
CÖMERT insan, Allah’ın
kendisine verdiği servetten, O’nun rızası nâmına, ihtiyacı olana, yeri ve zamanında
zekât ve sadakasını verendir. Hayrı Hakk nâmına yapan, bir nevi düşenin
kolundan tutan, kimsesiz yetimlerin kimsesi olan, hiçbir karşılığı gözetmeden
ihsanda ve bağışta bulunandır. Yani almaktan çok, Allah nâmına vermeyi seven
gönül insanıdır.
Cömertlik
kelâmının şahsın manevî âlemine hakikat ile bürünmesi için, bu yapılan yardımın
içten ve gönülden yapılması lâzımdır. Aynı zamanda, karşılığında bir hizmet ya
da başka bir şey beklenmemeli ve yapılan yardım da kırıcı bir davranış ya da sözle
olmamalıdır ki hayır yerini bulabilsin.
İslâm
âlimleri cömertlik kelâmını birkaç dereceye ayırmışlardır.
Mürüvvet,
muhtaç olanlara ihtiyacı olanları vermektir.
Vefa,
akraba ve yakın komşularının geçim işlerinde yardımcı olmaktır.
İkram,
herkese maddî ve manevî yardımda bulunmaktır. İlmiyle, aklıyla ve malıyla olduğu
gibi...
Semahat,
verdiğini severek yani gönülden vermektir.
Sehavet,
malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertliktir.
Cüd,
malının çoğunu dağıtıp geriye azını bırakarak yapılanıdır. Hazreti Ebu Bekr’in
özellikle cihada giderken yaptığı cömertlikler gibi…
İsar,
kendi için gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılarına katlanarak kendisinin
kullanması yerine başkalarının kullanması için sunulan cömertliktir. Bu,
Efendimizin ve ashabının takip ettiği yoldur ve cömertliğin en üstün ve en son
derecesidir. Medineli Müslümanların yani ensarın Mekkeli muhacirleri
şehirlerine davet edip onları her şeylerine ortak ederek Allah’ın rızasını
kazanmaları ve Hazreti Ebu Bekr’in Hicret sırasında mağarada canını hiçe sayıp
Efendimiz uğruna her şeye katlanması gibi(1)…
Ashabın
yaptığı cömertlikten bir misal vermeden olmaz. Hazreti Huzayfe şöyle anlatıyor:
“Yermük Cengi’nde yaralılar arasında kalan amcazademi aramak üzere çıktım. Yanımda
bir miktar suyum vardı. Amcazademi buldum, ‘Su!’ diye seslendi. Tam suyu
vereceğim sırada öteden biri ‘Ah, su!’ diye inledi. Amcazadem ona gitmemi ve
suyu ona vermemi işaret etti. Gittim baktım ki, As’ın oğlu Hişam. Tam su
vereceğim sırada öteden biri daha ‘Su! Su!’ diye derinden inledi. Hişam’a
vardığımda da beni ona gönderdi. Ona gidinceye kadar o ölmüştü. Hişam’a döndüm,
o da ölmüştü. Amcazademe geldiğimde o da vefat etmişti. Velhasıl, su elimde
kaldı. Allah hepsine rahmet etsin!”
Efendimizin
izinde olan binlerce mübarek insanın cömertlikte bir diğer eşsiz misali de Tebük
Seferi’dir. Bu sefer, Efendimizin, Hicret’in dokuzuncu senesinde Şam’da
toplanan 40 bin Bizans ordusuna karşı Medine’den Tebük’e kadar sevk ettiği en
son ve en güçlü askeri harekâttır. Sonucunda savaş olmamış ama en güçlü İslâm
ordusu kurulmuş, düşmana karşı askerî ve siyâsî çapta muazzam bir mesaj verilmiştir.
Bu savaşta sahabenin orduya cömertçe yardımları da muazzam derece olmuştur. Evet,
gidilecek yer uzak, havalar kurak ve düşman güçlü idi ama sahabedeki azim ve
inanç da Allah Resulü ile beraber sonsuzdu.
Hazreti
Peygamber her gün minbere oturur ve “Allah’ım! Sen şu bir avuç İslâm toplumunun
yok olmasına fırsat verirsen, artık yeryüzünde sana ibadet olunmaz” diyerek
yalvarır ve müminleri de malları ve canlarıyla cihada teşvik ederdi. Bunun
üzerine servet sahibi müminler de orduya yardım getirmeye başladılar.
Hazreti
Ömer bu sefere dört bin dirhem gümüş para (beş dirhem yaklaşık bir koyun bedeli)
getirmiş ve Efendimizin “Geriye ne bıraktın?” sorusuna, “Malımın yarısını” diye
cevap vermiştir(2). Hazreti Ebu Bekr de dört bin dirhem getirince Efendimiz, “Aile
fertleri için ne bıraktın?” sorusuna, “Onlara Allah ve Resulünü bıraktım”
deyince, bunu işiten Hazreti Ömer, hayır yarışında Hazreti Ebu Bekr’i
geçemeyeceğini belirterek ağlamıştır(3).
Abdurrahman
bin Avf, sekiz bin dirhem sermayesinin yarısını getirince, Allah’ın Elçisi, “Allah
senin getirip verdiğini de, ev halkın için ayırdığını da bereketlendirsin!” diye
duada bulunmuştur(4).
Hazreti
Osman ise ordunun ihtiyacında en büyük yardımı yapan olmuştur. O üç yüz deve,
yüz at bağışlamış, ayrıca bin altın lirayı da Efendimizin kucağına dökmüştür.
