Düzenin ötekileşmesi (2)

Bu döneme ait yozlaşmayı ve paylaşımı “Ankara” ve “Panorama” gibi eserlerinde anlatarak geleceğe ışık tutan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, arkadaşlarının Millî Mücadele ruhunun şahsî menfaat duygusuna doğru nasıl evrim geçirdiğini canlı misâlleriyle anlatır. Onun müşahedelerine göre, “dünün kahramanları bugünün arsa spekülasyoncularıdır; devrimciler kadrosu bir kazanç ve menfaat şirketi hâline dönüşmüştür”…

GEÇEN hafta kaldığımız yerden devam edelim…

İdris Küçükömer, ülke içinde bir sınıfa dayanmadan her zaman iktidar olabilen ve artık üründen önemli bir kısma el atabilen hem Osmanlı ve hem de Cumhuriyet bürokratları için bu tanımlamanın çok örtüştüğünden bahseder.

İkinci Meşrutiyet’te, İslâmcı çerçeveye sığınmış halk ile lâik bürokrat kavgasının devamını gördük. Cumhuriyet döneminde de aynı kavgayı görüyoruz maalesef. Kavga, Batıcı olmaktan dolayı ilerici (!) denilen lâikler ile dinciler arasında bir üst yapı kavgası hâlinde bırakılmıştır.

Ona göre, Cumhuriyet bürokrat grubu, adına kendilerinin devrim ya da reform dedikleri hareketlerin de halk ile gerçek organik bir bağlantısını sağlayamadılar. Cumhuriyet bürokratı, gerçekten de üretim ilişkilerinde anlamlı bir değişiklik getirmedi. İttihat ve Terakki okulunun yeni koşullar altında sadece bir devamı oldu.

İdris Küçükömer, hakikî bir Solcu bakış açısıyla son yüzyılda yaşanan süreci işte böyle analiz ediyor.

Bu çarpıcı gerçeği İttihatçıların önemli teorisyenlerinden Ahmet Ağaoğlu’nun oğlu Samet Ağaoğlu, hatıralarında şöyle anlatıyor:

“Şimdi şu satırları yazarken düşünüyorum; bir cemiyeti yeni yönlere götürmek isteyenler, ne derecede idealist olurlarsa olsunlar, kendi hayat şartlarında da önderlik etmek zorundadırlar. Halkı inandırmanın tek yolu bu! Fransız ve Rus inkılapçılarının ilk yıllarda akıllara durgunluk veren başarılarının ana sebebini yine bu noktada aramak gerekir. İttihatçılar samimî idealistlerdi. Fakat halkın içinden çıktıkları hâlde halktan olamadılar. Enver Paşa’nın saraya damat olması üzerine Süleyman Nazif’in ‘Enver Paşa, Enver Bey’i öldürdü!’ sözündeki gerçek budur. Ben, Tanzimat’tan bu yana girişilmiş Batılılaşma hareketlerinin bu kadar yavaş gelişmesinin sebepleri arasında, yine halkın içinden çıkmış idealistlerin yaşama şartlarını halkın kazancına göre değil, devletin veya özel kaynaklarının sağladığı gelire göre düzenlemelerini de görüyorum.

Hatırlıyorum, babamın Birinci Dünya Savaşı sırasında mebusluk aylığı, bir kâğıt lira bir altın karşılığı olarak, aşağı yukarı yüz lira idi. O zamana göre büyük para. Hepsini de harcıyordu. Bu paranın sağladığı hayat seviyesi, halkın ortalama hayat seviyesinin çok üstüne çıkıyor, fakir Mollagürani insanlarının gözüne batıyordu. Türk idealistlerinin bu zaafı hâlâ sürüyor. Millî Mücadele’de, inkılaplar sırasında, Atatürk devrinde, ondan sonra hep aynı manzara…” (Ağaoğlu Samet, 2013:55-56)

Anadolu İhtilâli’nin yazarı Selahattin Selek, Anadolu İhtilâli’nin halkçı karakterini zaferden hemen sonra unuttuğuna dikkat çeker. Ona göre tıpkı İttihatçılar döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de ortaya yeni bir zengin sınıfı çıkarılmıştı.

Anadolu’nun içine düştüğü bu açlık ve yoksulluk çukurunun derinleşmesinde, Ankara hükûmetlerinin ilgisizlik ve beceriksizlikleri kadar, Ankara’yı içten içe kemiren yozlaşmanın da önemli tesirleri vardı. “Her rejimin kendi burjuvasını ortaya çıkarması” şeklinde özetlenen sosyal merhale şimdi Ankara’da da yaşanıyor, dün cephelerde vuruşan kahramanlar, bugün ülkenin geriye kalmış menfaatlerinden pay kapmanın kıyasıya mücadelesini veriyorlardı.

