Eğitim kurumları, metotları ve parmak izlerinin silinmesi

Önce zihinlerimize enjekte ettikleri virüslerle kanser ediliyoruz, sonra yine onlar tarafından üretilen “kepasitabin” içerikli sistem önerileriyle tedavi olma umudumuz sömürülüyor ve parmak izlerimizi kaybediyoruz. Suç işleme potansiyelimiz böyle artıyor. Toplumsal kimliğimizi ve ferdi varlığımızı imha etme suçunun cezası, müebbet hapis değildir, müebbet esaretin çığlığıdır, işitmiyoruz!

ÜLKEMİZDE son yüz yıldır uygulanan eğitim modelleri ve metotlarına bakıldığında, çocuklarımızın, gençlerimizin, gelecek nesillerimizin değişmez, benzersiz özelliklerinin görmezden gelindiğinden, yeni nesillerin yetişme sürecinde eğitim kanalı ile tek tipleştirme çabasının kasti bir proje hâline getirilerek uygulandığının ispatından ve tehlikenin büyüklüğünden söz ediliyor bize… Tabii, dinî ve millî hassasiyet ile okuma yapılırsa!


Özel kodlarla yaratılmış her insan, bir obje kabulü hâline getirilmiş durumda. Bir sınıfta 20 öğrenci var ise raftaki 20 bardakla aynı muamele gördüğünü iddia etsek abartmış olmayız. 


Her farklı parmak izi, farklı yeti ve melekelere sahip olduğumuzun önsözüdür aynı zamanda. Havsalaları zorlayacak mükemmelliğe sahip insan varlığının takdimi hükmünde olan parmak izleri madem böylesi orijin, böylesi benzersiz ve değiştirilemez nitelikte; öyleyse hayata katma değer eklemek, kendini ifade etmek, özgür ve özgün nitelikte uğraşlarla yaşama sanatını icra edebilmek, fıtratına aykırı olmayan, kodlarıyla uyumlu meslek tercihleriyle mes’ud ve dingin bir yaşam çizgisi belirlemek için önemli bir rapor niteliği taşımakta. 


Ebeveynlerin arzusu doğrultusunda ve eğitim sisteminin tek tipleştirici metotlarıyla, özenilmiş meslek seçimleri fertleri bunalım, depresyon gibi rahatsızlıklara sürüklediği kadar yaşama sevincini de çalmakta. Öte yandan şükredeceği, çalışıyor değil yaşıyor gibi üreteceği, tüm meziyetleriyle hayata katılabileceği bir sistem olmadığından çokça şikâyet eden, tahammül eşiği düşük fertlerin çoğalması ile toplum hoyrat, kaba ve incindiği oranda incitme çabasına girmiş kendi ile çelişen bireyler topluluğunu doğuruyor. 


Çünkü parmak izi, kimlik betimlemesini oluşturmada DNA’dan daha belirleyici özelliğe sahip. Öyle ki, tek yumurta ikizi olunsa bile ikizlerin parmak izleri tamamen kendine münhasır özellikler taşımakta ve aynılık arz etmemektedir. Dahası bir insanın, iki elinin 10 parmağındaki izler de tamamen, mucizevi bir biçimde farklı dokulara sahiptir. 


Bu istisnai yaratılış mucizesi 1880’li yıllarda keşfedildiğinden beridir, bilimin ilerlemesi, teknolojinin imkânlarıyla milyonlarca parmak izi arşivlenmiş olmasına rağmen dünyada hâlâ birbirinin aynı olan parmak izine rastlanmamış, rastlanması muhtemel olmayacağı kabul edilmiş bir hakikattir. 


Bu hakikat her insanı muazzam ölçüde özel kılan, benzersiz yaratılmış olmanın idrakine varıldığında özgüven ihtiyacının peşinen kendisine bahşedildiğini anlatan, bununla birlikte yaratıcının varlığını ve kudretini pratik bir biçimde izah eden, bırakılan izler ile kriminal vakaların çözülmesinde birinci dereceden delil teşkil edecek kadar kavi bir tesiri olan parmak izleri, sosyolojik, psikolojik, teolojik bir İlâhî disiplin hükmündedir. 


Peki bizler parmak izlerimizin ve fıtri melekelerimizin gerçekten farkında mıyız? Ailelerde ve okullarda bu hassas dinamik üzerine inşâ edilecek bir eğitim sistemi uygulanıyor mu? Yoksa kullanılıp atılmış, kendi birikimlerimizle uyuşmayan modelleri ezberci bir şekilde hayata mı geçiriyoruz? 


Bir avukat arkadaşımdan duymuştum. Kanserli hastaların kullandığı ve etken maddesi “kepasitabin” olan bir ilaç, ilacı kullanan hastaların parmak izlerinin tespitini engelliyormuş. İlacın yan etkisinden dolayı el ve ayak parmaklarının izleri bir şekilde hemen siliniyormuş. 


Ülkemizde de kanser tedavisinde kullanılan “Xeloda” isimli ilacın terkibinde söz konusu etken madde bulunuyormuş. Bu bilgiyi alanında uzman bir dermotolog arkadaşıma sorduğumda, çalıştığı tıp fakültesinde “Kanser hastalarında el ve ayak sendromu” adı altında bir çalışma yapıldığının ve bu bilginin doğru olduğunun altını çizmişti. 


Tuhaf bir biçimde zihnim, genç nüfusunu kaybetmiş, aile yapısını yitirmiş, insan ruhunu köleleştirmiş Batı’nın İslâm coğrafyalarında uygulanmak üzere projeler üreterek sağlıklı, insan merkezli, hür irade kodlarının esas alındığı toplumları kanser edecek sistemler ürettiğini düşünüyor. Bu Haçlı bilinci ile üretilmiş projeler, ülkelerin resmî eğitim kurumlarına dayatılıyor.


Önce zihinlerimize enjekte ettikleri virüslerle kanser ediliyoruz, sonra yine onlar tarafından üretilen “kepasitabin” içerikli sistem önerileriyle tedavi olma umudumuz sömürülüyor ve parmak izlerimizi kaybediyoruz. Suç işleme potansiyelimiz böyle artıyor. Toplumsal kimliğimizi ve ferdi varlığımızı imha etme suçunun cezası, müebbet hapis değildir, müebbet esaretin çığlığıdır, işitmiyoruz! 


Eğitim sistemi ile toplum, orijinal tarihî kodlar, inanç merkezli prensiplerle aşılanmadığı takdirde dışarıdan enjekte edilecek zihni virüslere yenik düşecektir. Haçlılar bunu biliyor. At sırtında yol kat etmesine gerek kalmadan işgalini bu bilinçle gerçekleştirerek bizi birbirini taklit eden, saadetini kaybetmiş, meslek dengelerini bozmuş, depresif fertlerle dolu bir toplum hâline getiriyorlar. 




Dergimizi bu ay, bu hassasiyetle ve kıymetli yazarlarımızın ihlaslı çalışmalarıyla hazırladık. “Her birimizin farkındalığı belki orijinal kodlarımıza dönmemizi sağlayabilir”diyor, sizlere huzurlu okumalar diliyorum… 


Hoşnut kalınız efendim.