Eğitim kurumu olarak camiler ve Ayasofya Camii

Ayasofya’nın yeniden aslî görevine, camiye döndürülerek ibadete açılması yeterli değildir. İbadete açılması ile fetih rûhu yaşatılamaz. Tarihteki ihtişamına kavuşması için öncelikle Ayasofya vakıflarının gün yüzüne çıkarılarak işgalden kurtarılması ve eğitim-öğretim merkezine dönüştürülmesi şarttır.

HAZRETİ Peygamber’in (sav) risâleti ile ümmetin sosyal, kültürel ve siyâsî hayatı “cami” merkezli olarak gelişmiş, büyümüş ve hayat bulmuştur. Bu sebeple İslâm’ın hayat ve medeniyetinin merkezi daima camilerdir. İslâm’ın tarihî serüveni ve medeniyeti, cami dışında tasavvur edilemez.

Konunun daha iyi anlaşılması için, seyri içinde İslâm tarihinin, daha doğru bir deyimle “Siyer-i Nebî”nin iyi bilinmesi gerekmektedir. İslâm’da ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri, Mekke döneminde Dârü’l-Erkâm’da başlamıştır. Medîne’de ise Mescid-i Nebevî’nin inşâsından sonra buna Bizzat Hazreti Peygamber tarafından hız verilmiştir.

Mescit, öteki adıyla camideki öğretim faaliyetleri “meclis” kelimesiyle ifade edilir. Hazreti Peygamber’in Mescid-i Nebevî’deki derslerine “Meclisü’l-İlm” denilmiştir ki bu, ilk asırda hadîs derslerini ifade ediyordu. Bu meclislerde, Hazreti Peygamber’in etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir. Halkalara ders verme konusunda bazı sahâbeler de Efendimize (sav) yardımcı olmuşlardır. Ubâde Bin Sâmit bunlardan biriydi ve mescitte Kur’ân ve okuma yazma öğretiyordu.

Hazreti Peygamber’in Mekke döneminde, ibadetlerin yanında tebliği de Kâbe merkezliydi. Medîne’ye hicret ile tüm eylem ve işlemleri Mescid-i Nebevî merkezli olmuştur. Zira Hazreti Peygamber, bedelini ödeyerek satın aldığı arsa üzerinde daha ilk günden itibaren bir mescit inşâ etmiştir. Mescidin inşâsında bizzat bir amele gibi çalışmış ve örnek olmuştur. Mescidin tamamlanmasından sonra günlük ve haftalık ibadetlerin yanında devlet işlerinin tamamı da buradan yürütülmüştür. Bu organizasyon, kendisinden sonraki nesillere bir model teşkil etmiş ve böylece devam etmiştir.

Medîne’deki Peygamber Mescidi’nin öne çıkan özelliği ise mektep (okul) görevine haiz oluşudur. Vahiy devam ettiği için İslâm’a yeni girenler burada eğitime alınıyor ve Bizzat Peygamber gözetiminde eğitiliyorlardı. “Ben bir öğretmen olarak gönderildim” hadîsi, bu önemli gerçeği ifade etmektedir. Hazreti Peygamber’den sonra Râşid Halîfeler döneminde genişleyen İslâm coğrafyasında özelikle şehir merkezlerinin imarları da cami önceliklidir. Öyle ki, cami çok yönlü bir modeldir. Sadece ibadet mekânı değil, külliyeleri ile aynı zamanda devlet işlerinin icra edildiği kurumlardır.

Hazreti Peygamber diplomatik görüşmeleri de mescitte yapar, yabancı elçileri en güzel elbiselerini giyerek burada kabul ederdi. O’nun elçileri kabul ettiği yer hâlen “Üstüvânetü’l-Vüfûd” (Sefirler Sütunu) olarak bilinmektedir.

İslâm medeniyetinde camiler sosyal hayatın bütün alanlarını kapsamaktadır. Mimarî, vakfiye, hat, kubbeler, minareler ve iç tezyinatı ile şehirlerin siluetlerine muhteşem bir görüntüsü vermektedirler. Bu yüzden İstanbul, “Minareler Şehri” diye anılmaktadır.

Cami; öncelikli görevi olan eğitim ve öğretim ile bütün ümmet coğrafyasına ışık kaynağı olmuştur. İçinde yetişen değerler ile birer ilim merkezleridirler. Özellikle Osmanlı döneminde inşâ edilen camilerin her biri ilim merkezi görevini hakkıyla icra etmişler, Cumhuriyet’in başlangıcına kadar tarihî görevlerini yerine getirmişlerdir.

Tarihî süreçte camiler sadece dinî eğitim ve öğretimin yapıldığı mekânlar olmamışlardır. Kur’ân ve hadîsi anlamadaki öneminden dolayı daha ilk asırlardan itibaren edebiyat, bilhassa eski Arap şiiri de bu derslerin konuları arasına girmiştir. Daha sonra camilerde nazarî tıp dersleri bile verilmiştir. Meselâ 11’inci yüzyılda Hâkim-Biemrillâh devrinde İbnü’l-Heysem, Ezher Camii’nde tıp dersleri veriyordu. Hazreti Peygamber döneminde, henüz İslâm’la müşerref olmuş ve dışarıdan Medîne’ye gelmiş olanlar için Peygamber Mescidi’ne bitişik bir bölüm ayrılmış ve burada dinî ilimlerin eğitim ve öğretimine başlanmıştır. Mescitte barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan Ashâb-ı Suffe, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyordu. İçlerinden bir kısmı sırf bunun için ticaret, zanaat ve tarım gibi işlerden çekilmişti. “Suffe Ehli” de denilen bu kesim, “İslâm Üniversitesi”nin ilk modeli olarak kabul edilmektedir.

