Dur/a/bilmek

Yolda düşmesi ve kalkması, yoldan çıkması gibi durumlarla deneyim sahibi olmayı başarır. Bu yolculukta kestirme yol yoktur ve kimse kısa yoldan kendine ulaşamaz. Bu yol temel kuralda çaba ister, emek ister; durup düşünmek ister ve daha da önemlisi, düşünmek için durmak ister.

MİLLET olarak genellikle yaşamı doğum, büyüme, okul, askerlik, meslek sahibi olma, evlilik, emeklilik ve nihâyetinde ölüm olarak bölümlendiririz. Bu bölümlere yine genellikle hayâl bağlamında ancak sağlık ve huzura ek olarak rahat bir iş (tercihen “memurluk” adı altında devlete sırtını dayamak), iyi bir maaş, filanca marka bir araba, geniş bir ev gibi arzu ve hedefler koyulur ve bu çerçevede yaşanır, göçüp gidilir. Elbette nadir de olsa bu çerçevenin sınırlarını aşanlar vardır fakat senaryo temasının değişikliğinden bahsetmek pek mümkün değildir.

Ülkemizde, yaşam içerisinde yol, yoldaşlık, yolculuk gibi kavramlara ise ancak ideolojik saplantılar içerisinde yetişen, genellikle ya din ya da siyaset tabanlı düşüncelerin sahibi insanlarda rastlamak mümkündür. Aslında her yaşayış türünde yol ve yolculuk söz konusudur lâkin bu kavramlar ilk paragrafın müntesipleri açısından pek önem arz etmez ve bu kesim, “cehalet içerisinde kendinden kaçanlar” diye addedilebilir.

İdeolojik saplantı içerisinde olanlar içinse, aksine her şey yoldur, yol içindir. Yol ise kendine varabilmek sanısında hedefe ulaşmaktır. Onlar için önemli olan, her hâl ve şekilde yolda olmaktır. Bu yolda düşenler olur, kalkanlar olur, yolu değişenler olur, dönenler olur, fakat duranlara, durabilenlere rastlanmaz. Belki de çoklukla durmak caiz bile değildir.

Günümüzde ideoloji, her ne olursa olsun, bir şekilde siyasete bağlanabilmektedir, bağlanma zorunluluğundadır. Çünkü bir ideolojinin müntesibi için, içinde bulunduğu akımın fikirlerinin tüm dünyaya ulaştırılması gerekmektedir. Bu akımın fikirlerinin doğruluğundan şüphe edilemediğinden, insanlığın faydasına olan en hakikî yol budur ve aynı çerçevede bu hakikatin tüm insanlığa ulaşması için de siyaset, bağlama dâhil edilmelidir. Böylece, “Dünyaya hükmetmenin yolu açılabilecektir ve insanlık kurtulacak, kurtulabilecektir” diye kabul edilir. İşbu kesim, aslında “gafleten kendinden kaçanlar” olarak addedilebilir.

Çağımızda kendinden kaçma durumlarından ötürü ferdi veya toplum olarak klişe hayâllerin, klişe hedeflerin nihâyetinde yine ferdî ya da toplum olarak klişe bir yaşayıştan söz edilebilir. Hattâ bu klişeliğin babadan oğula devir hâlini almış ve yol bağlamında düşünmeyi, düşünebilmeyi, hakikî bir arayışı daha doğumdan hemen sonra ancak bir ideolojiye bağlanma ile mümkün kılar noktaya getirmiş olduğu da söylenebilir. Netîce olarak bu da bir klişedir ki bizim milletimizce bir ideolojiye bağlanmadan yola revân olmak imkânsızdır.

Kendi kendine yabancı olmak

Sözün bu noktasında Freud’a yer vermek gerekir. Freud, insan olmanın bir yabancılık hâli olduğunu düşünür ve kendi kendine yabancı olmaktan bahseder.

Bu çerçevede durmak/sızın bir kendi kendiyle tanışma ânı söz konusudur. Fakat nihâyetinde ancak durmak, insanın kendisiyle tanışma imkânı sunar. Kendisinden kaçanlar, hayatlarında sıkı (ve geniş) bir rutine ihtiyaç duyarlar. Sürekli aynı restorana gitmek, aynı insanlarla çevrelenmek -aynı fikirler etrafında dönmek- aslında kendi yabancı olduğu hâliyle karşılaşmamak içindir. Sıkı rutinden kasıtla, sürekli farklı bir şey yapma ihtiyacının da bir rutine dönüşmüş olabileceğini unutmamak gerek.

Bu daire içerisinde insan, ister hedefi olsun, ister olmasın, ister bir ideolojiye bağlı olsun, ister olmasın, nihâyetinde bir yoldadır ve yolculuk hâlindedir. Hattâ farkında olarak veya olmayarak kendinden kaçmak da bir yoldur!

Memleketimizde önemli olan, -zâhirî hedefsizlikte dahi- “bir şey” olmaktır. Eğer olunamıyorsa, o hâlde “her şey” olunmalıdır. Öyle ya da böyle her şey olunduğunda ise, aslında “hiçbir şey” hâline gelindiğini anlamak zaman alır. Maalesef bu hâl, ortada doğru bir geçmiş kavramı bırakmıyor. Dolayısıyla geçmişle hesaplaşabilme imkânı da ortadan kalkmış oluyor.

Netîcede geçmiş, “geçer” kabul ediliyor ve her defasında beyaz sayfalar açma kolaycılığına gidiliyor. Bu kolaycılığın bedeli, iyi olsun, kötü olsun, eskiyi yitirmek oluyor. Değişmez ve dokunulmaz hedeflerin çaba sahipleri içerisinde bulunduğu hâle bir türlü “düşünme ve düşünce” niteliği kazandıramadıkları için, bu çabalar hiç değilse bizzat kendisi tarafından verim alınabilecek bir sürekliliğe dönüşemiyor. Bu dönüşememeler “kırılma noktaları” diye adlandırılabilse de mubahların sayısını çoğalmaktan başka bir işe yaramıyorlar.

Elbette düşünme çabası, insanın kendisinden başlamaz. Kişi yola, kendisini bildiği için ya da kendisini bildiği hâlde çıkmaz. Aksine, kendisini bilmek/bulmak için yola çıkar. Yolun, onu er ya da geç kendisine ulaştıracağını umar. Yolda düşmesi ve kalkması, yoldan çıkması gibi durumlarla deneyim sahibi olmayı başarır. Bu yolculukta kestirme yol yoktur ve kimse kısa yoldan kendine ulaşamaz. Bu yol temel kuralda çaba ister, emek ister; durup düşünmek ister ve daha da önemlisi, düşünmek için durmak ister.

Durmak, bir durum fiili; bilmek ise iş, kılış… Elbette durmak başka, “dur-a-bilmek” daha başka!

Durabilmek; bilinç gerektiren, dolayısıyla öğrenilmesi, farkına varılması gereken bir beceri... İnsanın hayat koşuşturması içerisinde gerek duyduğu lâkin pek azının fark edebildiği ve uğrayabildiği durak...

Hâsılıkelâm, insan yeryüzü koşuşturmasında yola çıkar, yolda düşer ve kalkar, yolda kalır, yol değiştirir, lâkin yoldan çıkmayı pek düşünmez, düşünemez. Çünkü yine düşünmek ve düşünebilmek için yoldan çıkmak, çıkabilmek gerekir. Yani eve dönmek, dönebilmek… Ve nihâyetinde en azından bir süreliğine, belki de uzun bir süreliğine durmak gerekir. Dur-a-bilmek…