GEÇEN hafta başkent Ankara’da önemli bir açılış vardı.
Açılışı önemli kılan, Türkiye’nin ilk, Avrupa ve Orta Doğu’nun tek entegre
güneş paneli tesisi olma özelliğini taşıması, millîlik oranı ve yatırım
tutarının yanı sıra, açılışı gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Cuma
günü tüm milletimize bir müjde vereceğiz. Biz de bu müjdenin hayâlleri, rüyası
içindeyiz. Cuma günü inşallah bu müjdeyi tüm milletimize vermek sûretiyle
Türkiye’de yeni bir dönemin açılacağına da şimdiden inanıyorum” şeklinde
yaptığı konuşmaydı.
Kalyon Güneş Teknolojileri Fabrikası’nın açılış
törenindeki konuşmayla birlikte kamuoyu, 21 Ağustos 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan tarafından bizzat açıklanacak müjdeye kilitlendi ve
tahminler yapılmaya başlandı.
Bu tahminler arasında yok yoktu…
Hâliyle biz de bu furyaya dâhil olduk ve bir liste
oluşturduk. Ancak tılsımı Perinçek büyük ölçüde bozmuştu!
Bozmuştu, zira müjdenin ifşasına yönelik bu açıklama
sonrası, listemde yer alan sayısızdı. Ama -lüzumlu ve öncelikli- konu
başlıklarım arasında “PKK’nın bitirilmesine” yönelik beklentim vardı. Bu
beklenti “şimdilik” boşa çıktı ve Karadeniz’de tarihin en büyük doğalgaz
rezervinin bulunduğu müjdelendi…
Açıkçası büyük bir keyifle izledim; üstelik Erdoğan’ın
resmî Instagram hesabı üzerinden gerçekleştirdiği canlı yayına “ilk” bağlantıyı
gerçekleştiren kişi olma bahtiyarlığına erişerek…
Bir ülkenin kaderini etkileyen tarihî açıklamaya şâhitlik
etmek, her Türk vatandaşı için büyük bir gurur ve ayrıcalıktı. Bu gururu ve
ayrıcalığı yaşatan Rabbimize hamdolsun, katkısı olanlara şükranlarımızı
sunuyoruz.
Ekran başında olanlar, kâh Erdoğan’ı alkışlayan
sınırlı sayıdaki konukların arasındaydı, kâh Fatih’in güvertesindeki bakanlarla
yan yana…
Doğalgazdan sonra yeni ve kalıcı sevinçlere ve
müjdelere ihtiyacımız var.
Bu müjdelerden biri de, 15 Ağustos 1984 tarihinde,
Şemdinli ve Eruh’ta gerçekleştirdiği ilk gayr-i nizâmî harp saldırıları ile
ülke ve dünya gündemine giren, 27 Kasım 1978’den beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu
içine alan, Irak’ın kuzeyini, Suriye’nin kuzeydoğusunu ve İran’ın kuzeybatısını
kapsayan petrol yataklarının bulunduğu geniş ve mümbit bölgede Kürdistan
hayâliyle devlet kurmayı amaçlayan ve bu beyhude amaç doğrultusunda sivil ve askerî
hedef gözetmeksizin silahlı ve bombalı saldırılar düzenleyen silahlı terör
örgütü PKK’nın bitirilmesidir.
Çocuk katili örgütün 90’lı yılların başında artan
eylemleri, 24 Mayıs 1993’te Bingöl-Elazığ karayolunda, sevk hâlindeki “silahsız”
33 er ile 5 Temmuz 1993 tarihinde Başbağlar’da, ilginçtir yine 33 masum
köylünün kurşuna dizilerek şehit edilmesiyle doruk noktasına ulaşmıştı.
Gözü dönmüş canavarlar, daha sonraki yıllarda karakol
ve intihar saldırılarına devam ederek binlerce vatandaşımızın ölümüne sebep
oldular.
2009 yılına gelindiğinde ise, hatırlanacağı üzere, Oslo
görüşmelerinin tabiî sonucu, demir parmaklıklar arkasındaki Öcalan tarafından kaleme
alınan ve 2013 yılının Mart ayında, Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları
sırasında okunan deklarasyonla Çözüm Süreci’ne start verilmiştir.
