Düştük bir hatâya, affedin

Dünya Koronayla boğuşuyor. İnsanlar nelerle uğraşıyor. Bir yanda savaş, bir yanda açlık, susuzluk… Öte tarafta “lüküs hayat” sürenler... Biz de kalkmış, kelimelerin ayrıntısına eğilmişiz. Yok şapkası olacaktı, yok noktalı yazılacaktı, “Hayır, noktasız yazılacak” falan... Affedin. Düştük bir hatâya.

NÂCİ Zâne ile tanışacağız bugün. Fakat önce bir noktada anlaşalım. Bu arkadaşın adıyla soyadının ilk hecesinde birer şapka var. Naci Zane değil, Nâci Zâne…

Lütfen dikkat ve hassasiyet gösterin. Kış geldi, havalar soğudu, üşütmesin diye değil. İlk heceler uzatmalı söylendiği için…

Mutâbık kaldıysak, birkaç meşhur zâta ismen bakalım.

Merkez Efendi’nin asıl adı Mûsâ’dır. Hayattayken lakâbı, Merkez Muslihuddin’dir. Merkez Efendi diye nam salmıştır.

Sümbül Efendi’nin asıl adı Yûsuf Sinan’dır.

Dünyâya hükmeden Cengiz Han’ın asıl adı Timuçin’dir. Çincede “mükemmel savaşçı” anlamına gelen “çeng-sze”den gelen “Cengiz” ismiyle bilinir.

Fuzûlî’nin asıl adı Mehmed, Bâkî’nin asıl adı Mahmud Abdülbâkî, Pîr Sultan Abdal’ın asıl adı Haydar…

Anadolu’yu bize yurt eden Sultan Alpaslan’ın asıl adı Muhammed…

“Alp Arslan” şeklinde söylenmesindeki sebep, aradaki “R” sesinin ihtişam katması olabilir. Yoksa ormanların kralı, aslandır elbette.

Bunları niye hatırlattık? Bizim bugünkü konumuz olan beyefendinin de asıl adı başka. Onu ileride açık ederiz. Maksat girizgâh olsun…

Peşrev tamam sayılır. Uzun tutulursa, güreşten çekinildiği zannı doğar. Öyle olmasın.

*

“Ben pek dizi mizi seyretmem. Hep belgesel, hep haber…” derlerse de araya nice filmler, nice diziler karışmıştır.

Doğrusu, yukarıdaki dizili cümleyi ağzımdan kaçırmamaya çalışırım yıllardır.

“İçin dışın haber oldu, bıkmadın mı bütün gün?” cümlesine sıkça mâruz kalsam da (bâriz meslek ârızası), göğsümden “belgesel ağacı” çıkacağı vehmine kapılsam da her sene en az bir diziyi merak ederken yakalarım kendimi.

Oturur, bir güzel seyrederim âfiyetle.

Beğendiğim bazı oyuncular var ki Şener Şen gibi, Çetin Tekindor gibi, bırakın filmi yahut diziyi, reklâmda oynasa çıkmasını beklerim.

“Ne varsa eskilerde var” anlayışında değilim. Yenilerden de çok yaman oyuncular var. Nâci onlardan biri…

Çukur ve Arka Sokaklar dizilerinde rol almış.

Muhteşem Yüzyıl’da Şehzâde Beyazıd’ı oynamış bir aktör.

Çetin Tekindor’un mafya babası “Kebapçı Celâl” rolünde oynadığı “İçerde” isimli dizide, bizim kahramanımızın iki ismi var: Hem “Umut”, hem “Mert”...

Gerçek adı, “Aras Bulut İynemli”...

Kadro güçlüydü. Çağatay Ulusoy, dizide “Sarp Yılmaz” rolüyle oynadı.

Mustafa Uğurlu ise Organize Şube’nin efsane müdürü “Yusuf Kaya” rolündeydi.

Aradan dört beş sene geçmiş.

*

Oyuncular her yapımda ayrı bir isme ve kimliğe büründükleri için yadırgamazlar ama bizim delikanlının hiçbir dizide “Nâci” ismini aldığını gören olmamıştır.

Nasıl olsun, o ismi bendeniz yakıştırıverdim.

Sebep, bir reklâmdır.

