Duygularım var

Okuyacaklarınızın hepsi yazı, hepsi harflerden müteşekkil ibareler. Bilemem ki benim yaşadığım duygularla sizin okurken hissedecekleriniz aynı mı olacak? Daha ne duygularım var. Henüz adlarını bile bilmiyorum. O duygulara karşılık gelen kelimeleri bulunca onları da anlatacağım. Duygularımı anlatmak beni rahatlattı, hatta mutlu bile etti. Tavsiye ederim…

SİZİN yok mu? Bütün cesaretimi toplayarak söylüyorum: “Evet, benim duygularım var.” Gözü dolmak, boğazı düğümlenmek, yutkunmak, ağlamak... Bunları ne kadar çok yaşadım. Yaşıyorum da... Bundan sonra da yaşamak istiyorum… 


Zihnimden iki, üç ve dört basamaklı rakamları çarparım. Ama “Aa!” diyerek şaşırıp, dolaylı olarak bana “beğenilme” duygusunu yaşatmazsan, o sayıları niye çarpayım ki? Bana ne?! Bilgisayarlar daha fazlasını yapıyor. Bir duygusu yokmuş gibi duygu yaşamak? Yani “ben olmadan ben olmak”, ne büyük bir ihmâl!.. 


Sadece sus!


Neredeyse doğduğumdan beri, bir duygum yokmuş gibi, bir duyguyu yaşamamam ya da yaşamıyor gibi yapmam istendi benden. Düştüm, ağladım, “Erkek adam ağlar mı?” dediler. Bir yerlerim hâlâ acıyordu ve ağlamaya devam ettim. Onlarsa kızdılar. Ben de sessiz sessiz ağladım… Gülüşlerimi -bazen sever gibi oldular- çoğunlukla “Yılışma!” diyerek kestiler. Misafir gelen ailelerin çocuklarıyla neşeli neşeli oynayıp gülerken, ya uzaktan bağırdılar ya da yanımıza gelip “Sessiz olun bakayım! Sizin yüzünüzden birbirimizi duyamıyoruz” azarlarıyla yutkunduk, sustuk… 


Peki, şuna ne dersiniz?! 


Hepimiz yatağımıza uzanmış, yorganın altına girmiş ve şakalı makalı sohbet yapıp sessiz sessiz gülüşüyoruz. Yan odadan bir ses geliyor: “Artık uyuyun!” Hâlâ devam edersek kapı sertçe açılıyor, “Yeter artık! Çabuk zıbarın!” şeklinde azarlanıyor ve odadaki en büyük çocuğa da “Sana ne oluyor be?! Tıp oyunu filan oynatıp şunları uyutsana!” çıkışması çekiliyor. İçinden, “Yahu kendi odanızda ne yapacaksanız yapın. Görsek de, duysak da görmezden, duymazdan gelmekten başka alternatifimiz mi var? Bizim gülmemize niye müsaade etmiyorsunuz?” kızgınlığı ile herkesin birbirine sırtını dönmesi ve ardından uykuya dalmasıyla sınırlanmış gece hatıraları işte... 


Duygularımın katili


“Eğitim şart!” derler. Gel de külahıma anlat! Rahat rahat ağlayıp, içimden geldiği gibi dolu dolu gülmeme müsaade etmeyen bu duruma eğitim mi denir, sorarım size! Benim neremi veya neyimi eğittiniz? Evet, kare kökü almayı biliyorum. Ya siz biliyor musunuz? Peki, karşı sırada oturan kızın zengin –affedersiniz- hıyarla çıkmaya başladığında hissettiğim, tüm damarlarımdan başlayarak kalbimin ortasını yarıp sökülen sevda kökünün acısını? Tabiî tabiî hocam, siz de yaşadınız… Be kardeşim, yaşadın da niye benim çekebileceğimi anlamazdan geliyor, yaşamamış gibi tripler yapıyorsun bana!? 


O gün, işte o gün… Ben kıvranırken elime sınav kâğıdını tutuşturduğun gün, o pencereyi çok düşündüm. Bir anda yerimden fırlayıp, elimdeki kâğıdı yüzüne çarpıp camdan aşağı kendimi koyuverecektim. Ama anamın gözyaşlarına dokunmuştum. Beni doktora götürmek için babamın bir tanıdığından para isteyip de vermedikleri zaman sesindeki acıyı, boğazındaki düğümlenmeyi hissetmiştim. Biliyordum ki aynı şeyleri yaşayacaklardı. Bunu yaşatamazdım. Ee?! Hazret-i eğitim, ben bunları yaşarken sen neredeydin? Keder, hüzün, sevinç, neşe, gülüş, mutluluk, doyumluluk, haz, heyecan... Bunlar hangi derslerinin konusuydu? Gizlemeye gerek yok. Artık sen de, ben de biliyoruz duygularımın, yani benim, senin için hiçbir önemimin olmadığını. Senin derdin, sistemin devam etmesi. Duygularımı törpüleyesin ki sivrilikler, çıkıntılıklar yapmayayım. Belki sistemi filan değiştiririm. Belki insanlığa faydalı olacak işler de yapabilirim, ama boş ver. Riske girmeye değmez, yalan mı? 


