“Edi bese!”

Düzenlenen başarılı operasyonlar sonucu bitme noktasına gelen örgüt, tıpkı kuruluş yıllarında olduğu gibi, eleman temini için 14-18 yaş aralığındaki çocuklara yönelse de, sene başından bu yana 150’ye yakın örgüt üyesi, devletin şefkatli kollarına sığınmış durumda. Bunda en büyük etken, Diyarbakır Annelerinin, terör örgütünün lânetli pençesine düşen evlâtlarını kurtarmak için verdiği onurlu mücadele olsa gerek.

GEÇEN hafta başkent Ankara’da önemli bir açılış vardı. Açılışı önemli kılan, Türkiye’nin ilk, Avrupa ve Orta Doğu’nun tek entegre güneş paneli tesisi olma özelliğini taşıması, millîlik oranı ve yatırım tutarının yanı sıra, açılışı gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Cuma günü tüm milletimize bir müjde vereceğiz. Biz de bu müjdenin hayâlleri, rüyası içindeyiz. Cuma günü inşallah bu müjdeyi tüm milletimize vermek sûretiyle Türkiye’de yeni bir dönemin açılacağına da şimdiden inanıyorum” şeklinde yaptığı konuşmaydı.

Kalyon Güneş Teknolojileri Fabrikası’nın açılış törenindeki konuşmayla birlikte kamuoyu, 21 Ağustos 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bizzat açıklanacak müjdeye kilitlendi ve tahminler yapılmaya başlandı.

Bu tahminler arasında yok yoktu…

Hâliyle biz de bu furyaya dâhil olduk ve bir liste oluşturduk. Ancak tılsımı Perinçek büyük ölçüde bozmuştu!

Bozmuştu, zira müjdenin ifşasına yönelik bu açıklama sonrası, listemde yer alan sayısızdı. Ama -lüzumlu ve öncelikli- konu başlıklarım arasında “PKK’nın bitirilmesine” yönelik beklentim vardı. Bu beklenti “şimdilik” boşa çıktı ve Karadeniz’de tarihin en büyük doğalgaz rezervinin bulunduğu müjdelendi…

Açıkçası büyük bir keyifle izledim; üstelik Erdoğan’ın resmî Instagram hesabı üzerinden gerçekleştirdiği canlı yayına “ilk” bağlantıyı gerçekleştiren kişi olma bahtiyarlığına erişerek…

Bir ülkenin kaderini etkileyen tarihî açıklamaya şâhitlik etmek, her Türk vatandaşı için büyük bir gurur ve ayrıcalıktı. Bu gururu ve ayrıcalığı yaşatan Rabbimize hamdolsun, katkısı olanlara şükranlarımızı sunuyoruz.

Ekran başında olanlar, kâh Erdoğan’ı alkışlayan sınırlı sayıdaki konukların arasındaydı, kâh Fatih’in güvertesindeki bakanlarla yan yana…

Doğalgazdan sonra yeni ve kalıcı sevinçlere ve müjdelere ihtiyacımız var.

Bu müjdelerden biri de, 15 Ağustos 1984 tarihinde, Şemdinli ve Eruh’ta gerçekleştirdiği ilk gayr-i nizâmî harp saldırıları ile ülke ve dünya gündemine giren, 27 Kasım 1978’den beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu içine alan, Irak’ın kuzeyini, Suriye’nin kuzeydoğusunu ve İran’ın kuzeybatısını kapsayan petrol yataklarının bulunduğu geniş ve mümbit bölgede Kürdistan hayâliyle devlet kurmayı amaçlayan ve bu beyhude amaç doğrultusunda sivil ve askerî hedef gözetmeksizin silahlı ve bombalı saldırılar düzenleyen silahlı terör örgütü PKK’nın bitirilmesidir.

Çocuk katili örgütün 90’lı yılların başında artan eylemleri, 24 Mayıs 1993’te Bingöl-Elazığ karayolunda, sevk hâlindeki “silahsız” 33 er ile 5 Temmuz 1993 tarihinde Başbağlar’da, ilginçtir yine 33 masum köylünün kurşuna dizilerek şehit edilmesiyle doruk noktasına ulaşmıştı.

Gözü dönmüş canavarlar, daha sonraki yıllarda karakol ve intihar saldırılarına devam ederek binlerce vatandaşımızın ölümüne sebep oldular.

