“POLİTİKAYA soyunmak”
ile “politikaya giyinmek” arasında 7
(yedi) fark vardır. Fakat bu farkları tespit etmek için “karikatür dikkati”
gerekir.
Örneğin,
“İşsizlik aldı başını gidiyor! Gençler
umutsuz, yaşlılar huzursuz. Dünyada itibar kaybımız var!” cümleleri,
“soyunmak” tablosundandır.
“İşsizlik,
standart arayışları ve meslek politikasızlığı sebebiyle işsizliği niteliksiz
işsizlik kılıyor. Bağımsız ülke olmanın bedeli ödenmeli; ancak bu, dünyadan
kopuşla sonuçlanacak diplomasi beceriksizliği getirmemeli” gibi cümlelerse
“giyinmek” kokusu taşır.
Darbe
stratejistleri “düşürücü” adresler bulup onları “iktidar rüyası” içinde motive
ederken, düşürüleni “bükecek” ikinci dalgayı ince işçilikli programlarlar.
Ali
Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun, “Biz hep
iyiydik, kötülükle mücadelemizi içeride sürdürdük ancak sonuç alamayınca şimdi
dışarıdan mücadeleye devam ediyoruz” şeklindeki cümleleri ne “soyunmak”, ne
de “giyinmek” kategorisinde algılanabilir. Bu cümleler, “yeteneksiz ataklardan”
ibarettir.
Çünkü
“AK Parti dönemine ait tüm başarıları biz
sağlıyorduk, yanlış işlerin ise kaynağı Erdoğan’dı!” taktiği, seçmen zekâsını
aşağılamak ve kendi sanal dünyalarında kurguladıkları “basitleştirilmiş
kahramanlıklar” sergisi açmaktan ibarettir.
Oysa
“seçmen profilinde çeşitlenmeler” ve “iktidar yorgunluğu” arasındaki
etkileşimden kaynaklanan “yeni politik parkurlar” oluştu ve AK Parti’nin bu
parkurlara vaziyet edemediğini gözlemleyenlerde bir “politik fırsatçılık”
heyecanı doğdu.
Ancak
AK Parti, bu vaziyet alamayışı “Joker:
Erdoğan” kartıyla kapattığını düşündüğünden, gerçeklerle yüzleşmeyi
erteliyor ve yeni politik parkurlardan alacağı/aldığı riski önemsemiyor. Çünkü
Erdoğan’ın “finallerin kahramanı” becerisine sığınıyor. Türkiye’de olgunlaşan
“yeni sosyoloji-yeniden iktidar” denklemi üzerine odaklanan bir teşkilât heyecanı
da kalmayınca, “Erdoğan’ı yıkalım, iktidarı
paylaşalım” heveslileri arttı.
Babacan
ve Davutoğlu, “atık toplama politikaları” üretmek dışında bir “zekâ eşiği,
iktidar beşiği” mottosunda duramıyorlar. Çünkü Babacan ve Davutoğlu, “Erdoğan değiliz!” portresi dışında
“gerçek yüzlerini” ortaya koyma becerisinde bile değiller.
Yeni
parti kurmanın “yeni olana dair yenilik getirici projeler” sunumu
gerektirdiğini unutup, iktidarın nimetlerinden yararlandıkları dönemleri bile
“parti içindeki hayırlı işlerden sorumlu azizler” portresi şeklinde çizme
çabaları, seçmen nezdinde “Gülünç
hareketler bunlar!” tepkisi alıyor.
Oysa
“İktidara talibim!” ilânı, başlı
başına bir strateji ve plân gerektirir. “Erdoğan
artık gitsin!” üzerine kurulu hareket ne bir stratejidir, ne de bir plân.
Dolayısıyla
her konuşmasını Erdoğan karşıtlığı üzerine kurmayı “muhalefet” sanmak veya “İktidarı ne kadar yıpratırsak, o oranda
güçleniyoruz” vehmi içinde politika yapmak, zaten CHP zihniyetidir ve de
Babacan ile Davutoğlu, özünde CHP’den rol çalmakla sonuçlanan bir role girmiş
bulunmaktadır.
Oysa
seçmen, “Erdoğan sonrası yarınımız” gündeminde ve özünde “Erdoğan karşıtlığı”
değil, “Erdoğan’ı geliştiren ama onu aşan” bir politika arayışında. Yani seçmen,
yeni politikaların hepsinde Erdoğan’ı başlangıç noktası sayıyor. Bir başka
ifadeyle, Erdoğan’ın bıraktığı yeri başlangıç çizgisi sayıyor. “Erdoğan’ı içine alan fakat onu aşan
olacağım!” cümlesini kurabilen çizgiyi önemsiyor.
Kuşkusuz
“Millet İttifakı” şemsiyesi altına giren/girmiş olan Babacan ve Davutoğlu,
“Erdoğan karşıtlığı değirmeni”ne su taşırken kişiye özel bir tatmin
içindedirler. Hattâ Erdoğan aleyhinde kurdukları her cümleden ayrı bir zevk
alan “Beni küçümsedin, şimdi ben
büyüyorum!” ninnisinin uyku getiren yumuşaklığına sığınıyorlardır. Bu
onların tercihi…
Ancak
Erdoğan sonrası Türkiye’nin yaşayacağı sosyolojinin gerektirdiği “yeni”
indeksinde Babacan ve Davutoğlu, bu dil ve taktikte yer bulamayacaklardır.
Çünkü AK Parti seçmeni olup da “Erdoğan’dan
daha iyidir bunlar!” algısında bir tek seçmen görmedim, duymadım. Özellikle
Davutoğlu’na geçiş yapmış ve AK Parti içinde uzun yıllar bulunmuş profillerin
tamamında bir tür “Hoca’nın talebeleri” ve/veya “‘Kıymetimiz bilinmedi’ sınıfı”
havası hâkim… Babacan ise, “Batı’nın aradığı profil” hesabında ve tipik “Batıcı
politikacı” eşiğine sahip…
Hatırlatmak
isterim: Seçmen, 15 Temmuz gecesinde ve AK Parti’yi tekrar iktidara taşıdığı 1
Kasım seçimlerindeki zekâ ve cesaretiyle açık bir mesaj veriyor: “Erdoğan’ı yok sayan değil, onu aşan bir
gelecek istiyorum. Çapsızlığın lüzumu yok!”
“Efendim,
AK Parti oy kaybediyor” seslenişine ise seçmen kurnazca bir daha cevap veriyor:
“Oy kaybı ayrı, iktidar kaybı ayrı!”
Bu
cümleyi ben tercüme edeyim: “Oy vermeyerek, Erdoğan’ın iktidarda kalmasını
sağlıyorum. Çünkü Erdoğan, kendini bu yolla güncelliyor.”
Bu arada, bu güncellemeye şahsî bir not düşeyim: “Başkanlık sistemi” kaldığı sürece, Erdoğan, başkan kalacaktır. Erdoğan dışında her aday, üst akıl tarafından “düşürücü ve bükücü” plânın basit rolcüsü kalacaktır. Değilse, iktidarlar gelir gider…