Düşünmek ve salt düşünmek

Sadece düşünmek aynıdır salt düşünmekle; aradaki fark, sadece kendine acı çektirmektir. Acı, nedeni ve bir sonucu varsa çektiğine değen bir süreçtir. O parmaklarınla dans eden güneş her gün doğmak ve batmak için ne kadar çok sancı çekiyor, bilir misin?

İKİNDİ vakti güneşinde parmaklarımı güneşle dansa kaldırırken kendimi iyi hissediyorum. Bu vakitte aldığım bir nefes, tâzelenmeme/yenilenmeme sebep oluveriyor. Bazen günlerce içinden çıkamadığım düşüncelerden derin bir nefes yardımıyla kurtuluyorum. Tâze kesilmiş çimen kokusu huzurla dolduruyor içimi. Gözlerimin önündeki hafif buğu yok oluyor ve her şey netlik kazanıyor birden.

Bazen bu kadar kolay oluyor kendi çemberimden çıkmak. Ardındaki kıvranış, sancı, acı yok oluveriyor. Vadesini doldurmuş gibi âdeta, vedâ ediyor zihnime. Zihnim berraklaşıyor bu düşüncenin gidişiyle. Şarkıda söylenildiği gibi, “Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın”. Bu kadar keskindir bir düşüncenin seni kıvrandırması ya da rahat bırakması. Ya beyninin içindedir ve sen de çemberin içindesindir ya da dışında...

Düşünmek, her insanın durduramadığı bir eylemdir. “Düşünüyor muyuz gerçekten?” derken bile aslında düşünmek zorundasındır. Fakat düşünmek ve düşünmek arasında fark vardır. Bakmak ile görmek gibi… Yaşamak için yemek yahut zevk için yemek gibi… Düşünmek ve ah, düşünmek!

Bazen buz gibi bir suyun ensenden akışında hissedersin kıvranışını bir fikrin. Dakikalarca izlediğin bir duvarda, şafak vaktinde, toprak kokusunda, çıplak ayakla bastığın çimende... Her deminde demlersin düşünceni ve bir gün ansızın rahat bırakır seni. Sonrasında bir boşluk oluşur. Bir vakit rahat edersin. Umarsızca attığın kahkahalar sana geri döner. Gözlerindeki perde kalkar. Sadece düşünen bir insana dönüşürsün; salt düşünene… Sonrasında döngü tekrarlar.

Peki, neden orada bir yerlerde bir ara veriliyor? Rûhunun gücü tükendiğinde neden ayaklarına bir kuvvet geliyor. Çünkü rûh, çaydanlıkta demledi düşünceyi, acımasın diye altını kapattık ocağın. Bir sonraki adım servis etmektir. Önce biraz dem sonrasında sıcak su, yanına iki şeker, içine bir çay kaşığı... Sıradaki aşama sunum… Yani bu metaforu bırakırsak bir kenara demek istediğim şudur: Rûh olgunlaştırır düşünceyi ve bekler ki bir müddet ayaklar hareket etsin. Emek yemeğe dönüşsün. Fikir ise eyleme dökülsün.

Eyleme dökülmeyen fikir, servis edilmeyen fakat demlenmiş çay gibidir. Sadece israftır. Zihnin de bir ocağı vardır ve eğer gereksiz yere bu ocağın altını açarsan, vebâli vardır. İsraf haramdır ve “Allah israf edenleri sevmez” (Araf, 31).

Sadece düşünmek aynıdır salt düşünmekle; aradaki fark, sadece kendine acı çektirmektir. Acı, nedeni ve bir sonucu varsa çektiğine değen bir süreçtir. O parmaklarınla dans eden güneş her gün doğmak ve batmak için ne kadar çok sancı çekiyor, bilir misin? O acının hürmetine ışık nimetinden faydalanır bütün dünya. Allah, her gün gözümüzün önüne, hattâ gözümüzün görmesine sebep olana saklamıştır şifreyi. Bakarsan görebilir ve okuyabilirsin söyleneni.

Zamanın çok hızlı aktığı bir çağdayız. “Bu çağ, hız çağı” desek çok da yanlış olmaz. Düşünmek ve üretmek için çok fazla şeye sahibiz. Çok neden var. Sonuca ulaşmayı bekleyen birçok neden… Bu zamanda düşünmek, aslında en zor iş. Üretmek ise çocuk oyuncağı… Sivil toplum kuruluşları, dernekler ve vakıflar âdeta adım başı mesafedeler. Ulaşım, teknoloji, makineleşme altın çağını yaşıyor.  Fikir arıyorlar etrafta. Fikir avcıları var bu çağda.

Varlığın içindeyiz. Varlık da bizim içimizde. Hareket eden düşüncelere ihtiyacımız var. Acısıyla kıvranıp rûha yük olan fikirleri bırakın, ayaklansınlar! Âdeta fikir isyanı başlatsınlar. Öyle ki, zihinler görelim iki ayaklı yürüsünler, koşsunlar, yarışsınlar… Kendi çemberinde kalmasın, taşsın her biri. Taşkınlık en güzel malzemesidir yaşamın. Düşüncelerimiz bizi yaşatsın.