Dünyada çok cumhuriyet var ama biz farklıyız!

Bir anayasa ile devletin yönetim şekli değiştirildi. Yani zaten devletimiz vardı, rejim değişti. Sadece Kanun-ı Esasî’nin yani anayasanın birinci maddesine bir ilâve yapıldı: “Türkiye’nin şekl-i idaresi cumhuriyettir.”

BAZI aklıevveller Osmanlı ile Cumhuriyet’i birbirinden koparıyor, tarihte kurulmuş Türk devletlerini yok sayıyorlar ya, onların cibilliyetlerinden şüpheleri vardır. Yahya Kemal ne güzel ifade buyurmuş: “Ne harabî, ne harabatiyim/ Kökü mazide olan atiyim…” Yüz yıl önce yerden bitme soysuzluğu sergileyenlerin ısrarlarına atfen bundan güzel söz olabilir mi?

Öyle ya, Ziraat Bankası 159 yaşında (1863), Jandarma Teşkilatı 184 yaşında, PTT 181 yaşında, Marmara Üniversitesi 140 yaşında, İstanbul Üniversitesi (kuruluşu Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’da kurduğu medreseye dayandırılsa da Darülfünun baz alındığında, 1883) 177 yaşında, Boğaziçi Üniversitesi 160 yaşında, İstanbul Teknik Üniversitesi 250 yaşında (1773). İstanbul tam 570 yıldır Türklere ait. Bugün kullandığımız şanlı ay yıldızlı bayrağımızı 1793’ten beri kullanıyoruz. Türkçenin ilk kez resmî dil kabul edildiği tarih 1277. Sadece bunların üzerine soysuzlukta direnenlere sormak gerekir: Bunlar nereden türedi?

Türk milleti, 100 yıl önce yerden biten köksüz bir millet değildir. Yedi asır cihana hükmetmiş atalarımızın çocuklarıyız biz. Gururla, şerefle, hayırla yad ederek söylemeliyiz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bin yıllık devlet geleneğinin “devamı” olan son Türk devletidir. Biz de bu mânâda Cumhuriyet’in değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çocuklarıyız.

Soysuz kalmak için çırpınanlara sözümüz! Cumhurbaşkanlığı forsunu bilirsiniz, ortada bir güneş ve onun etrafında 16 küçük yıldız yer alıyor. Güneş Türkiye Cumhuriyeti’ni, yıldızlar ise tarihte Türkler tarafından kurulan 16 imparatorluğu temsil ediyor. Bunlar sırasıyla Büyük Hun, Batı Hun, Avrupa Hun, Ak Hun, Göktürk, Avar, Hazar, Uygur, Karahan, Gazneliler, Büyük Selçuklu, Harezmşahlar, Altınordu, Timur, Babür ve Osmanlı şeklinde. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 17’nci ve (Evvel-Allah) son devletimizdir. Bu nedenle Osmanlı ile Cumhuriyet’i karşı karşıya getirenler, aslında Türk tarihini, kurulmuş 16 devletimizi inkâr eden soysuzlardır.

Mustafa Kemal Atatürk öncelikle bir Osmanlı subayıdır örneğin. Geçmişimizle bütün bağları koparıp bizi sözde soysuzlaştırmak için çırpınanlar beyhude çabalar içinde sıkışıp kalmış kimliksiz birer aparat olduklarını unutmasınlar.

Öyle ya, bir anayasa ile devletin yönetim şekli değiştirildi. Yani zaten devletimiz vardı, rejim değişti. Sadece Kanun-ı Esasî’nin yani anayasanın birinci maddesine bir ilâve yapıldı: “Türkiye’nin şekl-i idaresi cumhuriyettir.”

