NÂCİ Zâne ile
tanışacağız bugün. Fakat önce bir noktada anlaşalım. Bu arkadaşın adıyla
soyadının ilk hecesinde birer şapka var. Naci Zane değil, Nâci Zâne…
Lütfen
dikkat ve hassasiyet gösterin. Kış geldi, havalar soğudu, üşütmesin diye değil.
İlk heceler uzatmalı söylendiği için…
Mutâbık
kaldıysak, birkaç meşhur zâta ismen bakalım.
Merkez
Efendi’nin asıl adı Mûsâ’dır. Hayattayken lakâbı, Merkez Muslihuddin’dir.
Merkez Efendi diye nam salmıştır.
Sümbül Efendi’nin
asıl adı Yûsuf Sinan’dır.
Dünyâya hükmeden Cengiz Han’ın asıl adı
Timuçin’dir. Çincede “mükemmel savaşçı” anlamına gelen “çeng-sze”den gelen “Cengiz”
ismiyle bilinir.
Fuzûlî’nin
asıl adı Mehmed, Bâkî’nin asıl adı Mahmud Abdülbâkî, Pîr Sultan Abdal’ın asıl
adı Haydar…
Anadolu’yu
bize yurt eden Sultan Alpaslan’ın asıl adı Muhammed…
“Alp
Arslan” şeklinde söylenmesindeki sebep, aradaki “R” sesinin ihtişam katması
olabilir. Yoksa ormanların kralı, aslandır elbette.
Bunları
niye hatırlattık? Bizim bugünkü konumuz olan beyefendinin de asıl adı başka.
Onu ileride açık ederiz. Maksat girizgâh olsun…
Peşrev
tamam sayılır. Uzun tutulursa, güreşten çekinildiği zannı doğar. Öyle olmasın.
*
“Ben pek dizi mizi
seyretmem. Hep belgesel, hep haber…” derlerse de araya nice filmler, nice
diziler karışmıştır.
Doğrusu,
yukarıdaki dizili cümleyi ağzımdan kaçırmamaya çalışırım yıllardır.
“İçin dışın haber
oldu, bıkmadın mı bütün gün?” cümlesine sıkça mâruz kalsam da (bâriz
meslek ârızası), göğsümden “belgesel ağacı” çıkacağı vehmine kapılsam da her
sene en az bir diziyi merak ederken yakalarım kendimi.
Oturur,
bir güzel seyrederim âfiyetle.
Beğendiğim
bazı oyuncular var ki Şener Şen gibi, Çetin Tekindor gibi, bırakın filmi yahut
diziyi, reklâmda oynasa çıkmasını beklerim.
“Ne
varsa eskilerde var” anlayışında değilim. Yenilerden de çok yaman oyuncular
var. Nâci onlardan biri…
Çukur
ve Arka Sokaklar dizilerinde rol almış.
Muhteşem
Yüzyıl’da Şehzâde Beyazıd’ı oynamış bir aktör.
Çetin
Tekindor’un mafya babası “Kebapçı Celâl” rolünde oynadığı “İçerde” isimli
dizide, bizim kahramanımızın iki ismi var: Hem “Umut”, hem “Mert”...
Gerçek
adı, “Aras Bulut İynemli”...
Kadro
güçlüydü. Çağatay Ulusoy, dizide “Sarp Yılmaz” rolüyle oynadı.
Mustafa
Uğurlu ise Organize Şube’nin efsane müdürü “Yusuf Kaya” rolündeydi.
Aradan
dört beş sene geçmiş.
*
Oyuncular
her yapımda ayrı bir isme ve kimliğe büründükleri için yadırgamazlar ama bizim
delikanlının hiçbir dizide “Nâci” ismini aldığını gören olmamıştır.
Nasıl
olsun, o ismi bendeniz yakıştırıverdim.
Sebep,
bir reklâmdır.
Bugünlerde
sıkça karşımıza çıkıyor.
Bizim
yakışıklı, o reklâmda, insanların internetle olan ilişkisinin ne kadar geniş
boyutlara ulaştığına dikkat çekiyor. Bu arada cep telefonunun da… Çünkü servis
sağlayıcı firmanın reklâm yüzü olmuş. Ne güzel… Yakışır!
