Dünyada yer darlığı mı var, gönül darlığı mı?

Her devletin bir atası var, hattâ atasının da ataları var. Bir de dayısı olan devletler var. Meselâ ABD olmasa, İsrail diye bir devletin hele bugünkü tavrıyla yaşaması, var olması mümkün müdür? Ya da Avrupa olmasa, Yunanistan’ın yaşaması (Güney Kıbrıs’ı saymıyorum bile) mümkün müdür? Rusya olmasa Ermenistan’ın kurulması bile mümkün olmazdı. Peki, bu şartlarda PKK/PYD, Irak ve Suriye sınırlarımızın altında bir devlet kursa -ki İran ve Türkiye’den de ileride pay almayı hedefliyorlar-, yaşaması kime ve neye bağlıdır?

İNSAN ilişkileri ile devletlerin ilişkilerinde benzerlikler kurabiliriz. Nihâyetinde devlet dediğimiz “olgu”, sınırları içinde yaşayan insanların ya da milletlerin ortak duygusu ve ortak aklının ürünü olarak bir siyâsî liderliğin eylemleriyle ete kemiğe bürünür.

Devlet ve birey arasındaki en önemli fark için denilir ki, “Devlet, sinirleri alınmış, duyguları olmayan insan gibidir”. Napolyon Bonapart’ın, “Devlet yönetenlerin kalbi, beyninde olmalı” dediği aktarılır. Yani devlet yöneten insanların son kararlarını kalpleriyle değil, akıllarıyla vermelerini belirtmek istemiş anlaşılan.

İnsanlar bir sokakta, mahallede, köyde ya da şehirde yaşarken, birlikte yaşamanın gereği olarak belirli konularda uzlaşı ya da çatışma içerisinde olabilirler. İnsanlar arasında birçok sebepten kavga olabildiği gibi, birlikte başardıkları işler de vardır. Bir insanın diğerine karşı kavgayı kazanması, onun haklı veya güçlü olduğunu ya da daha iyi kavga ettiğini ifade etmez. Bazı açılardan karşınızdakinden güçlü olmanız ve kavgada onu alt etmeniz, onun size teslim olacağı anlamına da gelmez. Kavgayı kaybeden eğer dâvâsında kararlıysa, gidip daha güçlü birinden yardım isteyebilir, mülkünüzü kundaklayıp size zarar verebilir. Ya da sizi yeneceği güne hazırlık yapmak için geçici bir barışa râzı olabilir.

Haklı bir dâvâ için kavga etmiyorsanız, uzun süre kendinizi ve çevrenizi bu kavga için hazırlıklı ve inançlı tutamazsınız.

Bu sebeplerle insanlar, devletler veya milletler, birbirleriyle olan ilişkilerinde “güç” ve “çıkar” dengesini kurmayı başardıkları sürece çatışmasız dönemler yaşanabilir. Ama aşırı güçlü olma hâli, haksız bir şekilde ikili ilişkinin dengesinin güçlüden yana bozulmasına sebep oluyorsa, bir süre sonra çatışma da kaçınılmazdır. Güç ve çıkar dengesinin olmadığı bir ilişkide çatışmasız, uzun ve kalıcı bir dönemin sürdürülmesine imkânı kalmaz. Bu durumlarda savaş hâli kaçınılmazdır ve sonuçta bir devlet, diğer devleti yutabilir ve savaşın kazananı, tek egemen devlet olarak hükmetmeye devam eder.

Atası olanlar, dayısı olanlar

Devletler için “yaşayan varlıklar” gibi tanımlamalar yapılır. Yani biyolojik olarak yaşıyor olmasalar bile yaşamsal dinamizme sahip bir döngüden bahsedilir. Meselâ gelişme, güçlenme ve zayıflama dönemine giren, genç, yaşlı, refleksleri olan, tepki veren, savunma ya da saldırı yapabilen, hakkını aramak ya da anlaşma yapmak gibi insanî ve canlı olma hâlini anlatan tanımlamalarla devletlerin hâlleri anlatılmaktadır.