Biz devlet kurmadık; devam eden Türk Devleti’nin yönetim şeklini değiştirdik. Tıpkı Osmanlı’da, beylikler döneminde, Anadolu Selçuklularında, Büyük Selçuklularda, Hunlarda ve Göktürklerde olduğu gibi… Devleti yıkıp yerine başka devlet kurmak isteyenlerin kara ve yalan propagandalarının aksine durum bu. Bu yeni idare şekline geçiren Atatürk tarafından bizzat böyle söylendiğini de öğrenin. Zira Cumhuriyet öncesi veya sonrası diye bir husus yoktur. Türk Devleti’nin esası millettir. Tarihte kurulanlar birbirlerinin devamıdır. Bundan sonraki aşama, ilk savunma hattı Mîsak-ı Millî’de var olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’ni ilân etmek olacaktır.
Atalarımızın kurduğu Cumhuriyet, tam bağımsızlık demekti. Cumhuriyet, bağımsız bir devletin içinde yaşamak demekti. Cumhuriyet, başka devletlere boyun eğmemek demekti. Cumhuriyet, halkın kendini yönetmesi, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olması demekti. Peki, Atatürk’ten sonraki her dönem bize neyi anlattı? “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ten sonra gelenlerin ülkenin bağımsızlığını kimlere emanet ettiğini, tâ ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la neyin değiştiğini anlatalım mı?
Bugün Cumhuriyet 100 yaşında. Özgürlük yolunda atılan ilk kurşunla başladı Millî Mücadelemiz. Cumhuriyet ile taçlandırdığımız bir asırlık Millî Mücadelemize aynı vatan aşkıyla devam ediyoruz. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kutlu olsun!
*

Bursa'da meyve bahçelerinden geçerken hamile eşi için ağaçtan erik ve kayısı kopartan ve meyvelerin parasını ağaca asan minibüs şoförü Soner Kaya… Çorum’da anne ve babasını kaybetmiş bedensel ve zihinsel engelli yeğeni Murat Memiş’in bakımını 40 yıldır tek başına üstlenen Pakize Memiş… Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde iş elbiseleriyle bindikleri otobüste koltuklar kirlenmesin düşüncesiyle ayakta seyahat eden madenciler… Bu davranışlarından ötürü madencilere incir ve mektup gönderen Aydın Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne bağlı çocuk evlerinde kalan çocuklar… Rize’de karla kaplı dik yamaçta, yeni doğum yapmış keçiyi sırtında, yavrusunu ise köpeğinin sırtındaki okul çantasına koyarak barınağa götüren 11 yaşındaki Hamdu Sena Bilgin… Aydın’ın Kuyucak ilçesinde kuru inciri farklı bir şekilde kurutarak incir cipsini geliştiren anne-kız girişimciler Semra ve Gizem Ünal… Malatya’da temizlik işçisi olarak çalıştığı tekstil fabrikasında iplik üretiminden makinelerin bakımına kadar her şeyi öğrenen ve daha sonra kumaş fabrikası kuran Şehriban Şahin… Muş’ta terör örgütünün bölgeye verdiği zarardan etkilenerek toprağa gömülü patlayıcıları bulabilen dron tasarlayan ortaokul öğrencisi Mert Delibalta… Pandemide canı hiçe sayarak cansiperane çalışan sağlık çalışanlarımız… Ülkemin, milletimin, Cumhuriyetimizin bekâsı ve güvenliği için yurt içinde ve yurt dışında görev yapan güvenlik güçlerimiz… Siyaset, sanat, iş, sivil toplum kuruluşları ve spor dünyamız… Toprağı nakış gibi işleyen ülkemin çiftçileri ve üretimin bel kemiği işçi, emekçilerimiz… Ülkemin esnafı ve zanaatkârları… Devletimin tüm kamu kurum ve kuruluşlarının emektar, vatansever kamu çalışanları… Şehit yakınları, gaziler ve gazi yakınları... Velhasıl, bizi biz yapan, ay yıldızlı bayrağımızın altında gururla dünyaya “Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım” diye haykıran aziz milletim! Biz, bin yıllık devletin geleneğinin evlatlarıyız. Biz, kurduğumuz 17 devletin evlatlarıyız. Biz, birinci asrını doldurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yılmaz bekçileriyiz.

Son kalemiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Geçmişten ders alarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni koruyup kollamak boynumuzun borcudur. Cumhurun sahip çıktığı ve cumhuruna sahip çıkan Cumhuriyet’in yüzüncü yılını doldurduk. Sonsuza kadar devletiyle payidar, milletiyle bahtiyar olsun Türkiye Cumhuriyeti Devleti.

