Dünyanın aradığı vicdan: Türkiye

Türkiye’nin beşinci bir güç olarak ortaya çıkması, insanlığın çoktan beri özlemini duyduğu vicdanının dile gelmesi gibi olacaktır. Tarihinde sömürü lekesi bulunmayan, bütün dinlere hoşgörüyle yaklaşan, bütün ırkları Hakk’ın kulu sayan, yemeyip yediren, almayıp veren bir mirasın mensubu olan Türkiye, önümüzdeki çeyrek yüzyıl içerisinde tarih ve çoğrafyadaki yerini tekrar aldığında, insanlık Türkiye’nin şahsında yeniden rahat bir nefes alacak ve geleceğine barış ve esenlik perspektifinden bakacaktır.

DÜNYAYI tarihinde hiç olmadığı kadar zor bir çeyrek asır bekliyor. Bu zorluğun sebebi, 18’inci yüzyıldan itibaren Batı’ya göç eden zenginliğin 2000 yılından itibaren yönünü tekrar Doğu’ya çevirmesidir.

Ancak bu süreçte zenginliğin göçünün niteliği, Doğu’dan Batı’ya geldiği dönemin şartlarından çok farklıdır. Zenginlik 18’inci yüzyılda Doğu’dan Batı’ya göç ederken Doğu’da Batı’nın askerî gücüyle başedecek aktörler etkinliklerini yitirmişlerdi. Bu itibarla Doğu’dan Batı’ya doğru olan sermaye taşınımı dünyanın siyâsî istikrarını çok bozmamıştı.

Ancak bugün durum, dünden çok farklıdır. Zenginlik ve finansın yönünü Doğu’ya çevirdiği yeni süreçte Batı elinde iki büyük koz tutmaktadır: Bu kozlardan birisi askerî güç, diğeri ise finanstır.

Batı, Doğu karşısında zebûn düşmemek için bu iki kozu bir şantaj ve tehdit olarak sonuna kadar kullanacak, hatta savaşı bile ihtimâl dâhilinde görecektir.

Şurası bir hakikattir: Nasıl ki ABD 19’uncu yüzyılın sonlarında üretimde İngiltere’yi geçerek hegemonik bir güç hâline geldiyse, an itibariyle üretimde ABD’yi geçen Çin de aynı yönde ilerleyecektir.

Gelecek çeyrek yüzyıl içerisinde dünyada beş büyük güç etkin olacaktır. Bu güçlerden Çin, birinci sırayı alırken, ABD ikinci sıraya düşecek, Rusya üçüncü güç olarak belirecek, dördüncülükse Avrupa Birliği’nin elinde olacaktır. Peki, bu tabloda beşinci büyük güç koltuğuna kim oturacaktır?

Şu anki dünya konjoktürüne bakılırsa bu gücün Türkiye olacağını bilâtereddüt söyleyebiliriz. Türkiye’nin bu dişli rakipler arasından büyük bir güce dönüşerek sıyrılması ve kendi eksenini kurması, dünyadaki dengeleri altüst edecek bir mahiyet gösterecektir. Elbette Türkiye bu gücü kendi başına oluşturmayacak; önce mevcut Türk devletleriyle bir ittifak gerçekleştirecek, ardından da bu ittifakın mütemmim cüzü olan kimi İslâm ülkelerini bu ittifaka dâhil edecektir.

Bizim dışımızdaki büyük güçlerin hareket tarzlarına baktığımızda, dünyadaki mevcut zulüm ve sömürü düzeninin aynen devam edeceğini öngörmek kehanet sayılmaz. Gelecekte dünyanın en büyük gücü olacak olan Çin, fikir hürriyetine ve insanî değerlere mesafeli duran katı ideolojik yaklaşımıyla dünyanın başına belâ olacak ve ABD’yi bile mumla aratacaktır. Çin’in güç olarak yülselişi farklı fikir ve anlayışları yok sayan bir zemin üzerinde yürümektedir. Gücü tam anlamıyla ele geçirdiğinde ABD’den farklı olarak nüfus ihracatıyla önüne çıkan her ülkeyi yutabilir.