Dünyadaki devletler beraber yaşadıklarına göre, toplumdaki insanlar gibi devletler de yaşlarına göre saygı görselerdi, aralarında bugün yaşanandan çok daha farklı bir hiyerarşi olurdu. Devletlerin yaşadıkları bir dünya mahallesinde, yaşlarına değilse bile yüzölçümü, nüfus, ekonomi, ürettiği bilgi ve teknoloji veya silahlı güce göre saygı hiyerarşisi olsa ve buna değer görselerdi, her başlık için farklı bir sıralama oluşurdu. Ama gerçekte devletlerarası hiyerarşi çok farklı oluşuyor ve ilişkiler ikili olarak veya ittifaklar hâlinde yaşanıyor.

Bir de tabiî yaşamı sona eren devletler oluyor. Yok olan, tarihe karışan ya da ölümünün ardından başka devletler doğurarak geçmişte kalan devletler var. Meselâ Osmanlı Devleti’nin geçmişte fiilen hükmettiği topraklar üzerinde bugün toplam 45 ayrı devlet var. Bunlardan 27’si Asya’da (“Asya-i Osmaniye” yani Osmanlı Asyası), 13’ü Avrupa’da (“Avrupa-i Osmaniye” yani Osmanlı Avrupası), 5’i Afrika’dadır (“Afrika-i Osmaniye”).

Arnavutluk, Bulgaristan, Hırvatistan, Macaristan, Makedonya, Moldova, Romanya, Yunanistan, Slovenya, Karadağ, Sırbistan ve Kırım Osmanlı Avrupası’nda… Azerbaycan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Ermenistan, Filistin, Irak, İsrail, Katar, KKTC, Güney Kıbrıs, Kuveyt, Lübnan, Gürcistan, Suriye, Suudi Arabistan, Türkiye, Ürdün, Yemen, Dağıstan, Çeçenistan, İnguş, Kuzey Osetya, Güney Osetya, Kabartay-Balkar, Karaçay-Çerkez, Abhazya ve Adıgey Osmanlı Asyası’nda… Cezayir, Fas, Libya, Mısır ve Tunus ise Osmanlı Afrikası’nda yer almaktadır.

Etki alanlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, Osmanlı coğrafyasında bulunan devletlerin sayısı 60’a kadar çıkar.

Diğer yandan dağılarak yok olan SSCB sonrası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden ayrılan Rusya dâhil, 15 yeni devlet kurulmuştur. Yine Yugoslavya’nın dağılmasıyla 7 ayrı devlet ortaya çıkmıştır. Devletlerin “doğurgan ölüm”leri oluyor genellikle.

Sonuç olarak, yeni devletlerin oluşması (bazıları için ancak “devletçik” diyebiliriz) ve yeni isimlerle doğmuş olmaları, etkileri itibariyle üzerinde yaşayan insanlar için ne kadar pozitif fayda sağlıyor olabilir? Bu konu hakkında ayrıca tartışılmalıdır.

Her devletin bir atası var, hattâ atasının da ataları var. Bir de dayısı olan devletler var. Meselâ ABD olmasa, İsrail diye bir devletin hele bugünkü tavrıyla yaşaması, var olması mümkün müdür? Ya da Avrupa olmasa, Yunanistan’ın yaşaması (Güney Kıbrıs’ı saymıyorum bile) mümkün müdür? Rusya olmasa Ermenistan’ın kurulması bile mümkün olmazdı. Peki, bu şartlarda PKK/PYD, Irak ve Suriye sınırlarımızın altında bir devlet kursa -ki İran ve Türkiye’den de ileride pay almayı hedefliyorlar-, yaşaması kime ve neye bağlıdır?

Sözde Kürt devleti olarak kurulmak istenen devletçiğin yaşaması, ancak ABD’ye, Avrupa’ya ya da Rusya’nın himâyesine bağlı! PKK/PYD devleti, hangi insanlar için gelecek, mutluluk, huzur ya da güvenlik vaat ediyor ki?

İkinci İsrail tipi bir devlet, İsrail’in neyi olur?