2009 yılına gelindiğinde ise, hatırlanacağı üzere, Oslo görüşmelerinin tabiî sonucu, demir parmaklıklar arkasındaki Öcalan tarafından kaleme alınan ve 2013 yılının Mart ayında, Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları sırasında okunan deklarasyonla Çözüm Süreci’ne start verilmiştir.

Silahlı mücadeleden siyâsî mücadeleye eksen kaydırdığını açıklayan örgüt, 20 Temmuz 2015’te gerçekleştirilen Suruç saldırısını bahane ederek, iki gün sonra, 22 Temmuz 2015’te 2 polisimizin şehit olduğu eylemi gerçekleştirdi ve Çözüm Süreci askıya alındı.

Onurlu direnç “1” yaşında

O günden bugüne PKK ve diğer terör örgütleriyle amansız mücadele devam etmekle birlikte, çocuklarının dağa kaçırılmasından HDP’yi sorumlu tutan ve kendilerini “Diyarbakır Anneleri” olarak tanıtan ailelerin 3 Eylül 2019 tarihinde başlattığı eylem, hem Türkiye, hem de dünya gündemine yerleşti.

Dağa kaçırılan çocuklarına kavuşma ümidiyle HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önündeki evlât nöbetini sürdüren annelerin onurlu direncinin üzerinden tam 11 ay, 24 gün geçti. Başka bir ifadeyle, 359 gün oldu!

Ellerinde çocuklarının fotoğraflarıyla “umutlu” bir bekleyişin öyküsünü yazan annelerin isimleri, şehirleri ve yaşları farklı olsa da acıları ve beklentileri bir. Kimi oğlunu, kimi kızını bekliyor.

Durdukları yer, son derece önemli. Önemli bir cephede kutsal bir nöbet tutuyorlar. Sarsılmaz inançları silaha, dillerinden düşürmedikleri duâları çelik yeleğe, kesilmeyen gözyaşları ise ayakta tutan ilâca dönüşüyor…

Kardan kıştan, yağıştan etkilenmediler. Tehditten, şiddetten yılmadılar, Koronavirüse de aldırış etmediler. Devletlerine güvendiler, al bayrağın gölgesine sığındılar ve her şeyden evvel inandılar!

Her kesimden, her kurumdan destek aldılar ve sonunda seslerini gerekli yerlere ve zorla kaçırılan evlâtlarına duyurdular. Kavuşanların sevinçlerine şâhitlik ve ortaklık ettiler. Birbirlerine sarıldılar, birbirlerine umudu ve inancı aşıladılar.

Üşümesinler diye, cephedeki Mehmetçiğe çorap, eldiven, kazak, boyunluk ve atkı örüp gönderirken, basın ve sosyal medya aracılığıyla evlâtlarına seslenmeyi de ihmâl etmediler…

O seslere kulak verdiğimizde duyacağımız ilk cümle, “Edi bese!” olacaktır. 

Evet, yeter artık!

Gecikmiş olmakla birlikte, haklı bir talepten ziyâde, haklı bir tepki…

Vicdan hareketinden yükselen vicdanî çağrı

Merdivenlerde başlayan, çadırda devam eden eyleme katılan anaların feryatlarını vicdanımızla, merhametimizle duyumsamaya çalışalım… Empati mi? İnanın, o bile acı verici! Doğur, büyüt, okut… Tam “Oldu” derken kaybet…

Şimdi bahsini ettiğimiz “Diyarbakır Anneleri ile Babalarının” başlattıkları vicdan hareketinden yükselen vicdanî çağrıya ait birkaç örnek sunalım:

“Oğlumu HDP’den istiyorum. Nasıl götürmüşse öyle getirsin!”

“Gel oğlum, tekrar oku, beni hacca gönder! Gel, bana bu sevinci yaşat. Daha dayanacak gücüm yok!”

“Seni almadan buradan gitmeyeceğim!”

“Onlar aldı götürdü, PKK’ya teslim etti. Onlardan hem bu dünyada, hem de öbür dünyada dâvâcıyım.”

“Gözüm hep yolda. Birbirimize sarılalım, bayramı birlikte yaşayalım. Geldiğin gün, dünyalar benim olur.”

“Evlâdımı istiyorum. Onlardan para pul istemiyoruz, canımızı istiyoruz. Bizim canımızı bize versinler, alıp evimize gidelim. Bir daha kapılarına gelmeyiz. Yeter artık!”