“Kusura bakmayın ama…”


“İş hayatında ‘kusura bakmayın’ duygusallığa yer yok.” Harika! Sevincimin, mutluluğumun, neşemin önemli olmadığını ben de biliyorum. O zaman benden sadakat da beklemeyin. Çünkü o da bir duygudur. Motivasyon tekniklerini filan kaldırın hele bir bir gündemden. Neymiş öyle yok haftanın birincisi, yok ayın birincisi? Sen kimi kandıracağını sanıyorsun bütün bunlarla?! Kârın azaldığında kapının önüne konacak ilk kişinin ben olduğumu bilmediğimi mi sanıyorsun? Yapmacık bir üzüntüyle insan kaynakları görevlisi bana o haberi alıştıra alıştıra verecek. Zavallı, bilmez ki sıra kendisine de gelecek. O haberden sonra eve nasıl gidebileceğimi hiç düşünüyor musun? Eşime ne diyeceğim? Çocuklarıma ne diyeceğim? Ertesi gün kahvaltı için ekmek parasını nereden bulacağım? Sanki çok maaş verdin de onları bozdurup bozdurup harcayarak idare edebilirim, değil mi? İşten eve doğru gidenin sadece bir beden olduğunu, ruhumun başka bir yerde beklediğini nereden bileceksin ki… İşte bu son tabloyu yaşamamak için yıllarca hakaretlerine “espri” diyerek sırıttım. İşte o yüzden zulmettiğin arkadaşlarımın yaşadıkları karşısında sessiz kaldım. Müfettişler gelip sorguladığında, o yüzden senin lehine yalancı şahitlik yaptım. Utanç içinde kıvranmamak için “çocuklarımın rızkı” diye bir şey uydurdum. Ama bu akıbet, senin “rızk veren” olmadığını acı da olsa gösterdi. Acılar tavan yapmış olsa gerek, çocukluğum gözümün önüne geldi…


İlk değerli oyuncağım, bir traktörün direksiyonuydu. Traktörün alındığı günkü mutluluğumun tarifi zor. Eskiden karpuz, kiraz çıkardı ve onların alınıp eve getirildiğinde kokusunu hissettiğim anlar da mutluluklarımın birer parçasıydı. Aman Allah’ım, ne duyguydu o!? Sevinçten çıldırırdım. Kimse kusura bakmasın, ne derlerse desinler, sevincimi yok edemem. Ama tamam, azaltmaya razıyım. “Oğlum, ne zıplayıp duruyorsun, cennet mi müjdelendi?” Gücenmeyin ama “cennet müjdelense” de siz, insana o sevinci yaşatmazdınız. 


İnsanoğlu niye böyle? Madem kızım senin de bana meylin vardı, niye onca zaman süründürdün beni? Bırak elinden tutmayı, ya sesini duyunca kendimi cennette zannettiğim anları hangi cümleler kaç kelime dile getirilebilir ki? Haftada bir kere cennette olmak yerine sürekli orada olsaydım ne vardı? Sen mutlu, ben mutlu… Ah, ah! O yanıklıklar içimden çıkar mı sanıyorsun? Sen de, ben de duygularımızla yaşasaydık olmaz mıydı? Ses geçirmez duvarların arkasına gizledik heyecanımızı, hazlarımızı, mutluluklarımızı... Kimse duymadı, kimse bilmedi. Yalnız sen ve ben işittik sessizce... Vallahi, benim için hiç mahsuru yok, yaşadık ya birlikte o duyguları, gerisi teferruat… 


Şimdi ben bu kadar anlattım ya, okuduklarınızın hepsi yazı, hepsi harflerden müteşekkil ibareler. Bilemem ki benim yaşadığım duygularla sizin okurken hissettikleriniz aynı mı? Henüz işe girmemiş, çalışma mecburiyeti olmayan biri beni nasıl anlamıştır acaba? İlk kar yağdığında yaşadığım duyguyu anlattığımda, yaşadıkları yere hiç kar yağmayan bir dostum ne hisseder dersiniz? Pas vermeyen kızın elini ilk tuttuğundaki mutluluğun aynısını o kız da hissetmiş midir? Soru, soru, soru... Ne kadar çok bilmediğim var. Bunlar bile bir duygu. Oo! Daha ne duygularım var. Henüz adlarını bile bilmiyorum. O duygulara karşılık gelen kelimeleri bulunca onları da anlatacağım. Duygularımı anlatmak beni rahatlattı, hatta mutlu bile etti. Tavsiye ederim…