Duyguları var

Gören insanlar, insanların yüz ifadelerinden, beden dillerinden veya bakışlarından duygularını anladıklarını söylüyorlar. “Hadi canım sen de!” sözünü kâğıt oyununda oyunu alacak kişi gibi içimden tam da masanın ortasına “Pat!” diye koyuveriyorum. Madem bu şekilde duyguları anlıyorsunuz da neden kavgalar oluyor, iletişim kazalarıyla insanlar neden acı çekiyorlar o zaman?

ÜSTÜ yarı açık bir kafedeyim. Arkadaşımı bekliyorum. Yan masada da biri tek başına oturuyor sanırım. Tek başına oturup oturmadığını kör birisi olarak nasıl anladığım meselesi basit: Yanında biri olsaydı, garson “Abi, bir isteğin var mı?” demezdi. Artı, öksürük sesleriyle kâğıt sesleri de bir kişilik geliyordu zaten. Tabiî benim esas merak ettiğim, onun şu anki duyguları nasıl acaba? Sadece onunki mi? Garsonun, diğer masada oturan hanım ve bey ikilisinin, deniz motorunu kullanan kaptanın veya yolculuk eden kişilerin de duygularını merak ediyorum.

Gören insanlar, insanların yüz ifadelerinden, beden dillerinden veya bakışlarından duygularını anladıklarını söylüyorlar. “Hadi canım sen de!” sözünü kâğıt oyununda oyunu alacak kişi gibi içimden tam da masanın ortasına “Pat!” diye koyuveriyorum. Madem bu şekilde duyguları anlıyorsunuz da neden kavgalar oluyor, iletişim kazalarıyla insanlar neden acı çekiyorlar o zaman? Televizyonda yayınlanan arkadaşların intihar baberinin ardından niçin “Aslında hayat doluydu ve intihar edecek birine benzemiyordu” diyorlar? Eşler birbirlerinin duygularını çok iyi anladıkları için mi kavga ediyorlar?

Misafirlik, bayramlık yüzler

İnsanların misafir odaları veya bayramlık kıyafetleri gibi “misafirlik ve bayramlık” yüzleri, hatta vücut hareketleri, kartpostal veya dilekçe dili gibi vücut dilleri var. Karşıdaki nasılsa ona göre. Yanında taşıdığı yüzünü hemen takıp, o vücut diliyle konuşmaya başlayıveriyor. İşte gözler, duyguları görmeye yetmiyor.

Yedi sekiz yaşlarındaydım. Bir dondurmacının yanında, bulaşıkları yıkama işinde çalışıyordum. O zamanlar kör değildim. Bir gün dondurma siparişi vermiş, acelesi olduğu için de çabuk kalkmış birinin, belki az yemiş, belki de hiç dokunmamış olduğu dondurmayı ben bitirmiştim. Sonra benim bu davranışımı gören komşular annemlere söylemişler, onlar da “başkalarının artığını” yememem konusunda beni iyice tembih etmişlerdi. Az önce koyulup servis yapılan dondurmanın, bir kişinin masasına gittikten sonra yere düşmüş dondurmadan farkı kalmamasını anlayamamıştım. Hatta onu yiyen kişi kötü bir davranış da yapmış oluyordu, ama sırf bu yüzden mahallede aşağılanmıştım.

Ayakkabı boyacılığı yaptığım günlerde de yolda giderken bir kamu kuruluşunun terasında oturan bir çiftin ayakkabısını boyamak üzere çağrılmıştım. Çubuk kraker yiyorlardı. Bana teklif ettiler, ben de bir tane aldım. Her ikisinin de ayakkabılarını boyadım. Ne bana acıyan gözlerle baktılar, ne ailemle ilgili sorular sordular, ne de beni herhangi bir şekilde aşağıladılar. Kendi aralarında konuşurlarken benim hakkımda konuşmadılar ve yeri geldikçe de “Öbür ayağımı koyayım mı?” gibi işimi kolaylaştıracak şeyler söylediler. Kendimi onların işini yapmaktan dolayı çok iyi hissettim. Onlara karşı hatırladığım kadarıyla içimde oluşan duygu şuydu: “Bu iki insan, sonsuza kadar böyle uyumlu, mutlu, huzurlu ve asil bir şekilde devam edip gitseler…”

İnsanlara böyle dua edileceğini o zamanlar bilmiyordum. Eminim ki Allah, bunu dua olarak kabul etmiştir.