İsrail 1948’de kuruldu ve o gün bugündür çatışma, savaş ve gerilim içinde. İsrail’deki herkes korku ve endişe ile yaşıyor; doğal olarak bir barış vaat etmiyor. Oradaki herkes biliyor ki, İsrail Devleti’nin varlığı, diğerlerinin yok olmasına bağlı. Filistin ve Filistinliler yok edilmeli, Mısır güçsüz olmalı, Lübnan her an vurulabilmeli ve Suriye işgâl altında tutulmalı ki İsrail yaşayabilsin. Yani PKK/PYD hayâli olan bir devlet de tıpkı İsrail gibi olacaktır. “İkinci İsrail” olacaktır. Çünkü var olması, diğerlerinin yok edilmesine bağlıdır. Böyle bir terör devletçiği için bölgede bulunan Arapların yanında Süryani, Keldani ve diğer gruplar bile tehdit olarak görüldüğünden ya sürgün edilmeli ya da yok edilmeli bu düşünceye göre.

Yine bu düşünceye göre Türkler zaten orada olamazlar. Zira orada olurlarsa bölgeye egemen olurlar. Bu yüzden yok edilmelidirler. Kendileri gibi düşünmeyen Müslüman Kürtler de olmamalıdır bölgede. Yani kurulacak sözde PKK/PYD devletinde İsrail ve ABD’ye biat eden, Avrupa’nın verdiği terör görevlerinin taşeronluğunu yapmayı kabul edenlerden başkasına yaşama hakkı olmayacaktır.

Dolayısıyla böyle bir yapı, kurulsa bile her an kan dökmek zorundadır. Çünkü onu kurduranların verdiği görev ve kuruluş misyonu budur.  

Batı’nın başına belâ ayrılıkçılar

Dünyanın her yerinde ayrılıkçıları destekleyen ABD ve diğer Batılı güçlerin de içlerinde, başka hayâller kuran yapılar ve toplumlar vardır. ABD, aslında 50 devletten oluşan bir federal devlettir. Bir devlet gibi ama aslında birçok devlet hâlinde… İspanya’da ayrılıkçı Katalanlar bulunuyor. Hattâ daha geçen yıl, belediye başkanları, milletvekilleri ve siyâsî parti başkanları tüm Avrupa’da cadı avına benzer bir takiple tek tek yakalandılar ve hapse atıldılar. Belçika, ayrılıkçı Flamanlarla uğraşıyor, ama fırsat vermiyor. Kendi içindeki ayrılıkçı grupları, daha konuşmasına bile fırsat vermeden hapse atan ve yok eden bir sözde özgürlükçü ve demokratik Batı medeniyeti var karşımızda. Ve kendi içinde büyük tehditlerle boğuşuyor.

Almanya hâlâ ırkçı Nazi etkisinin altında ve 16 eyalet yani devletçikten oluşan bir devlet. Avrupa Birliği ise, büyük iddialarla kurulup büyümüş, 28 üye devleti olan bir birlik olarak ABD benzeri bir büyük devlet olmayı hayâl etti, ama olmadı! Bir yere kadar başardılar ama tek bir devlet gibi olamadılar. Şimdilerde kafası iyice karışık! Brexit meselesi sebebiyle tüm AB rüyası dağılmak üzere...

Birleşmiş Milletler’e göre dünya üzerinde 195 egemen devlet ya da ülke bulunmakta. “Egemen devlet” ya da “ülke” tanımı, kendi sınırları olan ve bağımsız bir hükûmete sahip siyâsî yapıları kapsıyor. Birleşmiş Milletler’e üye olan 193 ülke bulunmakta; Vatikan ve Filistin, “gözlemci statü” kapsamında değerlendiriliyor. Bu sayılar bazı kaynaklarda farklı olabiliyor.

Dünya üzerindeki bu ülkelerin ana kıtalara göre dağılımına bakarsak, Afrika kıtasında 54, Asya kıtasında 44, Avrupa kıtasında 47, Kuzey Amerika kıtasında 23, Güney Amerika kıtasında 12, Avustralya (Okyanusya) kıtasında 14 ülke bulunmakta. (Kıtalara göre nüfus dağılımı ve oranları Tablo 1’de.)

Eğer dünyanın mahallelerini kıtalar kabul edersek, bu mahallelerde devletlerin dağılımı ve nüfus dağılımında orantısızlık açıkça görülebilir. Devletlerin mahallelerindeki güç ve etkinlik durumları da nüfustan bağımsız olarak organizasyon kabiliyeti ve iç barış ile güçlü siyâsî birliğe göre değişmektedir.