Bugünlerde sıkça karşımıza çıkıyor.

Bizim yakışıklı, o reklâmda, insanların internetle olan ilişkisinin ne kadar geniş boyutlara ulaştığına dikkat çekiyor. Bu arada cep telefonunun da… Çünkü servis sağlayıcı firmanın reklâm yüzü olmuş. Ne güzel… Yakışır!

Hatırladığım kadarıyla reklâmı özetlemeye çalışayım: “Kimi köpeğini ararken aşkı buluyor. Kimi babasıyla sıra arkadaşı oluyor. Kimi kilometrelerce uzaktan hayat kurtarıyor…”

Bir cümlede genç bir adam, elinde cep telefonu, kaybettiği köpeğin peşinden giderken genç bir kızla karşılaşıyor. Yanında sinyalini takip ettiği köpeği…

Diğerinde küçük bir kızla babası aynı sırada oturuyor derste.

Oyun oynar gibi görünen biriyse doktor olmalı. Modern teknoloji sayesinde uzaktan ameliyat yapıyor sanırım…

Bizim eleman, orada, “Ben de nâcizâne bunları anlatacağım…” gibi bir cümle kullanıyor.

Eskiden “Ç” ile söylenirdi. “Nâçizâne” şeklinde...

TDK, sağ olsun, bir ara, hangi araysa, bunu “C”ye çevirmiş, “Nâcizâne” yapıvermiş.

Aslına bakarsak, yıllar içinde vatandaş da bu şekilde kullanıyor çoğunlukla.

“Sokaktaki adam” dedikleri…

Galat-ı meşhur böyle oluşuyor işte!

Ya önce halk değiştiriyor kelimelerin bazı yerlerini, ya kanaat önderleri, halkın sevdiği kişiler.

Dil de zaman içinde bu şekilde değişiyor.

Bakalım Sabah’ın sitesinde nasıl ele alınıyor bu kelime/ler:

“Naçizane: (belirteç) Çok küçük, çok önemsiz bir şey olarak.

Türk Dil Kurumu’na göre bu kelimenin doğru yazımı ‘nacizane’ olarak yazılır. Aşağıda cümle içerisinde doğru örnekleri görebilirsiniz.

Doğru kullanım: ‘Sizden nacizane bir isteğim olacak, eğer beni dinlerseniz...’

*

‘Nacizane fikrim’ ne demek?

Kelime zaten anlam itibariyle de hâddi olmayarak, çok önemsiz bir şey demektir. Cümle içinde genelde ‘nacizane tavsiyem’, ‘nacizane fikrim’ şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Kişiler kendilerini övmeden ya da bilmişlik taslamadan konuşmak durumunda hissettiklerinde kullanılan bir sözcüktür.

Türk Dil Kurumu’na göre bu kelimenin doğru yazımı, ‘nacizane’ olarak yazılır. Aşağıda cümle içerisinde doğru örnekleri görebilirsiniz.

Doğru kullanım: ‘Sizden nacizane bir isteğim olacak, eğer beni dinlerseniz...’

Yanlış kullanım: ‘Naçizane şekilde ricanı ilet, gereğini yaparız.’”

*

Böyle demişler demesine de, ikincideki yanlışlık “Ç”de mi, yoksa bir kişinin karşı tarafa tevazu yükleyemeyeceğinden mi kaynaklanıyor, belli değil.

Şimdi de Hürriyet’teki açıklamayı görelim:

“Farsçadan dilimize geçen ‘nacizane’ kelimesi, ‘çok küçük, önemsiz bir şey’ anlamını taşımaktadır. Anlamı ‘değersiz, önemsiz’ olan ‘naciz’ kelimesinden türemiştir.

Nacizane ne demek?

Kelimenin doğru kullanımı ‘c’ harfi iledir. Yanlış bir şekilde ‘naçizane’ olarak kullananlar da vardır. Türk Dil Kurumu’na göre de ‘c’ harfi ile yazılması doğrudur. Farsça kökenli olması itibariyle diğer Farsça sözcükler gibi dilimizde yer edinmiştir. Önemsizliği belirtmek için kullanılan bir zarftır. Söyleyen kişiye mütevazilik havası verir.