Unutmayınız, dünyada cumhuriyet rejimiyle yönetilen çok devlet var. Ama biz farklıyız. Çünkü biz cumhuriyetin çocukları değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çocuklarıyız. Tarihteki Türk devletlerinin finalinin adıdır “Türkiye Cumhuriyeti”. Mete Han’dan Alparslan Gazi’ye, Ertuğrul Gazi’den Osman Gazi’ye, Fatih’e, Kanunî’ye, Yavuz’a, Abdülhamid’e, Cumhuriyetimizi bizlere armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’e kadar biriz. Ayrım yapan kalleştir. Cumhuriyetimizin yeni asrı, “Türkiye Yüzyılı”dır.

(Bu plânda bir not: Meral Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldığı konuşmasında, Kadir Mısıroğlu’na “Yarım akıllı fesli meczup” diyerek saldırdı. Rahmetli üstad Kadir Mısıroğlu’nun (Allah ondan razı olsun) herhangi bir cümlesi, Meral Akşener’in siyâsî ve kişisel tarihinin tamamından çok ama çok kıymetlidir. Nokta.)


El-Cezire manşeti, “İsrail, ölen askerlerinin sayısını gizliyor” şeklinde. HAMAS Siyâsî Büro Başkanı İsmail Heniyye, “El-Kassam’ın İsrail’in kayıplarına ilişkin yayınlayacağı şeyler düşmanı ve halkını şok edecek” diyor. Öyleyse yaklaşıyor yaklaşmakta olan!


Devam eden soykırım ve Siyonizm uşaklığı

Hıristiyan papazlardan İsrailli yazarlara kadar bütün dünya Gazze’de bir soykırım olduğunu söylüyor ve bunun durdurulması için bir adım atılması gerektiğini ifade ediyor. Peki, Müslüman dünya nerede? Batı halkları bile Filistinliler için sokağa çıktı, ötesi ne olabilir? Haydi hükümetlerin çıkarlarından dolayı eli kolu bağlı, bütün Müslüman ülkelerdeki muhalefet partileri ve STK’lar neden Ürdün ve Mısır üzerinden Filistin topraklarına yürümez? Alın biletlerinizi, gidin sınırdan, dünyaya haykırın!

El-Cezire manşeti, “İsrail, ölen askerlerinin sayısını gizliyor” şeklinde. HAMAS Siyâsî Büro Başkanı İsmail Heniyye, “El-Kassam’ın İsrail’in kayıplarına ilişkin yayınlayacağı şeyler düşmanı ve halkını şok edecek” diyor. Öyleyse yaklaşıyor yaklaşmakta olan!

Siyonist hahamların yalan ve iftiralarına da bu noktada değinmek gerekiyor. Hazreti İsa’dan önce İlyas Peygamber gelip herkesi İslâm’a ve Mesih İsa’nın çağrısına uymaya çağıracak. Ancak zalim müşrikler ona inanmayacak ve çağrısını reddedecekler. Arkasından da “Ben Mesih’im” diyen Deccal’e tâbi olacaklar. Hakikî Mesih, müşriklerden oluşan Deccal ordusuna Siyon’un tepesinden hitap edecek ve tarih boyunca yaptıları zulümleri, peygamberleri nasıl katlettiklerini ve arkasında saf tuttukları bir gözü kör kişinin Deccal olduğunu ortaya koyacak. Deccal’in ordusundaki tüm Yahudiler gerçekleri öğrenmiş olacak, gerçek anlamda iman edecek. Ancak bu imanları geçerli olmayacak. Arkasındansa Deccal ve ordusu, Mesih ve ordusu tarafından yok edilecek.

Soykırım sırasında İsrail Başbakanlık Sözcüsü Tal Heinrich belki bu yüzden itiraf niteliğinde bir gaf yaptı: “Gazze’de sivillerden başkasını hedef almıyoruz.”

İşgalci İsrail, katliam yapmaya devam ediyor. Dünya seyrediyor. Çünkü Müslüman aç ve susuz bırakılabilir, onun evine el konulabilir, toprakları gasp edilebilir, hastanesi ve camisi bombalanabilir, çocukları katledilebilir Heinrich gibilerinin zihniyetine göre.