Duygularımı duyanım yoktu

Bana zaman zaman kızarak, bazen de takdir ederek “Bir bakanla nasıl sohbet ediyorsan, ona nasıl saygı gösteriyorsan, Yeni Cami’nin önünde kuşyemi satan kişiyle de aynısın” diyorlar. Evet, Yeni Cami’nin önünde yem satmadım, ama oyuncak, ayakkabı ve terlik sattım. O zaman da duygularım vardı. Zabıtanın aşağılamalarına ben de maruz kaldım. Arkadaşlarla sohbet ettik, dertleştik, şakalaştık, yeri geldi tartıştık. Haksızlıklara üzüldük ve kızdık. Birilerine iyilik etmek için el ele vererek bir yerlere bağış yaptık. Birbirimize veya misafirlerimize yemek ve çay ısmarladık. Faydalı olmanın hazzını yaşadık. Bir hanımefendinin namusuna halel getirecek sözlerden bile sakınmanın kahramanlığını hissettik. Peki, benim iş hayatımın ve meşguliyetlerimin değişmesiyle o arkadaşlarımın yaşadıkları duygularda bir değişme mi oldu? Değişen, sadece benim meşguliyetlerim…

Sevdim… Kimsenin duymadığı, bilmediği aşkı yaşadığım oldu. O aşkı nasıl dile getirebilirdim ki? Bizzat sevdiğim kişi tarafından dışlandığım oldu. Kör olmamdan dolayı bana karşı güzel duygularını bastıranlara şahit oldum. Şimdi biri birini sevse, sevdiği de ona karşı olan aşkını bastırsa, aşkını bastıranı değil, ama seveni benden başka kim çok daha iyi anlayabilir?

Ah! Ya ben? O günlerde anlaşılmaya o kadar ihtiyacım vardı ki… Duygularım vardı, ama onları bir duyanım yoktu.

İşsiz kalıp çocuğuna süt almakta zorlananların da duygularını çok iyi bilirim. Sadece onları mı? Hastane köşelerinde kalanların, bilet parası olmayıp otobüse binemeyenlerin, günlük öğün sayısını ikiye indirenlerin duygularını da çok iyi bilirim. İyilik gördüğümde içimden geçen duygular bir minnet, bir şükran hissi. Kimseye yük olmak istemezdim, ama yine de en çok sevdiğim duygular arasında bu duygularım vardır. Bu duygunun içimde doğmasını kimler sağlamadı ki? Kâğıt mendil satan sekiz dokuz yaşlarındaki bir çocuk da, yaşlı bir teyze de, bir cemaat mensubu da, “aşırı uçlarda” diye tabir edilen birtakım gençler de veya bir turist de bu duyguları yaşattı bana. Hatırladıkça da aynı duyguları yaşıyorum.


Unutkanlık: Utanç kuyusu

Yaşamak istemediğim duygular da var. Bir kez benim için okuyacağı kitapları benden almak üzere buluşacağımız hanımefendiyle randevumuzu unutmuştum. Nereden baksanız rezalet!.. Benim için bir utanç kuyusu. Daha utanç verici tarafıysa, o buluşmayı bir hafta sonra hatırlayabilmem. Fakat o hanımefendi beni affetti, hem de hiçbir şey olmamış gibi yardımına da devam etti. Tek fark, kitapları benden almaya gelmedi de yalısına götürmemi istemişti. Çok da güzel şeyler ikram etmişti. Sanırım davranışlarımdan pişmanlığımı hissetti. Soruyorum kendi kendime: O hanımefendi beni nasıl anlamış olabilir? Eminim ki o da böyle bir olay yaşadı, o da benim gibi randevusunu istemeyerek unuttu ve o mahcubiyetle o acıyı hissetti. Yani beni anladı. Böyle düşününce hanımefendiye karşı hissettiğimse şükran ve minnetin yanında bir güven ve huzur duygusuydu.

