DÜNYA tâ başından beri
insanlar için mihnet, dert, keder, elem, tasa gibi keyif kaçırıcı bilumum ne
varsa, hepsinin yaşandığı bir yer olmuştur.
Dünyanın
tarihini bir insanın hayatı gibi de düşünebiliriz. Kendi hayatımızı göz önüne
getirdiğimizde de, tıpkı geçen çağlarda insanların yaptıkları gibi, çoğu zaman
zorluklarla mücadele etmişiz, kötülüklerle karşılaşmışızdır. Zaman zaman
ferahlığa kavuştuğumuz, huzura erdiğimiz, neşelendiğimiz olmuştur lâkin bütüne
baktığımızda dünya fâni, bu fânilik zemininde de meşakkat asıl, rahatlık ise sûret
olarak durmaktadır.
Rahata
kavuştuğumuzda bile bunun geçici bir hâl olduğunun aklımıza gelmesi, keyfimizi
kaçırmaya yetmektedir.
Bütün
hâlinde hiç kimsenin kimseye zulmetmediği, savaşların olmadığı, herkesin sulh
ve selâmet içinde yaşadığı bir dünya devri olmamıştır. Buradan hareketle,
dünyanın hiçbir zaman felâha ve feraha ermeyeceği hakikatini kabul edelim…
Meseleye
böyle bir perspektiften baktığımızda, etrafımızda dönen her türlü kötülük veya
meşakkate karşı daha iyi mücadele verebiliriz. Biz ne kadar uğraşırsak
uğraşalım, kötülükler olmaya devam edecektir. Bizim muvaffakiyetimiz
kötülüklerin yok olmasından öte, onların yok olması için verdiğimiz mücadelededir.
Bu
anlayış bizi, “Aman, bana ne!” tavrına değil, “Ben gücümün yettiğince kötülüğe karşı durdum” netîcesine
götürecektir.
Kötülükler
ya da her türlü mihnet ve meşakkat, bu dünyayı imtihan âlemi yapan
özelliklerdir. Hiçbir kötülük olmasa, hiçbir dert tasa kalmasa, dünya, dünya
olmaktan çıkar!
Şimdi
çevremizi sarmalayan problemleri düşünelim: Herkesin kendi dertleri ve
sıkıntıları bir tarafta, diğer tarafta da tüm dünyayı kuşatan Koronavirüs
salgını, ekonomik problemler, dövizdeki dalgalanma, işsizlik, Doğu Akdeniz’deki
gerilim, iç siyâsî çekişmeler, ABD seçimleri başta olmak üzere yüzlerce keyif
kaçırıcı mesele...
Diyelim
ki virüse aşı bulundu, diyelim ki ekonomi düzeldi, diyelim ki ABD seçimlerinde
bizim lehimize sonuç çıktı, diyelim ki Yunanistan adaları bize bırakarak son
gerilimden mağlûp çıktı… Peki, dünyaya dair problemlerimiz hâlloldu mu?
Eğer
dünyada yaşıyorsak, çözülen her bir problem, arkasından yeni problemler
getirecektir. Ve dünya var oldukça problemler olmaya devam edecektir.
O
hâlde, biz ne yapmalıyız? Hâddimiz olmayan, sorumluluk alanımıza girmeyen,
gücümüzün yetmediği meseleleri konuşup durmak bize fayda vermiyor. Belki
görmezden gelemeyiz; karşılaştığımız her meseleye bir anlam yüklememiz
gerekiyor. Ama bu meseleler gündemimizi boğar, moralimizi bozar ise, asıl
sorumlu olduğumuz konulara zaman ve enerjimiz kalmaz.
Döviz
dalgalanırken, siyâsî çekişmeler bazen lehimize ve bazen aleyhimize dönerken,
dünya çeşitli meselelerle boğuşup giderken bizim de zamanımız bitiyor, bu
dünyadan gitme vaktimiz geliyor.
Peki,
giderken bizim durumumuz ne olacak?
Mesai
harcadığımız, kafa yorduğumuz, kavga ettiğimiz meseleler, giderken ne hâlde kalacak?
Hayatımızı
anlamlandırmak için, karşımıza çıkan tüm kötülüklere karşı bir tavır koymalıyız
lâkin kendi sorumluluk alanımızda olmayan meseleleri fazlaca dert etmemeliyiz.
Televizyonlardaki tartışma programlarına maç seyreder gibi bakarak,
çevremizdeki insanlarla siyâsî tartışmalar yaparak dünyayı kurtaracağımızı
düşünüyorsak, sanal bir kandırmaca ile kendimizi avutuyoruz demektir. Elbette
iyilik için mücadele edecek, kötülükleri engelleyeceğiz ama Donald Trump’un
seçimi kazanması ya da kaybetmesiyle, dövizin düşmesi ya da yükselmesiyle,
tuttuğumuz takımın şampiyon olmasıyla, peşinden gittiğimiz siyâsî partinin
iktidar olmasıyla dünya kurtulacak değildir.
Bakmamız
gereken perspektif; kendi eksenimizi bilmek, nereye gittiğimizi görmek,
giderken arkamızda bırakacaklarımızı değil, yanımızda götürebileceklerimizi
düşünmektir. Bu bencillik değil, aksine yaratılan ne varsa onun içinde yerimizi
bilmek, yaratılma gâyemizi anlamak ve Yaratıcıyı tanımakla ilgilidir.
Bizim
sorumluluk alanımızda olmayan ve üzerinde mesai harcamanın faydasız ve boş
olduğu meseleleri dışarıya, kendi yapmamız gerekenleri gündemimize almalıyız.
Bir nevi “efrâdını câmî, ağyârını mânî” yaparak dünyayı kurtarma derdinden
kendi paçamızı kurtarma derdine düşmeliyiz. İnsanlık için de faydalı olacak
budur!
Herkes
kendini düzeltmeye odaklanırsa, dünya yine mihnet ve meşakkat yurdu olmaya
devam eder ama belki şimdikinden daha iyi bir düzeyde olur.
O hâlde gelin, dünyayı değil, kendimizi kurtarma derdine düşelim!