktür. Doğallık içinde takınılan tavır, eğitimin derecesini gösterir.

Başta kısaca ortaya konulan olumsuzluklar ve benzerleri ile karşılaşma derecesi, toplumun eğitilmişliğini ortaya koyar. Adı “Millî Eğitim Bakanlığı” olan kurumun uygulamalarıyla yetişen nesillerin ne derece eğitilmişlik durumunda olduğuna bakılınca, uygulamaların eğitim olmadığı ortaya çıkacaktır. “Kurumun adı Öğretim Bakanlığı olsun” diye yeni bir teklifte bulunacak olsak bile ne derece öğretim yapabildiğimizse ortaya konulan istatistiklerde kendini göstermektedir. Geriye sadece bir veri kalıyor: Bakanlığın en az 18 yıl gibi insan hayatında önemli bir yer tutan sürede diplomalı insan yetiştirmekten öteye gidemediği…

Son söz

İnsanın insana değer verdiği, karşılıklı saygı ve sevgi içinde iletişimde bulunduğu, olgu ve olaylar karşısında empati gösterilebildiği, başkalarının hakkına saygı duyulduğu, aileden başlamak üzere toplumsal gelenek ve göreneklerin bilincinde olunduğu, var olan her şeyin kendi içinde bir değeri olduğu ve yaşanan dünya dengesinin hepsiyle birlikte oluştuğunun farkında olan nesiller, bilinçli eğitimler sayesinde oluşur.

Öğretim yaparken dahi eğitime ne derece katkı sağlayıp sağlamayacağı düşünülerek yola çıkılmasında yarar olacağını belirterek konuyu kapatmakta yar olacaktır.