Devletleri birer kişi olarak düşünür, onlara uygun roller ve belli karakterleri canlandıran bir tiyatro oyunu kurgularsak, herhâlde eğlenceli sahneler kadar sinir bozucu sahneler de olacaktır. Düşünsenize, biri çıkıyor meydana, kendisine “AB” diyor ve “Devletler âlemindeki oyunda ben de varım” diyor, hattâ “Ailem kalabalık, mahalleyi basarım ha!” diyor ama evlâtları bile sözünü dinlemiyor. Hattâ evdeki ebeveynler bile kavgalı…

Bu anlamda Almanya ve Fransa’yı AB ailesinin ebeveynleri olarak düşünürsek, şöyle bir hâl var: Evlilik öncesi, evlâtlar da aileye peşin peşin yazılmış durumda. Meselâ Almanya eve Avusturya’yı getirmiş, Fransa da Belçika’yı. AB ailesinin üye sayısı artarken bu iki ülke (Almanya, Fransa) diğer üyeleri nasıl kazandılar, ne vaat ettiler? Evlâtlık olarak mı aldıkları dahi belli değil. Güney Kıbrıs gibi bazı üyelerin zaten aile içindeki yeri, evin hizmetçisinin çocuğu seviyesinde… AB’nin tüm mallarına el koyduğu, İkinci Dünya Savaşı’ndan doğan tazminatını bile ödemediği, tâbiri caizse AB’nin Ağustosböceği durumunda olan Yunanistan, faydalanılan ve sağladığı faydanın karşılığını alamayan, malı mülkü ev sahibinin ipoteğinde bulunan bir üye ülke durumunda.

Diğer yandan İngiltere ise AB’yi kullanan, ebeveynlerle istediği gibi flört eden, çaktırmadan aile üyelerini ayartan ama kendisi hiçbir zaman kendi evini aileyle paylaşmayan, işine geldiğinde aile ile Noel kutlayan, işine gelmediğinde aileye karşı anlaşma yapan bir hovarda karakter. Şimdi de “Brexit” dedi ve AB’yi öylece bırakıverdi.

ABD’nin Teksas problemi

Atlantik ötesi mahallede ise ABD, kendi ailesindeki devletçikleri zenginliği ve askerî gücü ile evde kalmaya ikna etmiş, “Aileden ayrılırsanız, dünyanın diğer mahallelerindeki kötü amcalar sizi ham yapar!” diye korkutmuş. İşte bu korkutulmuş devletçiklerin üzerinden dışarıda güçlü ebeveyn olarak aileyi temsil ediyor ABD!

Aslında ABD’de de evin içi karmakarışık! Ama refah ve korku dengesi bozulmadan kavga çıkmayacak gibi görünüyor. ABD, kendi mahallesindekilerle de geçimsiz. Yani Meksika ve Venezuela başta olmak üzere mahallenin belâlı tipleri, fakirlikten korkmayan, kavgayı her gün yaşayan ve ABD’nin kaybetmek istemeyeceği lükslere zaten sahip olamayan durumdalar.

Meselâ pek bilinmeyen bir bağımsızlık denemesi olarak, ABD’nin Meksika sınırındaki Teksas’ta, 13 Aralık 1995’te geçici hükûmet kurulmuş ve “The Republic of Texas” (Teksas Cumhuriyeti) devletinin bağımsızlığı ilân edilmiş. Bu tarih bilinçli seçilmişti. Teksas’ın bağımsızlığının ABD tarafından yok edilmesinin üzerinden tam 150 yıl sonra…

ABD’den ayrılıp “bağımsız devlet” olmayı destekleyen Teksaslıların oranı yüzde 34’tü. Ancak çok kısa süre içinde ABD, bu hareketin liderlerinden “Rick” McLaren’e 99 yıl, yardımcısı Robert Otto’ya 50 yıl ceza verip hapse attı. Meksika sınırındaki büyük bir eyalet olan Teksas’ın ABD’den ayrılarak egemen bir devlet olması gerektiğini söylediği için siyâsî hareketin lider kadrosu, bir anda kendisini hapiste buldu. Hem de PKK, IRA ya da ETA gibi silahlı terör eylemlerine de bulaşmamalarına rağmen…