ABD’nin nasıl bir doymaz sömürü iştahıyla dünyayı yaşanmaz hâle getirdiğini çok iyi biliyoruz. Artık onun dünyaya şekil verici başat aktör olmaktan çıkacağını öne sürmek yanıltıcı olmaz. İktisadî ve siyâsî nüfuz açısından geriye düşecek olan ABD, mevcut konumundan geri adım atmamak için dünyanın en büyük askerî gücü olarak saldırgan ve tehditkâr bir çizgide ilerleyerek en azından statükoyu muhafaza etmeye çalışacaktır. Bu gücüne rağmen ABD, çok az ülkeyi yanında tutabilecek ve gittikçe yalnızlaşarak kendi içine doğru çökecektir.

Rusya, iki temel üzerinden yükselen bir güçtür. Birisi ABD’den sonra askerî bakımdan dünyanın ikinci büyük gücü olması, diğeri de zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip bulunmasıdır. Ancak Rusların derinlikli olmayan sanayileri ve artmayan nüfusları, onları bir yarım yüzyıl içinde üzerinde hükümran olduğu azınlıklarla başa baş bir hâle getirecektir. Rusya’daki Türk ve Müslüman nüfusunun Ruslarla eşitlenmeye gitmesi, Rusların en büyük handikapı olarak görülmektedir.

Rusya’nın otoriter, baskıcı, öbürünü yok sayan yaklaşımları ve sömürmede kendine mahsus cinliklerinin bulunması, yarın için onun yumuşak karnı hâline gelecektir.

Avrupa Birliği, önümüzdeki çeyrek yüzyılda dağılma eğilimi gösterecektir. Artık siyâsî açıdan etkinliğini yitirmiş olan AB, askerî açıdan ise büyük zaaflar taşımaktadır. Birlik içerisinde en büyük askerî güç olan Fransa, Afrika’da hem sömürgelerini, hem de nüfuzunu kaybederek kendi içerisindeki sosyal patlamalarla uğraşmak zorunda kalacaktır. Ekonomik bir güç olan Almanya, bu gücünün küçüldüğünü görerek durumunu muhafaza etmeye çalışacaktır. Avrupa Birliği, gittikçe bir pazar hâline gelerek edilgenleşecektir. Avrupa Birliği’nin geçmişi bugünkü zulüm ve sömürü düzeninin temelidir. Bunların gücü ele geçirdiklerinde nasıl ötekileştirici, ırkçı ve çifte standartçı olduğunu çok iyi biliyoruz.

Görüldüğü üzere, dünyaya hükmeden mevcut etkin güç odakları insanlığın hayrına ve onuruna yaraşan bir gelecek düşüncesinden uzaktırlar. Dünyanın ve insanlığın zalimlerin elinde olduğu bir düzen, geleceğimizi tehdit etmektedir.

Türkiye’nin beşinci bir güç olarak ortaya çıkması, insanlığın çoktan beri özlemini duyduğu vicdanının dile gelmesi gibi olacaktır. Tarihinde sömürü lekesi bulunmayan, bütün dinlere hoşgörüyle yaklaşan, bütün ırkları Hakk’ın kulu sayan, yemeyip yediren, almayıp veren bir mirasın mensubu olan Türkiye, önümüzdeki çeyrek yüzyıl içerisinde tarih ve çoğrafyadaki yerini tekrar aldığında, insanlık Türkiye’nin şahsında yeniden rahat bir nefes alacak ve geleceğine barış ve esenlik perspektifinden bakacaktır.

Dünya Türklerin Osmanlı asırlarında nasıl bir “Osmanlı barışı” denen güvenilir ve adil bir sistemin şemsiyesi altında yaşadıysa, yarın da Büyük Türkiye’nin adalet, huzur ve onur şemsiyesi altında yaşayacaktır.

Daha adil bir dünya elbette mümkündür. Ancak dünyanın vicdanı olan Türklerin adalet tahtına oturmaları şartıyla…