Silahlı mücadeleden siyâsî mücadeleye eksen kaydırdığını
açıklayan örgüt, 20 Temmuz 2015’te gerçekleştirilen Suruç saldırısını bahane ederek,
iki gün sonra, 22 Temmuz 2015’te 2 polisimizin şehit olduğu eylemi
gerçekleştirdi ve Çözüm Süreci askıya alındı.
Onurlu direnç “1” yaşında
O günden bugüne PKK ve diğer terör örgütleriyle
amansız mücadele devam etmekle birlikte, çocuklarının dağa kaçırılmasından HDP’yi
sorumlu tutan ve kendilerini “Diyarbakır Anneleri” olarak tanıtan ailelerin 3
Eylül 2019 tarihinde başlattığı eylem, hem Türkiye, hem de dünya gündemine yerleşti.
Dağa kaçırılan çocuklarına kavuşma ümidiyle HDP Diyarbakır
İl Başkanlığı binası önündeki evlât nöbetini sürdüren annelerin onurlu
direncinin üzerinden tam 11 ay, 24 gün geçti. Başka bir ifadeyle, 359 gün oldu!
Ellerinde çocuklarının fotoğraflarıyla “umutlu” bir bekleyişin
öyküsünü yazan annelerin isimleri, şehirleri ve yaşları farklı olsa da acıları
ve beklentileri bir. Kimi oğlunu, kimi kızını bekliyor.
Durdukları yer, son derece önemli. Önemli bir cephede
kutsal bir nöbet tutuyorlar. Sarsılmaz inançları silaha, dillerinden
düşürmedikleri duâları çelik yeleğe, kesilmeyen gözyaşları ise ayakta tutan ilâca
dönüşüyor…
Kardan kıştan, yağıştan etkilenmediler. Tehditten,
şiddetten yılmadılar, Koronavirüse de aldırış etmediler. Devletlerine
güvendiler, al bayrağın gölgesine sığındılar ve her şeyden evvel inandılar!
Her kesimden, her kurumdan destek aldılar ve sonunda
seslerini gerekli yerlere ve zorla kaçırılan evlâtlarına duyurdular. Kavuşanların
sevinçlerine şâhitlik ve ortaklık ettiler. Birbirlerine sarıldılar, birbirlerine
umudu ve inancı aşıladılar.
Üşümesinler diye, cephedeki Mehmetçiğe çorap, eldiven,
kazak, boyunluk ve atkı örüp gönderirken, basın ve sosyal medya aracılığıyla
evlâtlarına seslenmeyi de ihmâl etmediler…
O seslere kulak verdiğimizde duyacağımız ilk cümle, “Edi bese!” olacaktır.
Evet, yeter artık!
Gecikmiş olmakla birlikte, haklı bir talepten ziyâde,
haklı bir tepki…
Vicdan hareketinden yükselen vicdanî çağrı
Merdivenlerde başlayan, çadırda devam eden eyleme
katılan anaların feryatlarını vicdanımızla, merhametimizle duyumsamaya
çalışalım… Empati mi? İnanın, o bile acı verici! Doğur, büyüt, okut… Tam “Oldu”
derken kaybet…
Şimdi bahsini ettiğimiz “Diyarbakır Anneleri ile Babalarının”
başlattıkları vicdan hareketinden yükselen vicdanî çağrıya ait birkaç örnek
sunalım:
“Oğlumu HDP’den istiyorum. Nasıl götürmüşse öyle
getirsin!”
“Gel oğlum, tekrar oku, beni hacca gönder! Gel, bana
bu sevinci yaşat. Daha dayanacak gücüm yok!”
“Seni almadan buradan gitmeyeceğim!”
“Onlar aldı götürdü, PKK’ya teslim etti. Onlardan hem
bu dünyada, hem de öbür dünyada dâvâcıyım.”
“Gözüm hep yolda. Birbirimize sarılalım, bayramı
birlikte yaşayalım. Geldiğin gün, dünyalar benim olur.”
“Evlâdımı istiyorum. Onlardan para pul istemiyoruz,
canımızı istiyoruz. Bizim canımızı bize versinler, alıp evimize gidelim. Bir
daha kapılarına gelmeyiz. Yeter artık!”
“Torunlarım, ‘Babamı zalimler öldürdü, amcamı
zalimlerin elinden kurtarın’ diyor. Ben de ‘Allah’ın izniyle, devletimizin
gücüyle kurtaracağız’ diyorum.”