Rusya ailesi biraz daha garip! SSCB sonrasında Rusya, çocuklarına tâbiri caizse “Herkes evini düzenini kursun, başının çâresine baksın!” demiş ve kendi evine çekilmiş sayılabilir. Ama Rusya, yuvasını ayırdığı evlâtların üzerinden hiç elini çekmemiş; fazla bir yardımı olmasa bile gerektiğinde “Buradayım” diyerek yeni ev kuranlara göz kulak olmuş, mahallesinde raconu kendisi kesmişti. Şimdilerde Rusya, gençleşmiş liderliği ile kendi yaralarını sarmış ve mahallesinde kol gezip eski günlerindeki gibi örneğin Kırım’da, Ukrayna’da, Gürcistan’da boy gösterip Suriye’de de kendi mahallesinin sınırlarını genişletme kavgasına girişmiş durumda.

İran ise bu mahallede en zayıf halka durumunda! İçinde birçok millet ve siyasette toplumsal bağları zayıf olan geniş bir ailesi var. Mahallede ağabeylik ettiği Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkeler olsa da daha çok kendi emellerine hizmet için kullandığı zayıf devletlerle iş tutuyor. Çünkü İran’ın bulunduğu mahallede meydan hiç boş kalmamış, tarih boyunca kavganın maliyeti hep büyük olmuş. O sebeple İran, kendi durumunda olan ve yalnız kalmak istemeyenlerle takılmaya devam edecek. Evini korumaya çalıyor ve çevreyi gözetiyor.


Dünya mahallesinde Türk raconu

İlginç konumda olan devletlerden biri de Türkiye. Çünkü yüzyıllarca mahallesinde ve hattâ mahallesinin de ötesinde racon kesmiş, dost kadar düşman kazanmış, ekmeğini paylaşmış, ama dara düştüğünde kendi göbeğini kendi kesmeyi bilmiş.

Mahallesinde efsane bir kabadayı olarak nam yapmış olan Türkiye, uzun bir süre hastaneye düşünce, mahalleli âdeta sahipsiz kalmıştı. Kabadayılar çekilince, mahalle itin kopuğun elinde kalır ya, bizim mahalle biraz öyle… Türkiye hastayken mahallemize “İsrail” diye bir belâ gelmiş, herkesi birbirine katmış. İran kendine göre esmiş yağmış. Arap yarımadasındakiler bile kendi hâllerine bakmadan konuşur olmuşlar. “Avrupa” derseniz, elini herkesin cebine atmış, “Ben kazanıyorsam gerisine bakmam” diyerek meydanı terör devletleri ya da terör örgütlerine bırakmış.

Şimdi gelinen noktada hâl için şöyle söylenebilir: Türkiye, iyileşmiş, hastaneden çıkmış ve mahalleye dönmüş eski kabadayı durumunda. “Bir süre başımı belâya sokmayayım” diye kendi hâlinde takılmak istese de etrafta olup bitenlere kayıtsız kalamıyor. Bir taraftan kendi içinde türemiş olan teröristleri, hainleri, ajanları ve Haşhaşileri temizlemek ile meşgûl olmaktayken, diğer yandan da mahallede olan bitene vaziyet etmeye çalışıyor. Suriyeli kapısında, Iraklı kapısında, Balkanlar, Kafkaslar, Avrupalılar bile “Sen bilirsin, mahalleye sahip ol!” modunda Türkiye’yi konunun içine çekiyorlar…

Günün sonunda Türkiye şuna karar vermek zorunda kalıyor: “Ya nâmıma yakışanı yaşayıp kavgamı verecek ya da itin çakalın elinde kendi mahallemde rezil olacağım!”  

 “Böyle sokak jargonu, mahalle ağzı ile uluslararası ilişkiler ve devletlerin hâli yada milletlerin kaderi mi anlatılır?” diye beni eleştirebilir, “Bu işin diplomatik bir dili, bir siyaset terminolojisi, usturuplu bir ifade şekli var” diyebilirsiniz. Evet, daha süslü ve teknik cümlelerle durum anlatılabilir. Bizse sözün bittiği yere çoktan geldik. Bir noktadan sonra mahallede bazen gücü yeten, bazen gözü kara olan, bazen de kaybedecek bir şeyi olmayan kazanır. Mahallenin yerlisi olan, mahallede kime sataşılmayacağını bilir. Kimse maceraya girmez, gözüne kestirmediği kavgayı başlatmaz.