Camide eğitim ve öğretim sadece erkeklerle sınırlı değildi; kadınlar için de Mescid-i Nebevî’de ayrı bir gün tahsis edilmişti. Kadınların dinî konulardaki geniş kültürleri, kendilerine Hazreti Ömer gibi sertliğiyle tanınan bir halîfeye çekinmeden itiraz edebilme cesareti vermiştir. Nitekim Hazreti Ömer, mehirlere sınırlama getiren kararından, bir hanımın itirazı üzerine vazgeçmiştir.

Osmanlı’da cami-külliye kültürü ve yıkılan “Ayasofya Külliyesi”

Camilerin eğitim ve öğretim mahalli olarak kullanılması geleneği Osmanlılarda da başlangıçtan beri benimsenen ve devam ettirilen bir uygulama olmuştur. Osmanlı cami, külliye ve medreselerindeki mevcût odalarda (hücreler) öğrenci ikâmet etmekte, medrese dershanesinde belirli dersler görülmekte, bunun dışında genel dersler camilerde takip edilmekteydi. Takrir şeklinde halka açık olarak verilen bu dersler için 17’nci yüzyıldan itibaren dersiâmların tayin edildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar aralıksız sürmüştür bu uygulama.

Camilerde dinî ilimlerin yanında güzel sanatların da ayrı bir yeri vardır. Hattâ o dönemde, İstanbul’da bazı camiler geleneksel olarak yerleşmiş dersleriyle meşhur olmuşlardır. Meselâ Nûr-u Osmaniye ve Bayezid gibi bazı camilerde hat meşk edilirdi. Nitekim Ârif Efendi, Nûr-u Osmaniye’de verdiği hat dersleriyle tanınmıştı. Bu dersler bazen, camiye bir kapı ile açılan bitişik odalarda yapılırdı.

Osmanlı camilerindeki eğitim ve kültür faaliyetlerini tamamlayan önemli bir unsur da çok yaygın olarak görülen camilerde kütüphane tesisi geleneğiydi. Cami derslerini takip eden talebeler ve namaz vakitleri arasında boş vakti olan cemaat için bu kütüphaneler çok faydalı olmuşlardır. Osmanlı cami kütüphaneleri, ya Mekke ve Medîne Harem-i Şeriflerinde, Mahmûdiye Kütüphanelerinde, Ayasofya ve Süleymaniye örneklerinde olduğu gibi cami içerisinde demir şebeke ile ayrılan bir kısma yerleştirilmiş veyahut da Bayezid Veliyyüddin Efendi, Kayseri Râşid Efendi, Konya Yûsuf Ağa Kütüphanelerinde olduğu gibi camiye bitişik olan ve bir iç kapı ile girilip çıkılan ek binalarda tesis edilmişlerdir.

Hazreti Peygamber’in mescit uygulamasını çok iyi bilen ve benimseyen Fatih Sultan Mehmed, fethin hemen ertesi gönü Ayasofya’yı camiye tahvil ederek feth-i mübîne mührünü vurmuştur. Ayasofya, camiye tahvil edilirken harap bir hâldedir ve kilise görevini yapmaktan uzaktır. Fethin sembolü olarak cami kimliğini 1934 tarihine kadar sürdürmüştür. İlk günden itibaren cami merkezli önemli ilâveler yapılmış ve zamanla bir eğitim külliyesine dönüştürülmüştür.

Ayasofya, medrese ve bağlantıları ile başlı başına müstakil bir inceleme-araştırma konusudur. Günümüzde inandırıcılığı olmayan tartışmalı bir kararnâme ile müzeye dönüştürülmesi tarihî bir hatâ ve hattâ fetih rûhuna karşı işlenmiş bir cinayettir. Ayasofya’nın yeniden aslî görevine, camiye döndürülerek ibadete açılması yeterli değildir. İbadete açılması ile fetih rûhu yaşatılamaz. Tarihteki ihtişamına kavuşması için öncelikle Ayasofya vakıflarının gün yüzüne çıkarılarak işgalden kurtarılması ve eğitim-öğretim merkezine dönüştürülmesi şarttır.

Camiler aslî fonksiyonlarını kaybettiler. Tamamen hasbî gayretlerle inşâ edilen günümüz camileri, kimlik ve hüviyetini aramaktadır. Camiler mahzundur; çünkü eğitim işlevlerini yerine getirememektedirler.

Eğitim-öğretim sistemi camiye sırtını döndü ve onunla olan bağını kopardı. Camiyle bağını kopardığından beri nesiller başarısızlığa mahkûm oldular, “Biz adam olmayız” sözü ise zihinlere kazındı. Cami, eğitim-öğretim merkezi olarak yeniden hayata döndürülmelidir. Cami, çok yönlü olarak yeniden kendine ait kimliğine döndürülerek minber ve kürsüsü ile düşüncenin, ilmin ve özgürlüğün mekânı olmalıdır.