
BU makalenin
başlığını “Düşünme Usûlleri” ya da “Sağlıklı Düşünmenin Yol ve
Yöntemleri” şeklinde de koyabilirdim. Ama ben bu başlığı tercih ettim.
Usûl,
yöntem, metot kavramları ve bunların önemi
Kavramsal
olarak ister “usûl” diyelim, ister “yöntem”, istenirse de “metot”,
nihâyetinde çok önemli bir konudan bahsettiğimizin farkında olalım.
Çünkü
bunlar da bilimin konularındandır. Başka bir deyişle usûl, yöntem ve metot,
bilimden bir cüzdür, parçadır. Hem de bilimi tamamlayan mütemmim bir cüz! Bu
cüz öyle bir cüzdür ki, bunlar olmadan bilim olmaz, bilimsel çalışmalar
yapılamaz.
İşte
bu usûldür, yöntemdir, metottur. Her bilimin bir usûlü, yöntemi ve metodu
vardır. Bunlar olmadan bilimsel bir araştırma ve çalışma yapamazsınız. Onun
için her bilim dalının zaman içerisinde bir de metodolojisi ortaya çıkmıştır.
Meselâ
din bilimlerinde fıkıh usûlü (usûl-i fıkh), tefsir usûlü, hadis usûlü gibi usûllerin
yanında tarih metodolojisi gibi metotlar da vardır.
Aslında
usûl, yol, yöntem, metot hayatın her alanında vardır, olmalıdır da. Çünkü bütün
bunlar, insanın önünü aydınlatan, zifiri karanlıkta yol yürümesini sağlayan,
doğru yoldan ayrılarak yanlış yollara sapmasını önleyen bir mum ışığı, bir
kandil, bir el feneri veya bir pusula mahiyetindedir.
Nasıl
ki zifiri karanlıkta yol yürünemezse, mumsuz, kandilsiz, el fenersiz, pusulasız
da yol yürünemez, doğru yol bulunamaz.
Usûl,
yöntem, metot; bir işe, bir çalışmaya, bir araştırmaya başlamadan önce onun
bilimsel, akılsal ve rasyonel olarak hazırlığının yapılması, altyapısının
oluşturulması demektir. Dolayısıyla usûl, yöntem, metot bir araştırmanın, bir
çalışmanın sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi, yürütülebilmesi ve doğru
sonuçlara ulaşılabilmesi açısından son derece önemlidir ve bu mânâda stratejik olarak
hayâtî bir öneme sahiptir.
Bu
bakımdan usûl, yöntem, metot aynı zamanda bir işin, bir çalışmanın, bir
araştırmanın nasıl yapılacağının önceden kestirilmesi ve plânlamasının önceden
yapılması demektir.
Aslında
usûl, yöntem, metot eşyanın tabiatında vardır. Ontolojik olarak varlığın özünde
mevcuttur. Başka bir ifâde ile Allah’ın yaratılış kanunlarının yâni
Sünnetullah’ın özünde, tabiatında ve cevherinde vardır.
Allah
hiçbir varlığı rastlantısal olarak, tesadüfen, iş olsun diye holdür hop,
plânsız ve programsız, amaçsız ve anlamsız, gelişigüzel ve kuralsız yâni
usûlsüz ve yöntemsiz yaratmamıştır. Her şey bir amaca mebni, bir sebebe
müstenit olarak yaratılmıştır.
Kur’ân’a
baktığımız zaman Allah’ın kâinatı (evreni) bir plân dâhilinde ve bir usûle
uygun olarak belirli bir zaman diliminde ve aşama aşama yarattığını, yine aynı
şekilde “insan” denilen varlığı da çeşitli aşamalardan geçirerek bir plân ve
usûl dairesinde var ettiğini pekâlâ görebiliriz. Hatta sarhoş edici içki ve
türevlerinin de bir plân ve yöntem dâhilinde tedrici olarak yasaklandığını
hepimiz yakînen bilmekteyiz.
