Efendi-köle düzeni

Her fitnenin kaynağı olan Skyes-Picot Anlaşması, Fransız ve İngiliz efendilerin kurduğu bir köle düzenidir. Buna Rusların destek vermesinin günümüzdeki karşılığı ortadadır. Askerî cunta ve darbelerle bu düzenler devam etti. Rejimler değişti, kadrolar değişti, ideolojiler değişti. Ama efendi-köle düzeni adına bir şey değişmedi. Batılı köle-efendi düzeni hep devam etti…

ALLAH, insanı yarattı ve ona akıl verdi. Bunun yanında ona irade hürriyeti de verdi. Aklın karşısına konan irade hürriyeti, onun insan hareketleri üzerine etkisini azalttı ve bazen onu yanılttı. Bu durum insanı akılsızca hareketlere itti. Akılsızca yapılan işler er veya geç insana zarar verdi.

İnsana verilen bu akıl ona yetmedi. Aklı destekleyen ve onun hür iradesinin tesirinden uzak olarak ona kendi başına hüküm vermesine yardım eden bir de vahiy gönderdi. Zira insan, hemcinsleriyle birlikte yaşamak durumundadır.

Onlarla birlikte hayatını devam ettirirken, her şeyin Yaratıcısı tarafından gönderilmiş olmak gibi meziyeti haiz birinin açıkladığı, hakkında görüş birliğine varılmış bir kanuna ihtiyaç duyar. Çünkü Allah’ın müdahalesi olmazsa insanın yaptığı işler kusurlu, eksik ve gâyesiz olur.

Akıllı kimse, bu muhkem nizâmın Alîm ve Hakîm olan Yaratıcı tarafından olduğunu anlayınca, kullarına hidâyet etmek için yarattıklarından birini elçi olarak göndermesini de rahatlıkla anlar. İnsanlık tarihi boyunca birçok peygamber gelip geçmiştir. Her bir peygamber, aynı zamanda Allah’ın bir delilidir.

İnsanlar, onlara olan bağlılığa ve ilgiye göre ehemmiyet kazanır veya kaybederler. Onlara düşmanlık edenler, Allah’a düşmanlık etmiş; dostluk gösterenler de Allah ile dost olmuş olurlar. İlâhî hikmetin gereği olarak insanların iyilik ve saâdeti için gönderilen Resûller, vazîfelerini ifa ederlerken çeşitli belâ, sıkıntı ve ıstıraba maruz kalmış, muhaliflerinin her türlü fiilî ve sözlü saldırılarına uğramışlardır.

Bütün bunlara rağmen, hiçbir zaman fütur göstermemiş, vazîfelerini yerine getirmeye son derece kararlı bir şekilde devam etmişlerdir. Müminlerin dünya hayatında örnekleri, genel anlamda bütün peygamberler, Hazreti İbrâhim (as) ve beraberinde bulunanlar; özelde ise Hazreti Muhammed’dir (sav).

Bu bağlamda O’nun Tevhîd mücadelesi hiç kuşkusuz peygamberler içinde en çetin mücadele özelliği taşımaktadır. Çünkü O’nu diğer peygamberlerden üstün kılan vasıflar ve Kendisine yüklenmiş olan sorumluluğu da dikkate almak sûretiyle yapılan bir değerlendirme daha objektif olacaktır.

Niyetimiz ve asrımıza göre murâdımız, insanlığın tarih boyunca peygamberlere ve onların çağrılarına niçin kulak vermediklerini Hazreti Muhammed (sav) örneği ile genelleştirmektir. O’nun bir Peygamber olarak varlığının hikmeti, temelde Allah’a teslimiyet prensibine dayalı bir inancın tebliğ edilip yayılmasıyla eş anlamlıdır. O, içinde yaşamış olduğu toplumun her türlü karşı koymasına rağmen, bu görevini kararlı bir şekilde sürdürmüştür. Ancak bu karşı çıkışın temelinde bazı siyâsî, sosyal, ekonomik, kültürel ve dinî sebeplerin varlığı gözlenmektedir.

İnsanı insanlıktan çıkaran sistem

Yazımıza başlık seçerken, “efendi-köle düzeni”nin hâlâ devam ettiğine ithafen, günümüze ait köleliğin mekân ve kullandığı silahların değişikliği ile beraber bu zaman dilimindeki “vahşi kapitalizmin” isimli ve demokrasi, liberalizm veya nasyonal sosyalizm soslu faşizm veya türevi olarak krallık rejimlerini düşündük.

