İSTANBUL
İktisat Fakültesi öğretim üyesi ve dönemin teorisyen Solcularından Prof. Dr.
İdris Küçükömer, 1969 yılında “Düzenin Yabancılaşması” isimli bir eser
neşretmiş ve bu vesileyle bütün siyâsî kavramları altüst etmişti. Küçükömer, bu
eseriyle ilerici-gerici, Sağ-Sol denkleminin yerlerini değiştirmişti. İdris
Küçükömer’e göre Türkiye’nin Solcuları gericiydi ve halkı “yönetilecek koyun”
olarak görüyorlardı. Türkiye’nin ilericileri ise Sağ cenahta görülen
muhafazakâr, geniş İslâmcı halk kitleleriydi.
Küçükömer, özetle şöyle
diyordu: “Türkiye’de Sağ Sol, Sol da Sağdır. Türkiye’nin ‘Solcuları’ gericidir.
Türkiye’nin ilericileri, ‘Sağ’ cenahta görülen geniş İslâmcı halk kitleleridir.”
Küçükömer, dönemin
aydınlarının aksine 1960 Anayasası’nı ve Millî Güvenlik Kurulu’nu
antidemokratik buluyordu. Ona göre Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildi,
sadece bir Türk-Yunan savaşıydı.
Kimsenin söylemeye bile
cesaret edemediği fikirlerinden dolayı İdris Küçükömer, maalesef büyük bir ambargoya
maruz kaldı, yok sayıldı. Aradan geçen 40 yıla rağmen fikirleri hâlâ ilk günkü
tazeliğini koruyan ve tartışılan Küçükömer, fikir dünyamızda maalesef hâlen hak
ettiği yeri bulabilmiş değil. Onun “Düzenin Yabancılaşması” isimli eseri, Türkiye’nin
meselelerine kafa yoran herkesin okuması ve üzerinde düşünmesi gereken bir
başyapıt.
***
Ülkemizin
düşünce ikliminin Osmanlı’nın son döneminden itibaren süregelen bazı temel
sorunları var. Bu düşünce sorunlarının en önemlilerinden biri de “kimlik kayması” olarak
tanımlanabilir.
Uzun
uzadıya anlatılabilecek birçok sebepten dolayı ülkemizde Sol düşünce ve Sol
düşünceye sahip şahıslar “son mohikanlar” gibi yani sayıları çok sınırlı. Türkiye’deki Sol düşünce, kendilerini Solcu zanneden Kemalistler ve Sol Kemalizm’in
hegemonyası altında yok olmuş durumda çünkü.
Tıpkı
Hıristiyanların kutsal kitabı İncil’in, Yahudilerin kutsal kitabı Ahdi Atik’in içinde
yok olması gibi bir şey bu…
İdris
Küçükömer’in eseri kadar önemli tarihî analizi şu: Savundukları ilkeler bakımından Demokrat Parti Sol’dadır (Solcudur),
Cumhuriyet Halk Partisi Sağ’dadır (Sağcıdır).
Küçükömer’in kendisini Solcu zanneden Kemalistler de
dâhil olmak üzere resmî ideoloji yanlılarının kafa konforunu bozacak
görüşlerine göz atalım:
1.
Türkiye’nin Solcuları gericidir. Üretim güçlerinin gelişmesinden yana
değillerdir; tek merkezli, yukarıdan aşağı otoriter bir örgütlenmenin
savunucusudurlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler.
2.
Türkiye’nin ilericileri, Sağ cenahta görülen geniş dindar halk kitleleridir.
Onlara bu niteliği kazandıran, onların değişmeye ve gelişmeye, dönüşmeye açık
olan sosyal, ekonomik istekleridir. Bu istekler üretim güçlerini
geliştiricidir, toplumdaki monolitik iktidar yapısını çatlatıcı ve çoğulcudur.
3.
1960 Anayasası gerici, antidemokratik bir anayasadır.
4.
1960 Anayasası’ndaki Millî Güvenlik Kurulu antidemokratik bir oluşumdur. Sivil
iradeyi, askerî, antidemokratik bir güce mecbur edicidir. OYAK gibi
girişimlerle ordu, yürürlükteki mekanizmaya uyumlu hâle getirilmektedir.
