Edebî eserde mesaj kaygısı

Şeker çaya tat katmakla birlikte görünür değildir; meyve içindeki nektar da öyle... Onları içen veya yiyen kişinin hissedeceği nispette varlıklarını sürdürürler. Okuyucu kendi değerlerini, olaylarda rol alan karakterler aracılığıyla öğrenir; onlardan çıkardıkları derslerle yaşantısını kolaylaştırır, olaylara müdâhil olur…

MİLLETLERİN kültürü, dil gelişimleri düzeyindedir. Sözel ve yazılı anlatım yoluyla, milleti meydana getiren bireylere yansıtılır. Bu konuyu canlı tutan ve yaygınlaşmasına katkıda bulunanlar ise düşünürler, yazarlar, şairler ve sanatçılardır. Onlar sayesinde canlılığını korur ve gelişir. Yine onlar sayesinde sonraki nesillere aktarımı sağlanır. Bu katkının olumlu yönde ilerlemesi ve gelişmesi, düşünürlerin, yazarların ve sanatçıların özgür düşünceye sahip olmaları ve hiçbir etkiden sakınmamalarını gerektirir.

Düşünürler, yazarlar, şairler ve sanatçılar, düşüncelerini doğrudan ortaya koymayı yeğlerler. Onların görevi; sorgulamak, probleme dikkat çekmek, çözüm için ışık olmak, öneriler sunmaktır. Bunu yapabilmeleri özgürlükleriyle orantılıdır. Eğer hür bir ülkede yaşıyorlar ise işleri kolaydır. Her plâtformda düşüncelerini anlatarak veya yazarak ortaya koyarlar. Bu sayede, hitap etmek istedikleri kitlelere ulaşabilirler.

Baskı rejimlerinde bu kanalı kullanmak oldukça zordur. Israr etmek, düşünürlerin hayatını zehir eder; düşüncelerini açıkça ifade etmiş olmalarından dolayı sürgüne tâbi olur ya da her şeye rağmen düşüncelerini cesurca ifade etmenin cezasını canlarıyla bile ödeyebilirler. Mahkemeye çıkarılmaya bile gerek duyulmaz. Hiç umulmadık bir anda ortadan kaldırılmalarına sebep olabilir.

Sovyet veya Çin yönetimleri bu konuda tarihe kalıcı izler bırakmışlardır. Yakın komşumuz Irak’ta, Saddam’ın Baas yönetiminde de birçok Türk aydını aynı âkıbete uğramaktan kurtulamamıştır. Emperyalist ülkelerin gölgesinde yaşamını sürdüren birçok despot idarenin de benzer uygulamalarına devam etmekten imtina etmediklerini görüyoruz. Tarih benzer olaylarla kayıt düşmüştür. Despot yönetimler; düşünürler, yazarlar ve sanatçılar gibi yaratıcı ve üretici beyinler için zor ortamlardır.

Burada kültürel yapının en etkili dalı olan edebiyat, devreye girdiğinde birçok engeli daha baştan aşma imkânını yakalar. Edebiyat bir sanat dalıdır ve içinde estetik ve güzellik taşır. Sosyoloji, psikoloji, tarih ve felsefe gibi disiplinler arası bir yapısı vardır. İnsanı insana anlatan ve hayatın anlamını sorgulatan özelliğe sahiptir. Dil ve kültürün en güzel ifade edildiği bir sanat alanıdır. İnsanın rûhuna hitap eder. Kelime hazînesinin gelişmişliği sayesinde anlama ve algılama gücüne güç katar. İnsanı, sıkıştırılmış düşünceler arasındaki zor durumdan kurtarır, onun rahatlamasını sağlar.

Yazarın mesajı ve üslûba bakışı

Her edebiyatçının kendine göre bir dünya görüşü, tarzı ve üslûbu vardır. Yazarın hangi maksatla kalemi eline aldığı önemlidir. Kimi bunu açık eder, doğrudan taraftarlarına seslenir. Burada edebiyat değil, mesaj verme öne çıkar. Kimileri sadece sanat yapmayı öne çıkararak iyi bir kurgu, akıcı bir dil ve kendine özgü bir üslûp olmasına özen gösterir. Bazısı da, ortaya koyduğu eserin edebî kalitesine önem verirken, vermek istediği mesajları edebî estetiğin içinde eritmeye çalışır, mesajın, edebî yapının önüne geçmesine fırsat vermez.