Kişi, hâddi olmayan bir şeyden bahsederken ‘nacizane’ kelimesini kullanabilir. Kelime zaten anlam itibariyle de ‘hâddi olmayarak, çok önemsiz bir şey’ demektir. Cümle içinde genelde, ‘nacizane tavsiyem’, ‘nacizane fikrim’ şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Kişiler kendilerini övmeden ya da bilmişlik taslamadan konuşmak durumunda hissettiklerinde kullanılan bir sözcüktür. Daha çok mütevazi ve naif yapıdaki insanlar tarafından kullanılmaktadır. Kabalık etmemek ve müdahaleci olmamak için kullanılabilecek kibar bir kelimedir. Öyle ki, kişi bu kelimeyi kullanarak kendini ya da fikrini önemsiz bir şeymiş gibi göstermiş olur.

Bu kelime bazen ‘acizane’ kelimesiyle karıştırılabilmektedir. Telâffuzları benzerlik gösterse de anlamları farklıdır. Arapça kökenli olan ‘acizane’ kelimesi, ‘beceriksizlik’ anlamında kullanılır. Aşırı alçakgönüllülüğü ifade etmektedir. Görüldüğü üzere iki sözcük birbirinden farklıdır.”

Görüldüğü üzere, hiç şapka kullanılmıyor.

Bu arada Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü hatırlayalım: “Benim nâçiz vücûdum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet pâyidar kalacaktır.”

Buradaki “nâçiz”i de “naçiz” olarak yazanlar var.

“Âciz” olması yakındır.

Âciz: Güçsüz, miskin, mutsuz, zavallı, zayıf ve zebun.

Nâçiz neydi? “Değersiz, önemsiz”...

*

Hürriyet’in sitesindeki açıklamada şöyle bir cümle geçiyordu: “Söyleyen kişiye mütevazilik havası verir.”

Bakalım neymiş.

Mütevâzi: Paralel.

Hâlbuki kastettiği, paralellik değil. “Tevâzu sâhibi, alçakgönüllü” olmaktan bahsediyor.

Bu durumda “mütevâzı” yazılması gerekirdi.

Ancak bu ikisini neredeyse karıştırmayan yok. Kusur bir iki kişide değil. Linç gibi bir şey. Çok büyük kalabalık hâlinde yapılan bir eylem…

İki şeyin birbirine paralel olması durumunu anlatan “mütevâzi”, artık kullanılmayacak ölçüde unutulmuş…

“Tevazu sâhibi, alçakgönüllü” anlamına gelen “mütevâzı” kelimesi yerine kullanılır olmuş.

*

Başta sözünü ettiğim İçerde’nin en önemli karakterlerinden biri Sarp, biri Mert-Umut kardeştiler. Biri mafya içindeki polis, diğeri polis içindeki mafya…

Kebapçı Celal, Dâvudî sesiyle, ikisine de “Evlaat” diye seslenirdi.

Dilimizin hâli de bundan pek farklı değil. Koruma gayretinde olanlar da var, bozma niyetiyle hareket edenler de.

Biri çıkıp, “Durun, siz kardeşsiniz!” dese, kimse inanmayacak.

*

Dünya Koronayla boğuşuyor. İnsanlar nelerle uğraşıyor. Bir yanda savaş, bir yanda açlık, susuzluk… Öte tarafta “lüküs hayat” sürenler... Biz de kalkmış, kelimelerin ayrıntısına eğilmişiz. Yok şapkası olacaktı, yok noktalı yazılacaktı, “Hayır, noktasız yazılacak” falan...

Affedin. Düştük bir hatâya.

Düşünce de fark ettik ki, “Nâci Zâne” bir kişi değil, cümbür cemaat işlenen bir suç hâli var!

Pek kimsenin umurunda olmasa da bu mevzular önemlidir. Korona yarın geçer. Öbür gün biz de göçeriz. Fakat bu dil, ilelebet var olacaktır. “Şimdi il nereden çıktı, el nedir, ebet ne?” diyen olmazsa tabiî...

Ha, bir de “payidar” vardı. Yahut “pâyidar”... Yoksa “pâyidâr” mıydı?

Bırakalım, o da izahsız kalsın. Doz aşımı olmasın, dolaşımı bozmasın.