Hatırladığım
kadarıyla reklâmı özetlemeye çalışayım: “Kimi
köpeğini ararken aşkı buluyor. Kimi babasıyla sıra arkadaşı oluyor. Kimi
kilometrelerce uzaktan hayat kurtarıyor…”
Bir
cümlede genç bir adam, elinde cep telefonu, kaybettiği köpeğin peşinden
giderken genç bir kızla karşılaşıyor. Yanında sinyalini takip ettiği köpeği…
Diğerinde
küçük bir kızla babası aynı sırada oturuyor derste.
Oyun
oynar gibi görünen biriyse doktor olmalı. Modern teknoloji sayesinde uzaktan
ameliyat yapıyor sanırım…
Bizim
eleman, orada, “Ben de nâcizâne bunları
anlatacağım…” gibi bir cümle kullanıyor.
Eskiden
“Ç” ile söylenirdi. “Nâçizâne” şeklinde...
TDK,
sağ olsun, bir ara, hangi araysa, bunu “C”ye çevirmiş, “Nâcizâne” yapıvermiş.
Aslına
bakarsak, yıllar içinde vatandaş da bu şekilde kullanıyor çoğunlukla.
“Sokaktaki
adam” dedikleri…
Galat-ı
meşhur böyle oluşuyor işte!
Ya
önce halk değiştiriyor kelimelerin bazı yerlerini, ya kanaat önderleri, halkın
sevdiği kişiler.
Dil
de zaman içinde bu şekilde değişiyor.
Bakalım
Sabah’ın sitesinde nasıl ele alınıyor bu kelime/ler:
“Naçizane:
(belirteç) Çok küçük, çok önemsiz bir şey olarak.
Türk Dil Kurumu’na
göre bu kelimenin doğru yazımı ‘nacizane’ olarak yazılır. Aşağıda cümle
içerisinde doğru örnekleri görebilirsiniz.
Doğru kullanım: ‘Sizden
nacizane bir isteğim olacak, eğer beni dinlerseniz...’
*
‘Nacizane fikrim’
ne demek?
Kelime zaten anlam
itibariyle de hâddi olmayarak, çok önemsiz bir şey demektir. Cümle içinde
genelde ‘nacizane tavsiyem’, ‘nacizane fikrim’ şeklinde kullanıldığı
görülmektedir. Kişiler kendilerini övmeden ya da bilmişlik taslamadan konuşmak
durumunda hissettiklerinde kullanılan bir sözcüktür.
Türk Dil Kurumu’na
göre bu kelimenin doğru yazımı, ‘nacizane’ olarak yazılır. Aşağıda cümle
içerisinde doğru örnekleri görebilirsiniz.
Doğru kullanım: ‘Sizden
nacizane bir isteğim olacak, eğer beni dinlerseniz...’
Yanlış kullanım: ‘Naçizane
şekilde ricanı ilet, gereğini yaparız.’”
*
Böyle
demişler demesine de, ikincideki yanlışlık “Ç”de mi, yoksa bir kişinin karşı
tarafa tevazu yükleyemeyeceğinden mi kaynaklanıyor, belli değil.
Şimdi
de Hürriyet’teki açıklamayı görelim:
“Farsçadan
dilimize geçen ‘nacizane’ kelimesi, ‘çok küçük, önemsiz bir şey’ anlamını
taşımaktadır. Anlamı ‘değersiz, önemsiz’ olan ‘naciz’ kelimesinden türemiştir.
Nacizane ne demek?
Kelimenin doğru
kullanımı ‘c’ harfi iledir. Yanlış bir şekilde ‘naçizane’ olarak kullananlar da
vardır. Türk Dil Kurumu’na göre de ‘c’ harfi ile yazılması doğrudur. Farsça
kökenli olması itibariyle diğer Farsça sözcükler gibi dilimizde yer edinmiştir.
Önemsizliği belirtmek için kullanılan bir zarftır. Söyleyen kişiye mütevazilik
havası verir.