Diğer
taraftan, Kur’ân’ın aşama aşama bir plân ve program dâhilinde tedrici olarak
nâzil olduğunu da bilmekteyiz. Bu durum hem insanın fıtratına ve psikolojik hâllerine,
hem de muhatap alınan toplumun sosyolojik özelliklerine daha uygundur.
İşte
bu da her şeyin bir usûl ve plân dairesinde yapıldığının ve yaratıldığının
göstergesidir ki bu yaklaşım, olmazsa olmaz mesabesinde hayâtî bir önem ve
gerçeklik arz eder.
Düşünme
metodolojisi
İşte
bütün bu söylenenlerden hareketle diyebiliriz ki, düşünmenin de bir
metodolojisi, usûlü, yöntemi vardır. Eğer biz, düşünmenin yol ve yöntemlerini
bulamazsak, usûlüne uygun bir şekilde düşünemezsek, işte o zaman eşyanın
tabiatına (varlığın özüne ve cevherine) nüfuz edemeyiz ve hakikatlere hiçbir
zaman ulaşamayız.
Tabiî
ki burada düşünmekten bahsederken, sağlıklı ve sanatkârane bir düşünme
biçiminden bahsediyorum. Bir nevi Descartes’in “Düşünüyorum, o hâlde varım”
analojisi ve mottosu, Arşimet’in “Buldum” feryadı, Gazâlî’nin El
Munkız’daki “Benlik” sorgusu ya da Hazreti İbrahim’in İlâh’ını ararken
derin tefekkürü gibi…
Yoksa
herkes düşünür. Çünkü “insan” denilen varlığın beyinsel, zihinsel ve bilişsel
yapısı buna müsaittir ve bu bağlamda düşünme ameliyesi otomatik bir harekettir.
İnsana “Düşünme!” deseniz dahi düşünür. Bu meyandaki düşünme biçimi
istem dışı ve gayr-i irâdi bir eylemdir.
Onun
için asıl olan, bilinçli ve sanatkârane bir şekilde düşünmektir. Çünkü düşünmek
bir sanattır. Varlığın hakikatine, eşyanın tabiatına, olayların künhüne vâkıf
olabilmek için tüm beyinsel fonksiyonların devrede olması gerekir. Bu, elzem
olduğu kadar aynı zamanda bir şarttır. Artık bunun farkına varılarak kabûl
edilmesinde büyük faydalar vardır.
Bu
şekildeki bir düşünme becerisine, melekesine ve alışkanlığına sahip olmayan
insanların yaşadığı bir toplumdan kimseye fayda ve hayır gelmez. Ne yazıktır ki,
bu ülkenin yönetim kademelerinde, eğitim câmiâsında, akademik çevrelerinde ve
sosyolojik yapısında bu tür sağlıklı ve sanatkârane düşünmenin izlerine
rastlamak pek kolay değildir.
Çünkü
bizde sağlıklı ve sanatkârane düşünmenin yâni nasıl düşünmek gerektiğinin yol
ve yöntemleri, metotları değil, neyi düşünmemiz gerektiğinin çerçevesi çizilir
ve bu çerçevede neyi düşüneceğimiz birileri tarafından empoze edilir. Gerekirse
dikte ettirilir. Hatta önceden kalıba dökülmüş ve formatlanmış düşünceler zorla
kabûl ettirilmeye çalışılır.
Eğitim
sistemimiz ve sosyal yapımız bunun örnekleriyle doludur. Bunun sonunda
mankurtlaşma ve meyyitleşme kaçınılmazdır. Çünkü bizim kültürümüzde zâten
öteden beri itaat ve biat uygulamaları çok yaygındır.
Aslında
eğitim kurumlarımızda ve sosyal hayatta neyi düşüneceğimiz değil de nasıl
düşüneceğimiz yâni sağlıklı düşünmenin yol ve yöntemleri, usûl ve metotları
öğretilseydi sanırım çok daha iyi olur, ülke ve toplum da bundan çok kazançlı
çıkardı.
Ancak, “Zararın neresinden dönülürse kârdır” anlayışından hareketle, artık bu konulara çok önem verilmesi ve eğitim kurumlarına, toplumsal hayata da bu motivasyonun vakit geçirilmeden hemen aktarılması gerekiyor.