5.
Türk Millî Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildir. Bir Türk-Yunan savaşıdır.
6.
Yakın dönem tarihinin yeniden yazılması gerekecektir.
7.
Türkiye’de sivil toplum ilişkilerinin kurulmasının önündeki engeller, Türkiye’nin
ilerici olduğu sanılan güçleridir.
Bu
şoklayıcı görüşleri ileri süren İdris Küçükömer, tarihî arka plândan günümüze
yansıyan sosyal kuruluşları da yeni bir tasnife tâbi tutarak şöyle kategorize
ediyor:
***
İdris
Küçükömer, 1923’te halk adına kurulan yeni düzenin halka yabancılaştığının ilk
farkına varanlardan… Ona göre, “halka
karşı yeni bir yenilgi tuzağı kurulmuş” durumda. Olayın aktörleri de
neo-İttihatçılar. Neo-İttihatçılar, Yahya Kemal’in tabiriyle halk adına kurulan
yönetimi “iktidar tekkesi”ne çevirenlerdir.
DP’nin oturduğu
sosyolojik zemin, ülke insanının kendini ifade etmek için aradığı zeminden
başkası değildi. Uzun yıllar boyunca yok sayılan Anadolu’nun çilekeş halk kitleleri
DP aynasında kendilerini görmüş, bu yüzden partiyle aralarında bir duygusallık
oluşturmuşlardı. DP, “Türk toplumunda yönetenle yönetilen arasındaki tarihsel
ikiliği yok etmek” şeklinde bir misyon üstlenmiş, iktidarı paylaşmak istemeyen
seçkinlere karşı halkın sözcüsü olmuştu.
Dönemi
inceleyen bütün kaynaklar, İdris Küçükömer’in tezini destekleyen çeşitli tespitler
ileri sürerler. Şerif Mardin bu sosyal
değişimi şöyle analiz eder:
“Demokrat Parti’nin, çevrenin
kültürü niteliğiyle İslâmiyet’e başvurarak elde ettiği büyük yankı İslâmiyet’i
ve kırsal değerleri yasallaştırdı (resmîleştirdi).” (Mardin, 1990:61)
Kemal Karpat da
yaşanan değişime şöyle dikkat çeker:
“Demokrat Parti’nin 1950’deki seçim zaferinden sonra
toprak sahipleri ve profesyoneller iktidarı bürokratik aydınların elinden aldı.
Demokrat Parti yönetimi gerçekten de her alanda niceliksel büyümenin yaşandığı
bir dönemdi. İşçiler gerçek bir sosyal sınıf oluşturacak boyutlara ulaştı ve
farklılaşarak çeşitli kategoriler oluşturdu. Bu sırada kentleşme ve kitle
iletişim araçlarının etkisi arttı. 1938’de 173, 1948’de ancak 208 olan sosyal
hareketlilik endeksi 1955’te 521’e sıçramıştı.” (Karpat, 2007:4)
Karpat, DP’nin iktidar
tekelini kırdığını ve orta kesimlere yeni bir hayat alanı açtığına dikkat çeker:
“Bu gelişme bir bakıma Lâtin Amerika’da
benzer bir şekilde gerçekleşen ‘orta kesimlerin’ yükselişini andırıyordu.”
(Karpat, 2007:75)
Cemil Koçak da halkın
sandığın gücünü keşfettiğinden şöyle bahseder: “İlk defa yatırımlar yapılınca halk sonuç görüyor. İnsanlar tek parti
döneminde görmedikleri şekilde devlet katlarında kendi seslerini duyuyorlar. Halk,
demokrasinin gücünü görüyor ve sandık orada oldukça insan yerine konulacağını
fark ediyor.” (Koçak, 2011)
İşte bu yüzden yıllardan
beri değişmeyen sosyal ve ekonomik geriliğin içinde bulunan halk kitleleri DP’yi
iktidara taşımıştı.
Bir sonraki yazımızda konuyu incelemeye devam edeceğiz…