Efendimiz, “Ey Allah’ım! Ben Osman’dan razıyım, Sen de razı ol!” diye duada
bulunmuş ve Hazreti Osman’ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir
sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir(5).
Konumuz
cömertlik olunca, cömertliği ile meşhur Hatem-i Taî’den de bir kıssa ile
bahsedelim.
Bir
gün Hatem-i Taî’ye, “Senden daha cömert bir kimse var mı acaba?” diye sorarlar.
O da “Var” der ve başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır: “Bir gün bir
seferim sırasında bir gence misafir olmuştum. Genç, fakir bir kimse olmasına
rağmen bana bir koyun kesip hazırlattı. Önüme koyunun böbreği gelince, ‘Ben koyunun
böbreklerini çok severim’ dedim. Bir ara ev sahibi genç ortalıktan kayboldu. Biraz
sonra baktım ki, varı yoğu yedi koyunun yedisini de kesmiş, böbreklerini
hazırlamış ve önüme getirmişti. Ben şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Çünkü
biliyordum ki bu genç, fakir bir kimse idi. ‘Niçin benim için varın yoğun olan
yedi koyununu kestin? Ben senden böyle yapmanı istemedim. Sadece koyun
böbreğini sevdiğimi söyledim’ dediğimde, o fakir genç şu karşılığı verdi: ‘Bana
Tanrı misafiri gelmiş, hiç onun sevdiği bir şeyi ikram etmemek olur mu?’ Gencin
bu misafirperverliğine hayran kalmış, gözlerim yaşarmıştı.”
Hatem-i
Taî’ye, “Onun iyiliğine karşı sen ne yaptın?” diye sordular, “Ona derhâl 300
deve, 500 koyun gönderdim” diye cevap verince, “Demek ki sen ondan daha cömertsin”
dediler. Hatem-i Taî “Hayır!” dedi, “O benden daha cömertti. Çünkü o, bana nesi
varsa ikram etti. Bense ona sadece malımın birazını gönderdim”.
Bir
diğer kıssa da Hazreti Yahya ile iblis arasında geçen bir konuşmadan…
Bir
gün Yahya Nebî (as) iblis ile karşılaşır ve ona, “Ya iblis, söyle bana! Dünyada
en sevdiğin ve en kızdığın insan hangisidir?” diye sorar. İblis de ona, “En
sevdiğim insan müminin cimrisi, en nefret ettiğim insan da fâsık cömerttir” diye
cevap verir. Hazreti Yahya ona “Neden?” diye sorar ve şeytan da şu cevabı verir:
“Çünkü cimrinin cimriliği bana yeter, fakat fâsık cömerde gelince, Allah’ın, cömertliğini
göz önünde bulundurarak onu affedeceğinden korkarım” der ve “Eğer sen Yahya (as)
olmasaydın, bu sırrı sana açmazdım” diyerek yanından gider(6).
Ölüm
gelmeden evvel Allah’ın bizlere verdiği ikramları Allah nâmına harcamak,
üzerimize düşen en hayırlı işlerdendir. Gönülden cömert olmalı, bu hayırlı
işleri de asla sonraya bırakmamalıyız. İzmirli Haşmet Uslu’nun bizlerle
paylaştığı, hayattayken durumu oldukça iyi olan ama cimrilikten de asla taviz
vermeyen birinin mezar taşındaki şu sözleri oldukça düşündürücü ve anlamlıdır: “Toplamayı
yapar, çarpmayı yapar ama hayatta hiç çıkarmayı bilmezdi; öldükten sonra vârisleri
bölmeyi öğrendiler.”
Son
olarak cömertlikle ilgili birkaç hâdisi paylaşacağız:
“Cömert,
Allah-u Teâlâ’ya yakındır, halka yakındır, cennete yakındır, cehennemden
uzaktır. Cimri, Allah-u Teâlâ’ya uzaktır, halktan uzaktır, cennetten uzaktır,
cehenneme yakındır. Cahil fakat cömert olan kimse, Allah katında âbid fakat
cimri kimseden daha sevimlidir.” (Tirmizi, Birr, 40)
“Allah-u
Teâlâ cömerdi gece gündüz ibadet eden cimriden daha çok sever.” (Tirmizi)
“Cennet,
cömertler yurdudur.” (Ebu’ş-Şeyh)
“Mal
sahiplerinin vermekten kaçındıkları zekât, kıyamet günü azgın bir yılan şekline
sokularak boyunlarına dolanacaktır.”
“Aman
cimrilikten sakınınız! Çünkü cimrilik, bir cemiyeti hem zekât vermekten
kaçınmaya, hem akrabalık bağlarını çiğnemeye, hem de birbirlerinin kanını
dökmeye sürükler.”
1-Mehmed Kırkıncı Hoca
2- (İbn Esir
üsdü’l-Gabe,III,326-327;M.Asım Köksal, İslam Tarihi,2.baskı,İstanbul,t.y.,IX,156,157)
3- (Vakıdi,Meğazi,III,991;ibnü’l-Esir
a.g.e.,III,327)
4-
Vakidi,Meğazi,III,991;Taberi,Tefsir,X,197
5- Bk. Ahmed b. Hanbel, IV,75;
Vakıdi,a.g.e.,III,991;İbn Ishak, İbn Hişam,Sire,IV,161
6- Kalplerin Keşfi- İmam-ı Gazali
7- Hadisler: Kalplerin Keşfi / İmam-ı Gazali