“Torunlarım, ‘Babamı zalimler öldürdü, amcamı zalimlerin elinden kurtarın’ diyor. Ben de ‘Allah’ın izniyle, devletimizin gücüyle kurtaracağız’ diyorum.”

“Ciğerimi söktüler. O benim canımdı. Kuzum benden 5 yıldır ayrı. Yeter artık, benim evlâdımı versinler! Sadece çocuğumu istiyorum.”

“Ben her gün ölüyorum. Son nefesime kadar oğlumu isteyeceğim ve alacağım.”

“PKK, dünyanın gözü önünde bizlere zulmediyor.”

“Batsın senin ‘Kürt hakkı’ dediğin savunma! Var mı böyle bir oyun? Benim canımı, imanımı, namusumu elimden alıyor, vatana ihanet ettiriyor, sonra da bana, ‘Senin için savaşıyorum’ diyor…”

“Yaz kış, yağmur çamur demeden buradayız. İki evlâdımı da benden kopardılar. Oğlum mağaralarda mahkûm kalmış durumda. Aç, susuz, taşların üzerinde yatırıyorlar. Onun eline kalem vereceğime onlar silah verdiler.”

“Burada bir yılımız dolacak, onlara sesleniyorum ve bir tanesi de çıkıp, ‘Senin oğlun buradan gitmedi’ demiyor. Oğlumun montu burada çıktı!”

“Kızım, senin yerin, annenin yanıdır. Yaşıtların nişanlandı ve evlendi. Ben de senin mürüvvetini görmek istiyorum.”

“Bu çocuklardan ne istiyorsunuz? Neden kendi çocuklarınızı göndermiyorsunuz? Yoksul ailelerin çocuklarından ne istiyorsunuz?”

“İçim kan ağlıyor! Oğlumun yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum!

Başım yastığa değmedi, gözümde yaş kalmadı.”

“Yavrum, sesine, kokuna hasretim. Artık yeter, senin kâğıt parçana bakmak istemiyorum, senin bedenine sarılmak istiyorum!”

“PKK oğlumu kaçırdı, ellerinden alamıyoruz. Askerden, polislerden, çocuklardan, kızlardan ne istiyorsunuz? Bunlar milletin evlâdına kastediyor, ciğerlerini ellerinden alıyor. Bundan büyük acı var mı?”

“Kızım, onlara güvenme! Onlar yalan söylüyor, sizi korkutuyorlar. Polis veya asker görürsen kaç, teslim ol, devletine sığın. Bu bayrağın altında yaşayacağız. Seni ne zorluklarla büyüttüm…”

“Evlât yolunu gözlemeyi Allah hiç kimseye göstermesin. Evlât acısını çeken bilir. Bir evlâdı yirmi yaşına getirmek o kadar kolay değil! Bu vatan ve bayrak bizimdir. Bir olmaya devam edeceğiz.”

Barışı doğuracak olan, annelerin cesaretidir

Geçmişte aileleri “vergi ödemeyen ya da ödeyemeyen” diye ikiye ayıran örgüt, onları çocuklarından en az birini örgüte vermek zorunda bırakmış, direnen köyler ve evler basılarak çocuklar baskı ve tehditle kaçırılmıştı.

Düzenlenen başarılı operasyonlar sonucu bitme noktasına gelen örgüt, tıpkı kuruluş yıllarında olduğu gibi, eleman temini için 14-18 yaş aralığındaki çocuklara yönelse de, sene başından bu yana 150’ye yakın örgüt üyesi, devletin şefkatli kollarına sığınmış durumda.

Bunda en büyük etken, Diyarbakır Annelerinin, terör örgütünün lânetli pençesine düşen evlâtlarını kurtarmak için verdiği onurlu mücadele olsa gerek.

Geride kalan 1 yıl içinde 20’ye yakın acılı ailenin evlâdına kavuşmuş olması, PKK’nın kirli yüzüne atılan en etkili şamardır ve hiç şüphesiz yine Diyarbakır Annelerine aittir.

Özetle hem eyleme katılan, hem de evlâdına kavuşan aile sayısı her geçen gün artmaktadır. Öte yandan, örgüte katılım sayısı azalırken, etkisiz hâle getirilenlerin sayısı ise artıyor.

Bir Cuma vakti “PKK bitti, artık yepyeni bir dönem başlıyor Türkiye’de…” müjdesini duyuncaya dek, barışı doğuracak tüm annelere ve anne adaylarına selam olsun…

 

“Edi bese!” (Kürtçe): “Yeter artık!”