Bu üç örnekten yola çıkarak konuyu biraz daha açmakta yarar var…

Birinci örnekte olanlar, “Parmağım gözüne” der gibi, açıktan mesaj verme taraftarı olanlardır. Sadece kendi düşünce çevresine hitap etmekten öteye geçemeyecektir bu tipler. Belirli bir fikrî yapıyı pekiştirmek, kemikleştirmek, gerekirse taraftarları galeyana getirici eserlere önem verirler. Bunlar, çevrelerini genişletme imkânından mahrumdur; “Körler, sağırlar birbirini ağırlar” hesabıdır. Evrenseli kucaklama ve değişik çevrelerden okuyucuya ulaşabilme şansları yoktur. Okuyucularında da körü körüne inanmaktan kaynaklanan tarafgirliği pekiştirmekten öte, gözleri başka hiçbir şeyi görmez olur. Yazar, düşüncelerini okuyucuya dikte edip nasihat verme seviyesindedir. Bu kesimde kalem oynatanların ürettiklerinin edebî eser olup olmadığı tartışmaya açıktır.

İkinci örnekte olan yazarlar, sadece sanat yapmak niyetiyle yola çıkanlardır. Onların, toplumun ya da toplumların dertleriyle ilgilenmek gibi bir düşünceleri yoktur. Ürettiklerinde edebî dil ve estetik olması, onlar için yeterlidir. Kendilerini ve benzer yapıda olanları güncel tatminden öteye geçtiği çok nadir görülmüştür. Bunlar genellikle hayatı güllük gülistanlık görenlerdir. “Yaşasın ben (ve bizimkiler)!” modundadırlar. Toplumsal problemlerin çözümü için elini taşın altına koymak yerine, mevcûttan nasıl yararlanılacağını düşünmekle birlikte, devam eden gidişatı üstünkörü eleştirmekle yetinirler.

Gerçek mânâda sanat ve edebiyat yapabilme gayretinde olan üçüncülerin işi biraz daha zor ve meşakkatlidir. Sorgulayıcı bir yapıdadırlar. Dar alanda milletinin değerlerine sahip çıkmak, problemlerinin ortadan kalması için çâreler üretmek, kültürel değerleri yaşatmak ve geliştirmek, halkın nabzını diri tutmakla ilgilidirler. Geniş mânâda ilgi alanlarına giren bir başka husus, insanlık değerlerini ve evrenseli kucaklamaktır. Bilirler ki, toplumsal derdi olmayan edebiyatçının, geniş mânâda evrensele de katkısı olmayacak veya sınırlı kalacaktır.

İşini doğru yapan edebiyatçı, bulunduğu ortam ne olursa olsun, “Parmağım gözüne” dercesine düşüncelerini ortaya koymaz, telkin etmez, kendini tatminden üste çıkmayı gözetir. Edebî estetik içinde sağlam bir kurgu, doğru ve akıcı bir dil ile okuyucuya ulaşmaya çalışır. Hikâyesini anlattığı kişilerin yaşantılarından yola çıkarak anlatımını sürdürür ve uygun mesajı verebilir.

Günümüze kadar ulaşan hiçbir klâsik eserin yazarı, kendi kültür değerlerini dışlayarak eser ortaya koymamıştır. 

Buradaki mesajlar, çay içindeki şeker veya olgun meyvenin içindeki nektar nispetindedir. Şeker çaya tat katmakla birlikte görünür değildir; meyve içindeki nektar da öyle... Onları içen veya yiyen kişinin hissedeceği nispette varlıklarını sürdürürler. Okuyucu kendi değerlerini, olaylarda rol alan karakterler aracılığıyla öğrenir; onlardan çıkardıkları derslerle yaşantısını kolaylaştırır, olaylara müdâhil olur. Toplumsal yapının vazgeçilmezi olan kültürel değerlere katkıda bulunur, mevcût olanı yaşatmaya çalışır. Cengiz Aytmatov’un romanları ve Oljas Süleymanov’un şiirleri buna örnektir. Her ikisi de baskı rejiminde eser ortaya koyarken hem düşüncelerini millî hassasiyetle yazabilmişler, hem de rejimin baskısından kendilerini uzak tutabilmişlerdir. Aynı zamanda edebî kaliteleri sayesinde uluslararası okuyucuya ulaşarak halkın sesi olmayı başarabilmişlerdir. Bundandır ki, bugün halklarının millî kahramanları olarak anılmaktadırlar.

Sovyetler Birliği’nin komünist baskı rejimi altındayken Cengiz Aytmatov’un Kırgızların, Oljas Süleymanov’un ise Kazakların millî kahramanı olması kolay olmamıştır. Biri romanları, diğeri şiirleri ile halkının kültür değerlerini canlandırıp millî bilincini ayakta tutmayı başarabilmiştir. Babanın oğula, kardeşin kardeşe güvenmediği, ağzından çıkan bir kelimenin Sibirya’ya sürgüne gönderilmesine veya nasıl olduğu anlaşılmayacak bir şekilde ortadan kaldırılmasına sebep olunacağının çok iyi bilindiği bir dönemde edebiyat yapmak kolay değildir. Esaret altındaki toplumun aidiyet duygusunu diri tutmak, onların kendileri olarak var olmalarına katkı sağlayabilmek, ancak edebî eserler sayesinde olur.

