Edirne’de üç iyi/güzel öykü yazarı: Sedat Sayın, Tuba Yavuz ve Gülay Alpagut

Edirne’de üç iyi öykücü yaşıyor bugün, evet. Edirne’de üç iyi öykücü yazıyor bugün, evet. Edirne’den Kars’a, öyküyü yaşatan güzel yüreklere selâm olsun! Lütfen okuyalım, okutalım onları…

“EDİRNE’den Kars’a…” diye başlayan bir sözümüz var bizim. Türkiye geneli konuşulacaksa, bir uçtan bir uca mânâsında, Edirne ile başlar her söz…

Ama iş edebiyata gelince durum farklı! Tarihinde büyük şair Ahmet Neşâti Dede’yi, Şair Sezai-i Gülşenî’yi ve nice büyük Dîvan şairini yetiştiren bu mümbit topraklar, bu zengin rûh iklimi, biraz ıssız son yarım asırdır.

İyi şairler Rıdvan Canım’la Mustafa Hatipler’i bir kenara koyarsanız, geriye şiir, öykü, roman, deneme, biyografi, portre adına -neredeyse- hiçbir şey kalmaz Edirneliden bugün. Ama Gocuman Calap, Edirne’nin yüzüne gülüyor olmalı Rumeli’yi ve İstanbul’u fetheden başkent Edirne’ye üç güzel öykücü, üç iyi hikâyeci, üç değerli tahkiyeci göndermiş: Kırklareli’den Sedat Sayın’ı, Erzincan’dan Tuba Yavuz’u, Bayburt’tan Gülay Alpagut’u...

Dışarlıklı üç öykücü anlatıyor artık Edirne’nin kadim hikâyesini

Ama kaderin cilvesine bakın ki, bugün (2020) Edirne’de edebiyatın, özellikle de öykünün bayrağını Dışarlıklılar yani Edirne doğumlu olmayanlar dalgalandırıyorlar. Lâyıkıyla hem de...

Artık Edirne’nin kadim hikâyelerini, Edirneli olmayanlar anlatıyor. Bülbül Adası’nın, Saraçlar Caddesi’nin sevinçli, Meriç’in, Tunca’nın hüzünlü, Arda’nın trajik öykülerini… Edirne, artık yanık bir türküdür bu üç öykücünün satır aralarında. Diyeyim size!

 

Hayatı edebiyat anlatmak ve öykü yazmak olan adam: Sedat Sayın

Adı, “Sedat”… Sergenli Sedat… Sergen, Kırklareli’nde bir kasaba. Yaşı kırklarda genç bir adam Sedat Sayın. Kırklarelili olduğuna aldanmayın, Edirne’de yaşıyor yirmi yılı aşkın süredir. Geçinmek için edebiyat öğretmenliği ediyor. İşi kelimeler… Kelimelerden kazanıyor hayatını; kelimelerle, cümlelerle, kitaplarla geçiniyor. Kelimeleri, cümleleri, kitapları anlayarak. Ve anlatarak…

Kelimelerden, cümlelerden, mısralardan, beyitlerden bir dünya kurmuş kendine, bir hayat kurmuş; onları okuyarak, onları okutarak; onları belleyerek, onları belleterek; onları yaşayıp onları yaşatarak yaşıyor. Sedat Sayın’ın işi, iyi yazılanı iyi anlatmaktır. Evet, geçimi, mesleği o. Ama Sedat Hoca’yı çoğu meslektaşından ayıran bir vasfı daha var: O, sadece güzel yazılanları güzel anlatan değil, güzel de yazan birisi… Üstelik kolay görünen zoru başaran bir kalem, “güzel hikâye yazan” bir kalem o… Zaten lisans ve yüksek lisans tezi de “hikâye”… Sedat Sayın’ın hayatının başı da, ortası da, sonu da hep aynı: Hikâye... Öykülerini Yedi İklim’de, Dergâh’ta, Şahdamar’da ve Balkan Türküsü dergisinde okuduk en çok.

 

Sedat Sayın’ın hikâyelerinin ortak vasıfları neler mi? Öncelikle sağlam, titiz, ilmek ilmek dokunan bir kurgu… Ilgıt ılgıt esen samyeli örneği içinizi serinletecek tertemiz, özenli, pırıl pırıl bir Türkçe… Buram buram samîmiyet kokan, sizi alıp götüren, hiç bitmesin duygusuyla okuduğunuz bir örgü… Şiirsel, şiirimsi, şiir gibi bir üslûp... Olaylarla durumların rahatsızlık vermeyen, aksine sarıp sarmalayan iç içeliği… Âdeta size film izletiyormuş tadı veren; kâh olayların içine içine çeken, kâh birden yakın plâna götürüp psikolojik tahlillerle zenginleştiren, kâh birdenbire sizi dışarıya çıkarıp bir perspektiften, peyzaj seyrettirircesine karşıdan bakmayı, baktırmayı, gözlemlemeyi sağlatan bir sunum…

Sizi şaşırtmayan, sürprizlere pek açık olmayan, diğer yandan da sizi yanıltmayan bir öykü onun öyküsü. Uzaklarda, bir Yalnızlık Koridoru’nda yaşayan Sedat Sayın’ı yakından takip etmeyi ihmâl etmeyin!

