Durmadı, dinlenmedi

Davet mektupları yazdı dönemin krallarına, emirlerine. Hepsine ayrı ayrı selâm gönderdi; ülkesi ve Kendisinin karakteri nasılsa, o şekilde üslûp kullandı davetinde. Sahip olduğu en değerli şeye davet etti, en kıymetlisini ikram etmek istedi onlara; imanını…

HİCRET’in altıncı senesiydi. Mekke, Bedir, Uhud, Hendek ve birçok gazve, kayıplar, acılar ve zulümle geride kalmıştı. Ve onları geride bırakan Hudeybiye Anlaşması karşılarında duruyordu…

Yıllar önce Cebrail O’na Allah’ın ilk emrini ilettiğinde, Hatîce’sinin yönlendirilmesiyle gittiği Varaka Bin Nevfel, “Ah ne olurdu, yeni dine halkı çağırdığın günlerde ben de genç olsaydım, kavmin Seni yurdundan çıkardığı zaman sağ olsaydım” demişti de O bunu duyunca şaşırmıştı. Kavmi O’nu çıkaracak mıydı gerçekten yurdundan? O’na hürmet eden, “El-Emîn” diyen, sevdiği ve sevildiği kavmi, akrabaları O’nu topraklarından mı çıkaracaktı?

Tahmin dahi edemediğinin, duyup da inanmakta zorluk çektiğinin daha fazlasını, sırtına işkembe koyulduğunda, dalga geçtiklerinde, alay ettiklerinde, onlar yüzünden gizli gizli dine davet edip ibadet yapmak zorunda kaldığında, ümmetine işkence edildiğini gördüğünde, tecrübe ettiğinde Varaka’nın ne demek istediğini anladı. Resûl olduğu için ümmetinin ona duyduğu düşmanlık, yerini barışa bırakıyordu Hudeybiye ile. Ne kadar dalga vurursa vursun, aşınmayan kaya gibi dipdiri duruyordu küfürleri, cüretleri. Fakat artık kötülük yapamayacaklardı! Kaldırması için Allah’ın yardımına ihtiyaç duyacağı taşlar koyamayacaklardı yoluna. Her şey, “Bismike Allahümme” diye başlayan o metnin altındaydı. Takviye, izzet ve feth-i mübîn göstergesi olan Hudeybiye’deydi…

On yıllık bir barış süreci vardı önlerinde. Altı yıl Medîne’de savaşlarla, on üç yıl Mekke’de zulümlerle geçen on dokuz yılın ardından gelen on yıllık bir barış süreci… Farklı bir perspektiften bakanlar içinse on yıllık bir tatil...

Mekke’yi -ne kadar Kureyşlilerin on yıl sabredip barışı sürdüreceklerine inanmasa da- güvenceye almıştı. Medîne’deki üç Yahudi kabilesiyle de durum benzerdi. Hiçbir saldırıya mahâl verecek bir ortam söz konusu değildi. Biraz içeri çekilebilir, odasında dinlenebilirdi. Yapmadı. Allah önce Peygamberine, sonra kullarına, “O hâlde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman hemen (başka bir işe/ibadete) koyul” (İnşirah, 7) buyuruyordu. Peygamberi de on dokuz yıl boyunca çok fazla işkenceye, zorbalığa, zulme uğramıştı. “Biraz dinlenmek hakkım!” demeyecek, pusuda bekleyen şeytanın sunduğu rehâvete kapılmayacak, başka bir işe koyularak dinlenecek ve her zamanki gibi ashabına, ümmetine örnek olacaktı.

Davet mektupları yazdı dönemin krallarına, emirlerine. Hepsine ayrı ayrı selâm gönderdi; ülkesi ve Kendisinin karakteri nasılsa, o şekilde üslûp kullandı davetinde. Sahip olduğu en değerli şeye davet etti, en kıymetlisini ikram etmek istedi onlara; imanını…

Bunun hemen ardından Medîne civarında bulunan kabilelerin arasında fitne sokan Hayber Yahudileri peyda oldu. Münafıklarla bağları, Hendek Muharebesi’ni başlatmaları ve birçok sıkıntı... Önü kesilmese daha da büyüyecekti. İslâm’ın yayılmasına bent olmak isteyenlere bent olmak için harekete geçti yine. Durmadı. Tatil yapmadı. Dinlenmedi. Başka bir işe koyulup onunla dinlendi emrolunduğu gibi...

On beş şehit verdi İslâm ordusu; doksan üçe karşı on beş… Yahudilik ve fitnenin merkezi olan Hayber Kalesi, Ali’nin (ra) omuz darbesi ile yere indi. Yahudilerin hazîneleri savaş ganimeti olarak çıkarıldı toprak altından. Uzun süreli mücadelenin ardından gelen sulh ve sulhla beraber gelen büyük bir ganimet vardı bu sefer ellerinde. Yine durmadı. Kazâ umresi, Beni Mürre Seferi, Mute Muharebesi, Zatü’s-Selâsil Seferi, Sifü’l-Bahr Seferi ve o kutlu Mekke’nin Fethi’nin ardından yine durmadı; Huneyn, Taif, Tebük ve fevc fevc Müslüman olanlar…

Hicret’in on birinci senesine kadar devam etti, hastalanıp yatağa düşene kadar dinlenmeden, tatil yapmadan bu dünyada geçirdiği her ânı diğer dünya için kullanarak geçirdi vaktini. Tatil anlayışı başka bir işi yapmaya koyulmak, ümmetine böyle örnek olmaktı.