Anlıyor ama hak vermiyorum

Ne yazık ki bugünlerde kilo vermek isteyen, yoğunluk nedeniyle arkadaşlarını arayamayan, hasta ve cenaze ziyaretlerine gidemeyenlerin de duygularını çok iyi anlıyorum. Ama sadece anlıyorum ve tabiî ki hak vermiyorum. Bunun, çözülmesi gereken bir problem olduğu konusunda ısrarlıyım. Sadece Suriyeli misafirlere yardım etmeyi arzu eden, Mısır’daki olayları kızarak seyreden, Tanzanya’daki Albinoların acılarını azaltmayı isteyen, gözü önündeki imkânları görmeyenlere şaşıran insanların duygularını anlayan bir insan olmak istemiyorum. Bizzat onları çözenlerin duygularını yaşayan bir insan olmak istiyorum. İleriki hayatımda da o duyguyu yaşayanlarla duygudaşlık yapmak istiyorum.

Elbette bir kadının yaşadığı duyguları hiçbir zaman yaşayamayacağım. Dünyadaki diğer duyguların tamamını da yaşayamayacağım. Onları yaşayanlarla etkileşimde bulunduğum zaman, belki onların hissettiklerini tam olarak hissedemeyeceğim. Şu ana kadar acı tatlı yaşadıklarımın hiçbirine “Keşke yaşamasaydım” diyemiyorum. Zira onlar sayesinde birçok insana, bana hissettirilenlerin hiçbirini hissettirmeyeceğim. Gideceği şehrin trenini kaçırmış, elinde valizleriyle kalakalmış bir üniversite öğrencisiyle karşılaşınca mal mal “O da erken çıkıp yetişseymiş” demeyeceğim. Diyeceğim ki: “Belki sınavı vardı. Taksi parası da yoktu. Ne yapsın? Elinde valizlerle oradan oraya yetişirken geç kalmış.” En azından böyle durumların olabileceğini, umudunu kesmemesini, ertesi günkü trenlere bakmasını, belki gitmekten vazgeçen birilerinin olabileceğini yahut numarasız vagonlara binip, yolda inenlerin yerine oturabileceğini hatırlatayım. Hiç kimseyi yargılayıp suizan etmeyeceğim. Öyle ki insan, ne kadar tersini isterse istesin, yine de yanlışlığa yol açabilir. Böyle bir kişiye bir de ben menfi bir reaksiyon göstererek haksızlığa yol açmak istemem.

Aklımdan hiç çıkmasa...

Çevremizde yaşlı olduğu için “Artık ölmesi gerekiyor” diye değerlendirilen insanlar olabilir. Cezaevinden -yaptığının bedelini ödeyip- çıkmış insanlarla karşılaşabiliriz. Bir bulaşıkçının oğlu, bir temizlikçinin kızıyla aynı ortamda bulunabiliriz. Hatta o çocuklar, “kötü yola düşmüş” bir kadın veya kadının çocukları, eşcinsel bir kişinin kardeşi de olabilirler. Hâsılı, doğduktan sonra şu veya bu vesilelerle toplum tarafından sıfatlandırılmış insanlarla karşılaşabiliriz. Sıfatı ne olursa olsun, insanlarla iletişim ve etkileşim halindeyiz. Birbirimizi etkiliyoruz.

Şunların hiçbir zaman aklımdan çıkmamasını isterdim: Etkileşimde olduğum herkesin iç dünyasında güzel hislerin uyanmasına vesile olabileceğimi hep bilebilsem… Yaşadıklarının tamamını bilemeyeceğimi ve kendisiyle konuşup sohbet ederek öğrenebileceğimi ve yargılayacaksam da ondan sonra yargılamam gerektiğini aklımdan hiç çıkaramasam… Yine bilebilsem ki, bizlerin verdiği hangi sıfat olursa olsun, herkes insandır ve hepsinin duyguları vardır…