Kişi, hâddi
olmayan bir şeyden bahsederken ‘nacizane’ kelimesini kullanabilir. Kelime zaten
anlam itibariyle de ‘hâddi olmayarak, çok önemsiz bir şey’ demektir. Cümle
içinde genelde, ‘nacizane tavsiyem’, ‘nacizane fikrim’ şeklinde kullanıldığı
görülmektedir. Kişiler kendilerini övmeden ya da bilmişlik taslamadan konuşmak
durumunda hissettiklerinde kullanılan bir sözcüktür. Daha çok mütevazi ve naif
yapıdaki insanlar tarafından kullanılmaktadır. Kabalık etmemek ve müdahaleci
olmamak için kullanılabilecek kibar bir kelimedir. Öyle ki, kişi bu kelimeyi
kullanarak kendini ya da fikrini önemsiz bir şeymiş gibi göstermiş olur.
Bu kelime bazen ‘acizane’
kelimesiyle karıştırılabilmektedir. Telâffuzları benzerlik gösterse de
anlamları farklıdır. Arapça kökenli olan ‘acizane’ kelimesi, ‘beceriksizlik’
anlamında kullanılır. Aşırı alçakgönüllülüğü ifade etmektedir. Görüldüğü üzere
iki sözcük birbirinden farklıdır.”
Görüldüğü
üzere, hiç şapka kullanılmıyor.
Bu
arada Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü hatırlayalım: “Benim nâçiz vücûdum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye
Cumhuriyeti, ilelebet pâyidar kalacaktır.”
Buradaki
“nâçiz”i de “naçiz” olarak yazanlar var.
“Âciz”
olması yakındır.
Âciz:
Güçsüz, miskin, mutsuz, zavallı, zayıf ve zebun.
Nâçiz
neydi? “Değersiz, önemsiz”...
*
Hürriyet’in
sitesindeki açıklamada şöyle bir cümle geçiyordu: “Söyleyen kişiye mütevazilik havası verir.”
Bakalım
neymiş.
Mütevâzi:
Paralel.
Hâlbuki
kastettiği, paralellik değil. “Tevâzu sâhibi, alçakgönüllü” olmaktan
bahsediyor.
Bu
durumda “mütevâzı” yazılması gerekirdi.
Ancak
bu ikisini neredeyse karıştırmayan yok. Kusur bir iki kişide değil. Linç gibi
bir şey. Çok büyük kalabalık hâlinde yapılan bir eylem…
İki
şeyin birbirine paralel olması durumunu anlatan “mütevâzi”, artık
kullanılmayacak ölçüde unutulmuş…
“Tevazu
sâhibi, alçakgönüllü” anlamına gelen “mütevâzı” kelimesi yerine kullanılır
olmuş.
*
Başta
sözünü ettiğim İçerde’nin en önemli karakterlerinden biri Sarp, biri Mert-Umut
kardeştiler. Biri mafya içindeki polis, diğeri polis içindeki mafya…
Kebapçı
Celal, Dâvudî sesiyle, ikisine de “Evlaat” diye seslenirdi.
Dilimizin
hâli de bundan pek farklı değil. Koruma gayretinde olanlar da var, bozma
niyetiyle hareket edenler de.
Biri
çıkıp, “Durun, siz kardeşsiniz!” dese, kimse inanmayacak.
*
Dünya
Koronayla boğuşuyor. İnsanlar nelerle uğraşıyor. Bir yanda savaş, bir yanda
açlık, susuzluk… Öte tarafta “lüküs hayat” sürenler... Biz de kalkmış,
kelimelerin ayrıntısına eğilmişiz. Yok şapkası olacaktı, yok noktalı yazılacaktı,
“Hayır, noktasız yazılacak” falan...
Affedin.
Düştük bir hatâya.
Düşünce
de fark ettik ki, “Nâci Zâne” bir kişi değil, cümbür cemaat işlenen bir suç
hâli var!
Pek
kimsenin umurunda olmasa da bu mevzular önemlidir. Korona yarın geçer. Öbür gün
biz de göçeriz. Fakat bu dil, ilelebet var olacaktır. “Şimdi il nereden çıktı,
el nedir, ebet ne?” diyen olmazsa tabiî...
Ha,
bir de “payidar” vardı. Yahut “pâyidar”... Yoksa “pâyidâr” mıydı?
Bırakalım,
o da izahsız kalsın. Doz aşımı olmasın, dolaşımı bozmasın.