Bu bir tarafa, Lübnan Hizbullah’ı, bol bol şov yapıyor. Oysa savaş tatbikatına gerek yok, gerçeği burnunuzun dibinde. HAMAS sizden yardım bekliyor. Ama olmaz, işin içinde İran varsa orada kesin bir “Acem oyunu” vardır. İran, tıpkı ABD gibi oyununu kurup kenardan izliyor. Peki, şimdi değilse ne zaman?

Müslümanlar hesap günü Gazze sınavından sorguya çekilecek. En kötü cevap, “Hiçbir şey yapmadım” şeklinde olacak. Gazze’de yaşanan, kaçacak yeri olmayan ve mahsur kalmış bir halkın kasıtlı olarak bombalanmasıdır. Gazze yaklaşık 20 yıldır açık hava hapishanesiydi ve şimdi hızla toplu mezara dönüşüyor. Ölenlerin yüzde 40’ı masum çocuklar. Bütün aileler katlediliyor. Dünya bunu izlerken ve birçok hükümetin aktif desteğiyle milyonlarca Filistinli sivil (çocuklar, kadınlar, aileler) toplu olarak cezalandırılıyor, insanlıktan çıkarılıyor. Bir yandan da uluslararası hukuka aykırı olarak gıda, ilaç ve insanî yardımdan mahrum bırakılıyorlar. İnsanî ateşkes ve BM Güvenlik Konseyi’nin her iki tarafa da ateşkes dayatmasını engelleyen dünya liderleri bu suçların ortağı.

Londra’da Filistin’e destek gösterisinde konuşan bir Hıristiyan, neden Filistin’i desteklediği sorulunca, “Çünkü ben insanım. Arkama yaslanıp oturacağımı mı sanıyorsun? TV’den soykırımı izleyeceğimi mi sanıyorsun? Mümkün değil. Bu konu dinle alâkalı değil. Müslüman olmakla, Yahudi olmakla ilgili değil. Ben Hıristiyanım ama insanım. Benim için önemli olan tek şey bu! Aslında Gazzeliler rehine. Ve herkes rehinelerden bahsediyor: 2 milyon insan… Rehineler! Bu çok anlamsız! Gösteriler, onlar özgür olana kadar asla ve asla bitmeyecek. Bu kadar basit!” diyor.

Gazze’de yaşanan soykırım nedeniyle kan ağlıyorum. İçim sızlıyor. Çare ararken çaresizlik içerisinde çırpınıyorum. Arap ülkelerinin umursamaz tavırlarını görünce bir kez daha kendi vatanımla, kendi ülkemle, kendi devletimle, kendi Cumhurbaşkanımla gurur duyuyorum. Çünkü yeryüzünde İslâm’ı en iyi yaşayan topluluğun büyük Türk milleti olduğuna, kimsesizlerin kimsesi olan devletin Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğuna, “Dünya beşten büyüktür” diye haykıran Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir dünya lideri olduğuna bir kez daha şahit oluyorum.

Hiç kuşkusuz içimizde kansızlar, yabanî otlar, gizli Siyonizm uşaklığı yapanlar var. O katledilen yavruları görüp “Bana ne Gazze’den” diyen biri benim milletimden olabilir mi? Olamaz! Siyonizm bekçiliği yapanları, ayak öpenleri her gün tavırları ile görüyoruz. Bugün İsrail’in sözcüsü gibi, HAMAS’ı terör örgütü olarak lanse ederken HDPKK ile kol kola girerek seçim kazanmak için mücadele edenleri görmüyor muyuz? Allah sizi ıslah etsin!

Allah’ım! Bu kanlı, vahşi ve riyakâr zamanlarda bize merhamet et. Bize Gazze’deki şerefli Müslümanların yüreği gibi bir yürek ver. Allah’ım! Bu çağın yaşayan ölüleri gibi olduk, bizi affet. Dünya nimetlerine, bedenimizin rahatına, hırsımıza, zevkimize öyle daldık ki, uyanmayı nasip et! Allah’ım, bizi affet!

Son sözü Lübnanlı şarkıcı Julia Boutros’a bırakmak istiyorum: “Milyonlar nerede/ Arap milleti nerede/ Arap öfkesi nerede, Arap kanı nerede/ Arap şerefi nerede?”

Hükmündeler, maalesef Allah’ı bırakıp Batı’ya köle olduklarında şereflerini de ayakları altına aldılar. Açık ve net. Şereflerini ayaklar altına aldılar…