Tarihte bütün peygamberlerin Hazreti Muhammed’in (sav) Güzîde Şahıslarında meczolmuş Risâlet mâkâmına karşı çıkanların ortak itiraz noktaları, aşağı yukarı aynı istikamettedir. Lâdini savunucusu  tağutların düzeninde, dünyanın efendisi olduklarını söyleyen zalimlerin özetle dedikleri şu: “Atalarımızın dinine karışma, zenginliklerimizin kaynağını sorma/sorgulama, kendi ellerimizle diktiğimiz putlarımıza ilişme! Kurduğumuz bir düzen var; bizim olduğumuz yerde neden siz lider olasınız? Bize hizmet eden kölelerin hâllerinden sorgu etmeyin!”

Günümüz açısından da Risâlet ile gelen emirlere karşı hâlâ güncelliğini koruyan menfi düşüncelerin ve sonuçta toplumların bekâsını ihlâl eden olguların bilinmesi, insanlık açısından bir önem ifade etmektedir. Zira Kur’ân, İlâhî çağrıların tebliğcisi olan peygamberlere karşı çıkışı, inançsızlık ve ahlâksızlığı, millet, devlet ve medeniyetlerin başlıca çöküş sebebi olarak değerlendirmektedir.

Ümmet-i İslâm’ın bugün mücadele etmesi gereken nokta da burasıdır! Bugün zalimlerin efendi-köle düzenine devam etmelerinin hiçbir din ve inançta yeri yoktur. Yaşanan kargaşanın kaynağı, Kabil ve Habil’den beri gelen hak ile bâtılın mücadelesidir.

Beşeriyetin, Allah’ın koyduğu şeriata (yola) aykırı hareketinden sonra yol göstericiler olarak peygamberler göndermesi, Yaratan’ın şânındandır ve ulûhiyetin sırrı bunu emreder.

Yüce Allah’ın peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiği tek ve ortak bir din vardır. Bu dinin adı, İslâm’dır.

Bütün peygamberler adı İslâm olan bu dini tebliğ edip yaşamış ve anlatmışlardır. Hazreti Âdem’in anlattığı dinin adı İslâm olduğu gibi, Hazreti Mûsâ ve Hazreti Îsâ’nın anlattığı din de İslâm’dan başka bir din değildir. Nihâyet Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) bu dinin Son Peygamberi olmuştur.

Buna göre, yeri gelmişken, “Semâvî dinler ifadesi yanlıştır” kanaati doğrudur. Çünkü bir tane din vardır, o da İslâm’dır.

Şu âyetler bu hakikati apaçık göstermektedir: “Allah nezdinde hak din, İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.” (Âl-i İmrân, 19)

Allah’tan gayrı ilâh edinenlerin insanlığı içine attığı zulüm girdabına karşı, “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır” (Âl-i İmrân, 85) hükmü sabittir.

Günümüzde yaşadığımız sıkışmışlık sürecinde bize kefen biçenler, oyunlarına karşı Türkiye’nin inşâ ettiği post-Osmanlı düzenine isyan ediyorlar.

Figüranlar değişik, senaryo aynı

Osmanlı sonrası dönemde Kuzey Afrika ve Mezopotamya’da yeni bir köle-efendi düzeni kurulduğunu hatırlayalım. Her fitnenin kaynağı olan Skyes-Picot Anlaşması, Fransız ve İngiliz efendilerin kurduğu bir köle düzenidir. Buna Rusların destek vermesinin günümüzdeki karşılığı ortadadır. Askerî cunta ve darbelerle bu düzenler devam etti. Rejimler değişti, kadrolar değişti, ideolojiler değişti. Ama efendi-köle düzeni adına bir şey değişmedi. Batılı köle-efendi düzeni hep devam etti.

Fransızlar ve İngilizler, daha sonra da Amerikalılar efendi oldu. Siyasal elitler ve azınlıkçı düzenin bekçileri de bunların kölesi... Saddam’ın ayaklanması, bir köle ayaklanmasıydı. Yıllarca efendilerine hizmet ettikten sonra özgürleşmeye yönelen bir adım attığında efendiler tarafından kellesi alındı.