 

Öykücülüğümüzün genç bir “Sitare”si: Tuba Yavuz

Tuba Yavuz, genç bir öykü yazarı; henüz otuzlu yaşlarının ortalarında. Edirne’de bir sonbahar günü rastladım ona. Meriç Hikâye Günleri’nin armağanı o bize. Çok okuması, çok deneme okuması dikkatimi çekti ilkin. “Bu kadar çok okuyan, mutlaka yazıyordur yahut yazmalı” diyordum. Yanılmamışım; ilk öykü kitabı Sitare’si yayımlandı onu tanıdıktan dokuz ay sonra.

Genç bir öykücü olmasından olmalı, daha çok bir çocuğun peşine düşüyoruz Tuba Yavuz’un öykülerinde. Duru, saf, tertemiz bir çocuk, çocuksuluk sinmiş öykülerin içine. Kısa, kısaca, kısacık cümlelerle örülü Tuba Yavuz’un öyküleri. Başta tezat olmak üzere netlik, açıklık ve yalınlık dikkatinizi çekecek öykülerde. Bir de arı duru bir Türkçe… İnce, hassas bir duyarlık alıp götürecek sizi; yer yer durumlar çıkacak karşınıza, yer yer olaylar.  

 

Hüzünle, hicranla, hayâl kırıklıklarıyla bezeli bir öykü onun öyküsü. “Tuba Yavuz’a bir sonbaharda rastladım” demiştim, Aslında Tuba Yavuz’un öyküleri daha çok bir sonbahar öyküsü. Genç yaşına rağmen bir sonbahar öykücüsüdür o. Kahverenginin tonları hâkim öykü kahramanlarının hayatlarında. Umut, neşe, sevinçlerden ziyâde karamsarlık, umutsuzluk, ürkeklik hâkim… Deneme ve öyküleriyle Hece Öykü, Türk Edebiyatı, Tütün, Poyraz, 4K, Kundak, Edirne ve Balkan Türküsü dergilerinde göründü.

“Tuba Yavuz” adına dikkat ediniz, o öykümüzün, öykücülüğümüzün genç bir sitaresidir artık; adını yükseklere yazdıracak!

 

Edebiyat yapma özleminden çok, toplumsal mesajları önceleyen bir yazar: Gülay Alpagut

Bayburtlu bir ailenin beş kızının ikincisi olarak Edirne’de doğmuş Gülay. Edirne Şükrüpaşa İlkokulu’ndan mezun oluyor, bazı sebeplerle imam-hatip okulundaki öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Ortaokul öğrenciliği yıllarından bu yana yazılar yazmaya devam eden Alpagut, ulusal bir öykü yarışmasında birincilik ödülüne değer bulunuyor. Eğitimini dışarıdan sürdürme kararı alan yazar, uzun süre ara verdiği edebiyata “Senden Sonra Hiç” adlı romanıyla yeniden dönmüş durumda.

Öyküleri “Kırklar Kulübü” adı altında kitaplarda yer almış. Yaz’istan’bul Fahri Tuna Edebiyat Atölyesi’nde yazarlık eğitimi alan Alpagut’un bir süre sonra “Kırmızı Papatyalar” adlı ilk öykü kitabı yayımlanıyor.

 

Her zorluğa, engellemeye karşın su akıyor, yolunu buluyor. Gülay Alpagut da, birçok zorluğu göğüsleyip adını edebiyat mahfillerine yazdırmayı başarmış güzel bir örnek; direnmiş koşullara, kaybolup gitmemiş.

Gülay Alpagut, hüdâyınabit yani doğuştan bir yazar. Yazmayı seviyor da. Öğrencim o benim! Önceleri roman yazmaya çalışmış. Öyküye de ben yönlendirdim. Yer yer şiirsel metinler de yazıyor. Edebiyat yapma özleminden çok, toplumsal mesajları önceleyen bir yazar o. Yirmi bir öykünün yer aldığı bu kitabında, Filistin’den uyuşturucu kullanımına, büyükşehir keşmekeşinden boşanmalara, Güneydoğu’dan modern insanın yalnızlığına birçok sosyal ve toplumsal temaları işlemiş.

Rahat yazıyor, doğal yazıyor, kaleminin götürdüğü yere ve yöne doğru yazıyor. Naif, içli, duygulu, imgesel, psikolojik derinlikli, edebiyat ağırlıklı öyküler de yazıyor.  Yer yer karamsarlık ağır basıyor gibi gelebilir öykülerde. Ama sabırlı olun, sonunda hep iyilik, güzellik, iyimserlik kazanıyor. Karamsar görünen ama sonunda umut vaat eden bir kitap Kırmızı Papatyalar’ı okuyunuz lütfen!


Edirne’de üç iyi öykücü yaşıyor bugün, evet. Edirne’de üç iyi öykücü yazıyor bugün, evet. Edirne’den Kars’a, öyküyü yaşatan güzel yüreklere selâm olsun! Lütfen okuyalım, okutalım onları…