“Ciğerimi söktüler. O benim canımdı. Kuzum benden 5
yıldır ayrı. Yeter artık, benim evlâdımı versinler! Sadece çocuğumu istiyorum.”
“Ben her gün ölüyorum. Son nefesime kadar oğlumu
isteyeceğim ve alacağım.”
“PKK, dünyanın gözü önünde bizlere zulmediyor.”
“Batsın senin ‘Kürt hakkı’ dediğin savunma! Var mı
böyle bir oyun? Benim canımı, imanımı, namusumu elimden alıyor, vatana ihanet
ettiriyor, sonra da bana, ‘Senin için savaşıyorum’ diyor…”
“Yaz kış, yağmur çamur demeden buradayız. İki evlâdımı
da benden kopardılar. Oğlum mağaralarda mahkûm kalmış durumda. Aç, susuz,
taşların üzerinde yatırıyorlar. Onun eline kalem vereceğime onlar silah
verdiler.”
“Burada bir yılımız dolacak, onlara sesleniyorum ve
bir tanesi de çıkıp, ‘Senin oğlun buradan gitmedi’ demiyor. Oğlumun montu
burada çıktı!”
“Kızım, senin yerin, annenin yanıdır. Yaşıtların
nişanlandı ve evlendi. Ben de senin mürüvvetini görmek istiyorum.”
“Bu çocuklardan ne istiyorsunuz? Neden kendi
çocuklarınızı göndermiyorsunuz? Yoksul ailelerin çocuklarından ne istiyorsunuz?”
“İçim kan ağlıyor! Oğlumun yaşayıp yaşamadığını
bilmiyorum!
Başım yastığa değmedi, gözümde yaş kalmadı.”
“Yavrum, sesine, kokuna hasretim. Artık yeter, senin kâğıt
parçana bakmak istemiyorum, senin bedenine sarılmak istiyorum!”
“PKK oğlumu kaçırdı, ellerinden alamıyoruz. Askerden, polislerden,
çocuklardan, kızlardan ne istiyorsunuz? Bunlar milletin evlâdına kastediyor,
ciğerlerini ellerinden alıyor. Bundan büyük acı var mı?”
“Kızım, onlara güvenme! Onlar yalan söylüyor, sizi
korkutuyorlar. Polis veya asker görürsen kaç, teslim ol, devletine sığın. Bu
bayrağın altında yaşayacağız. Seni ne zorluklarla büyüttüm…”
“Evlât yolunu gözlemeyi Allah hiç kimseye göstermesin.
Evlât acısını çeken bilir. Bir evlâdı yirmi yaşına getirmek o kadar kolay değil!
Bu vatan ve bayrak bizimdir. Bir olmaya devam edeceğiz.”
Barışı doğuracak olan, annelerin cesaretidir
Geçmişte aileleri “vergi ödemeyen ya da ödeyemeyen”
diye ikiye ayıran örgüt, onları çocuklarından en az birini örgüte vermek
zorunda bırakmış, direnen köyler ve evler basılarak çocuklar baskı ve tehditle
kaçırılmıştı.
Düzenlenen başarılı operasyonlar sonucu bitme
noktasına gelen örgüt, tıpkı kuruluş yıllarında olduğu gibi, eleman temini için
14-18 yaş aralığındaki çocuklara yönelse de, sene başından bu yana 150’ye yakın
örgüt üyesi, devletin şefkatli kollarına sığınmış durumda.
Bunda en büyük etken, Diyarbakır Annelerinin, terör
örgütünün lânetli pençesine düşen evlâtlarını kurtarmak için verdiği onurlu mücadele
olsa gerek.
Geride kalan 1 yıl içinde 20’ye yakın acılı ailenin evlâdına
kavuşmuş olması, PKK’nın kirli yüzüne atılan en etkili şamardır ve hiç şüphesiz
yine Diyarbakır Annelerine aittir.
Özetle hem eyleme katılan, hem de evlâdına kavuşan
aile sayısı her geçen gün artmaktadır. Öte yandan, örgüte katılım sayısı azalırken,
etkisiz hâle getirilenlerin sayısı ise artıyor.
Bir Cuma vakti “PKK bitti, artık yepyeni bir dönem
başlıyor Türkiye’de…” müjdesini duyuncaya dek, barışı doğuracak tüm annelere ve
anne adaylarına selam olsun…
“Edi bese!”
(Kürtçe): “Yeter artık!”