Mısır’da Muhammed Mursi (rahmetli) de en büyük ayaklanmalardan birinin liderliğini yapmıştı. Bir de bunu demokrasi ile yapıyordu. Tâbiri caizse, efendilerin oyunuyla efendileri alt etmek gibi bir kıyam hareketi oldu bu. Affedilecek bir suç değildi; netîcesi binlerce masumun katli oldu ve ülkenin geleceği yıllar sürecek bir bilinmeze bırakıldı.

Sonra Orta Doğu’da yılların intikamını almak için Kürtlerin yeni yükselen PKK ve PYD siyasetlerini gözümüzün içine sokarak bu düzene katmak istedi efendiler. Bütün siyasal seçkinler Batılı efendilerine imrendiler. Her yıl onların başkentlerine “kutsal ziyaretlerde” bulunarak büyülendiler. Oraları âdeta kıblegâh bellediler, Onlar gibi kalkınmak, onlar gibi eğlenmek, onlar gibi rüya görmek istediler. Ama bu hiçbir zaman olmayacak bir şeydi! Çünkü köleler olmazsa, Batı düzeninin efendi-köle diyalektiği süremezdi.

Batı küresel düzeninin efendiliği, bu kölelerin varlığına bağlı. Bundan dolayı her zaman isyanlar, darbeler ve ayaklanmalarla yaşadı Orta Doğu. Büyük hapishaneler çalıştı. Mısır’da, Libya’da, Suriye’de, Irak’ta işkenceyi rutin bir biçimde yapan çarklar döndü. Kölelerden isyana tevessül edenler, özgürleşme cesaretinde bulunanlar ezildiler, yok edildiler, çöllerin umutsuz yalnızlığına gömüldüler.

Birilerinin yanlış anlamasına gerek kalmadan söyleyelim, Türkiye, Kemalizm ile İngilizlerin kurduğu efendi-köle diyalektiğini aşma cesaretini devlet düzeyinde gösteren tek siyaseti izliyor. Hakkını ketmetmeden söyleyelim, AK Parti iktidarlarıyla bu netleşti! Riski göze alan, özgürlüğü hak eder. Efendi-köle diyalektiğini aşar. Türkiye de yüz yıldır kurulu bu düzeni aşacak risk alma cesaretini gösteren üst bir siyaset ortaya koydu. Risk alarak efendi olan efendiler, risk almayarak köle kalan köleler dünyası…

Türkiye, risk alarak efendiliğe yürüyen ve özgürleşen bir siyaset izlemektedir bugün ve Batı bölge düzenini aşmaktadır. Kuzey Afrika’da ve Mezopotamya’da bunu yapmaktadır. Bundan dolayı Libya’da işi var, Suriye’de işi var, Irak’ta işi var! Bundan dolayı operasyonlar yapıyor, diplomasi geliştiriyor!

Orta Doğu bölgesinde devlet düzeyinde ilk isyandır Batı düzenine karşı bu kıyam hareketi. Türkiye, Batı düzeninin köle-efendi diyalektiğine dayalı düzenden kurtulmanın “bölgesel isyanı”dır.

Bu hareket bir isyan ahlâkıdır. Bu nedenle, Skyes-Picot Anlaşması’nın Fransız lejyonu Mösyö Macron ürküyor.

Dünyanın beş efendisinden biri olan Fransa, en üst perdeden tepki gösteriyor. Libya ve Suriye’nin gerçek sahibi kızıyor. Çünkü Mağrip ülkelerinde hâlâ Fransızca ve üst seviyelerde görev yapan Fransız hayranları hâkim. Diğer beş efendi adına sözcülük yapıyor Macron ve bu küresel efendiler düzeninin sözcülüğünü üstleniyor. Utanmaz bir yüzle hâlâ İslam coğrafyasının köle düzeniyle devamını istiyor. Türkiye’nin isyanını ve yeni düzen arayışını tehdit görüyor.

Elbette tehdit görecek. Çünkü sömürge düzeni yok olacak! Dıştaki lejyonerlerin, içteki Fransızların, “Suriye’de, Irak’ta, Akdeniz’de, Libya çöllerinde ne işimiz var?” diyenlerin, PKK’yı, FETÖ’yü kutsayanların efendiliği sona erecek!

Türkiye’nin artan ve genişleyen nüfûzuyla beraber toplumlar ve siyasetler de ecdâdın Nizam-ı Âlem Ülküsü olan medeniyet tasavvuru ile galip gelecektir. Vesselâm…