Ülke âdeta bir daha kurtarılıyordu. Ama bugün herkes kendisi için bir arsa, bir dükkân, bir mâkâm, bir bağ evi kurtarmanın telâşı içerisindeydi. İbni Haldun’un sosyolojik tahminleri bir kez daha tezahür etmiş, şehri ele geçiren dağlılar, şehrin menfaatlerini kapışmaya başlamışlardı.

Kurtuluş Savaşı’nda çeşitli cephelerde vuruşanlar, şimdi zafer ganimetlerinin paylaşılması kavgasına girişmişlerdi. İsmail Cem’in ifadesiyle, “harbin bitişiyle birlikte ülkede kurulan mukaddes ittifak, kısa zamanda ortaya bir mutlu azınlık çıkarmıştı; bunların bir kısmı mebus, bir kısmı eski subaylardı” (Cem,1975:299).

Devrimci cephedeki yozlaşma ve şikâyet görüntüleri her geçen gün artıyor, rejim bu yozlaşmayı giderecek bilgi, yetenek ve kararlılığı gösteremiyordu. Şükrü Karatepe, gelinen noktayı şöyle özetler: “Milletvekilleri ülkeyi geliştirmeye yönelik bir millî elit grup olmaktan çıkmış, çıkarlarını koruyan politikacılar topluluğu hâline gelmişlerdi.”  (Karatepe, 1993:121)

O günün Ankara’sının en belirgin iki güç odağı vardı; bunlardan biri milletvekilleri, diğeri bürokratlardı. Bileşik kaplar gibi, bazı aile münasebetleriyle iç içe geçen yaklaşık bin kişiden müteşekkil bu topluluk Ankara’nın kaymak tabakasını teşkil ediyor ve perva etmeden ülkenin kaynaklarını insafsızca tüketiyorlardı.

Bu döneme ait yozlaşmayı ve paylaşımı “Ankara” ve “Panorama” gibi eserlerinde anlatarak geleceğe ışık tutan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, arkadaşlarının Millî Mücadele ruhunun şahsî menfaat duygusuna doğru nasıl evrim geçirdiğini canlı misâlleriyle anlatır. Onun müşahedelerine göre, “dünün kahramanları bugünün arsa spekülasyoncularıdır; devrimciler kadrosu bir kazanç ve menfaat şirketi hâline dönüşmüştür” (Uyar, 1999:96).

Karaosmanoğlu şöyle devam eder: “İktisadî kalkınmamız kendi çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen anaforcu birtakım tufeyli unsurların eline geçmiş, yapılan tesisler aşırı pahalıya mâl olduğundan millet bunların sadece yükünü çekmişti.” (Karaosmanoğlu, 1993:112)

Hikmet Özdemir, dünün kahramanlarının bugün geldiği noktayı şöyle özetler: “Dünkü kahraman inkılap liderleri bile bugünün ipekli robdöşambrlarına bürünmüş, fağfur banyolu kaşanelerinden dışarıya başlarını uzatmak istemez olmuşlardı.” (Özdemir, 1995:132)

Samet Ağaoğlu’na göre, “bu gibiler parmakla sayılmayacak kadar çoğalmıştı”. Zeytinyağı piyasasını tekeli altına alan bakanlar ve karaborsacıları koruyan valiler, her köşe başında yerini almış çalışmaktadır” (Ağaoğlu Samet, 1969:88).

Ekinci şöyle devam ediyor: “Bunların hepsi Kavaklıdere, Küçükesat ve Büyükesat’taki köşklerinde oturmaktadır. Kilerleri balık yumurtasından taze havyara kadar sürekli en nadide mezelik erzakla tıklım tıklım olup, bir altınbaş rakı şişesi buzdolaplarında sürekli buğulanmaktadır.” (Ekinci, 1997:78)

Devrin Başbakanı İsmet İnönü zaman zaman olanlara bazı eleştiriler getirse de, o da kendisine ve kardeşine düşen hisseyi almaktan geri kalmıyordu. İsmet Paşa’nın rantçılara engel olmak için koyduğu yasakların da çok geçmeden herkesi kapsamadığı görülmüştü: “Devlet kapıları, bazı çıkarcı politikacılara daima açık tutulmuştu. Bu ise Meclis kulislerinde hep İsmet Paşa’ya yönelik yoğun dedikoduları beraberinde getirmişti.” (Uyar, 1999:313)

Bir sonraki yazımızda konuyu incelemeye devam edeceğiz…