Bu iki örnekte olduğu gibi, milletler kültürel değerlerini edebî eserler yoluyla canlılığını koruyabildikleri gibi, yeni nesle de böylece aktarım sağlanır. Milletlerin farklılıkları bu sayede korunur.

Hayatını ülkesinden binlerce kilometre uzaklarda geçirmesine rağmen Türkiye Türkçesi ile yazdığı bütün romanlarında halkının kültürünü, esaret altındaki çilesini ve sürgün hayatını işleyen romanlarıyla Cengiz Dağcı önemli bir değerdir. Kaldı ki Kırım Türkleri, kültürel varlıklarını, millî uyanışa katkısı nedeniyle Cengiz Dağcı gibi düşünürlerin eserlerine borçludur. Dağcı, hür bir ortamda yaşamasına, herhangi bir baskıya maruz kalmamasına rağmen okuyucularının sıkıntıya düşmemesi ve eserlerin evrenseli kucaklamasını sağlamıştır.

Bu üç örnekte de görülmektedir ki, edebiyat eserleri, halklarının millî bilinçlerini diri tutmasında katkıları inkâr edilemez derecede önemlidirler. Bunlara benzer örneklere birçok milletin tarihinde rastlamak mümkündür.

Bizden bir örnek verecek olursak, üç kıtaya hükmeden bir imparatorluktan Anadolu’ya sıkıştırılmış bir milletin moral değerlerini ayakta tutmak ve birlik şuuru oluşturma çabasıyla ortaya koyduğu eserleri uzun yıllar aynı merak ve heyecanla okunan Ömer Seyfettin, oldukça doğru bir misâl olacaktır diye düşünüyorum. Edebî yönden çeşitli eleştiriler almış olsa da toplumsal fayda yönünden yaptığı katkıları, eksikliklerinin göze batmasını engellemiştir. Büyük bir hezîmete uğramanın ardından yok olma cenderesine sıkışmış bir milletin millet olma şuurunun gelişebilmesi, onun ortaya koyduğu eserler sayesinde oluşmuş ve gelişmiştir.


Son söz

Hangi şart ve ortamda olursa olsun, yazar, eserleriyle kültür değerlerini geliştirmeyi ön plânda tutmalıdır. Toplumsal varlığını sürdüremeyenlerin kendilerine ait kültürleri olmayacaktır. Yapabildikleriyle başka kültürlere hizmetten öteye gidemez. İnsanlığın gelişimi aynı merkezden türeyip geliştiğine göre, edebî ve sanat değeri yüksek olan eser, evrenseli de kucaklayacaktır.

Günümüze kadar ulaşan hiçbir klâsik eserin yazarı, kendi kültür değerlerini dışlayarak eser ortaya koymamıştır. İçinde yaşadığı toplumun dertlerini dert edinmiş ve problemlere ışık tutmak maksadıyla yola çıkmıştır.

Üretilen eserin kalitesi edebî sanata uygun olduğu takdirde, evrensel alanda da kabul görecektir. Bu takdirde dar bir zaman dilimi ve küçük bir grubun dışına çıkma şansı yakalayacaktır. Aynı zamanda uzun vadeli ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması mümkün olacaktır.

Toparlayacak olursak… Edebiyatçı, bir düşünür ve aydın kişidir. Toplumu adına rüya görür, hayâl kurar; toplumsal problemlere projektör tutarak görünür olmasını, insanların kafasında şimşek çakmasını sağlar. Bunu başarabilmek için fikrî altyapısının sağlam, kelime hazînesinin geniş, dil-anlatım yeteneğinin ve becerisinin de kuvvetli olması gerekir.

Yazar, ortaya koyduğu eserlerde okuyucularının zihnî yapısına katkıda bulunmalıdır. Özellikle kültürel altyapısı oluşmamış toplumlarda buna fazlasıyla ihtiyaç vardır. Toplumsal değerlerin canlılığını koruması, geliştirilmesi ve mensuplarının zihinlerinde pekişmesi açısından önemlidir bu. Millet olma şuuru bu sayede ayakta kalır.

Fikrî eserler kadar olmasa da edebî eserlerin de mesaj kaygısı olmalıdır. Bu takdirde denilebilir ki, “edebî eser, mesajı kadar vardır”. Yeter ki bu mesaj, çay içindeki şeker veya elma içindeki nektar miktarını geçmesin…

Verilen mesaj, edebî estetik ve dil güzelliği içinde eriyebilmelidir. Eserde sadece edebî estetik, dil güzelliği ve akıcı bir üslûp ve kurgu marifeti yeterli değildir. Aksi hâlde, karın doyurma ihtiyacında olan birine, üzeri kaymaklı dondurma ikram etmeye benzer.