Şöyle bir haber gördüm: “İtalyan ve Fransız sondaj şirketleri, Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetlerini durdurduklarını açıklayarak, ‘Arama faaliyeti için sondaj yaparak savaş başlatmak istemiyoruz’ dediler.” Yani “Türkiye ile savaşmak için karşı mahallede bir kararlılık yok, biz mahallenin delisi miyiz ki gidip dayak yiyelim?” demek istemişler.

Bu haberin ertesi günü Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti. Avrupa savunması için ABD’ye ya da NATO’ya güvenemeyiz, Avrupa kendi ordusunu kurmalı” dedi. Almanya Başbakanı Merkel ise, “NATO bizim için vazgeçilmez bir ittifak!” dedi. Biz de onlara “Günaydın!” diyoruz. Şimdi seyredin Avrupa’yı, NATO’yu sorguladıkları her an, içeriden vurulacaklar!

Bugüne kadar bize karşı besleyip büyüttükleri PKK, DHKP-C ve DAEŞ gibi terör örgütleri, Sarı Yelekliler gibi Avrupa’nın başına belâ olacaklar!

Son söz

Uzayda küçücük bir yer işgâl eden Mavi Gezegen Dünya’mızda, her mahallenin kendine göre düzeni var diye düşünüyorum. Dönem dönem mahallede dengeler değişebilir, kaybedenler ve kazananlar olabilir. Esas olan, mahallede kimin kim olduğunu iyi bilmektir. Mahallede kalıcıysan, kavgada öldüğünden emin olmadığın bir kabadayı ile yan yana yaşamak istemezsin. Eğer başkasının mahallesinde racon keseceksen, başına gelecekleri göze alacaksın.

Şunu demek istiyorum: Birileri bizim mahalleyi karıştırıyor, mahallede dengeleri değiştirip bize de racon kesmek, hattâ Türkiye’yi öldürmek istiyorlar. Mahalleyi ele geçirmenin en kestirme yolu bu çünkü. Ama bizim mahalle öyle bir mahalle ki, burada bizi yok etmek için çıkacak kavganın büyüklüğü, dünyayı yutacak kadar büyük olur! Yani bizim mahallede başlayan kavga, sadece burada kalmaz.  

Ayrıca bu coğrafyada kiracı olunmaz, mal sahibi olunur! Onun da bedeli ödemekle bitmez, biz de hâlâ ödüyoruz.

Mesele atıp tutmak değil! “Türkiye çok güçlü, tüm dünyayı döver, herkesi pataklar” falan demiyorum. Diyorum ki, “Türkiye bu mahallede sevilen bir ağabeydir ve mahallenin yerlisi ve mal sahibidir”. Türkiye, mahallesinde düşenin dostudur, kimseyi aç bırakmaz, kimsesizi gözetir, garibanı ezdirmez. Buralarda bizim atalarımızın da hatırı sayılır. Komşularımızın ve çevremizdeki toplumların da üzerinde eskiden gelen bir hısımlığımız ve bir hukukumuz vardır. Buralarda bilirler ki, bir kavga varsa Türkiye haklıdır, onun yanında durmaksa raconun gereğidir.

“Mahallede bugün Türkiye’yi haklı kavgasında yalnız bırakırsak, bugün ona bunu yapan, bize neler yapmaz? Türkiye’nin varlığı bizim içinde sigortadır” diye düşünürler.

Balkan devletleri Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan, Arnavutluk, Bulgaristan, Doğu Avrupa’da Macaristan ve Ukrayna, Afrika’da Tunus, Libya, Sudan ve Somali, diğer yandan Katar, Azerbaycan, Pakistan, Malezya, Venezuela ve Türk dünyası, hattâ İran ve Rusya bile, “Mahallemizde Türkiye’yi yedirtmeyiz” dediler. Biliyorlar ki, Türkiye’nin en zayıf hâli bile mahallede bir huzur ve barışın teminatıdır.

Bu mahallede Türkiye olmazsa, İsrail gibi ne idüğü belirsiz uydurma devletler kuracaklar. PKK terör devleti ile mahalleye belâ olacak, sonra da BAE ve İsrail gibi finansörlerle mahalleyi birbirine katacaklar.

Siz mahalleli olarak ne yapardınız?