Dünyada çoğulculuk, çoğulculukta dünya

İnsanî ve toplumsal çoğulculuğu bütünüyle kapsayan yeni bir hukuk anlayışına ihtiyaç vardır. Medîne Vesikası, bütün kimlikleri aşan, ancak bütün kimlikleri kapsayan bir anlayışla hazırlanan bir arada yaşama çerçevesidir. Modern dünyanın kapsayıcı ve katılımcı çoğulculuk için Medîne Vesikası’nı referans almaya ihtiyacı vardır.

ÇOĞULCULUK, insan hayatının doğal özelliklerinin başında gelmektedir. Her birey özgündür ve bireysel özgünlük, insanî çoğulculuğun kaynağını oluşturmaktadır. İnsanî çoğulculuk insan hayatının doğal durumu olmasına rağmen, maalesef insanlık kendi çoğulculuğunu kabul edecek ve geliştirecek bir olgunluk düzeyine ulaşmış değildir.

Birçok insan, diğer insanların farklılığından korkmaktadır ve insan hayatında çoğulculuk yerine homojenliğin hâkim olması gerektiğini düşünmektedir. Bu yazıda, “çoğulculuğun insan için tehdit değil, değer olduğu” tezi ifade edilmiştir. Ayrıca İslâm’ın Tevhid öğretisinin de insanî çoğulculuğu geliştiren bir çerçeve sunduğu ifade edilmiştir.

Evrensel değerleriyle insan

Günümüzde insanlık, özgürlüğün ve çoğulculuğun insan hayatının temeli olduğunun farkına varmış bulunmaktadır. Bütün insanlar onur ve özgürlük sahibidirler. Din, dil, etnisite, cinsiyet, renk, kültür, mezhep ve ırk ayırımı yapmadan bütün insanlar, refah ve mutluluklarını gerçekleştirmeye çalışma ve de farklılıklarını koruyarak bir arada yaşayabilme hakkına sahiptirler. Bütün insanlar, özgür ve eşit bireyler olarak tartışabilir, konuşabilir ve demokratik yollarla yönetime katılabilirler.

Demokrasi, özgürlük, adalet, işbirliği, birliktelik ve barış, homojen bir toplumda gerçekleşecek olgular değildir. Homojen toplum tasavvuru; özgürlük, barış ve demokrasiye terstir. Çoğulculuk, demokrasi, birliktelik ve barış, birbirini gerektirmekte ve desteklemektedir. Çoğulculuk olmadan, bir diğerinin olması mümkün değildir.

“Çoğulculuk” denilince, parçalı bir çoğulculuk algılayışı söz konusu olabilmektedir. Dinî çoğulculuk öne çıkarılırken diğer çoğulculuklar ihmâl edilebilmektedir. Dinî, etnik, ırksal, dilsel, kültürel, sanatsal, felsefî ve ekonomik başta olmak üzere bütün çoğulculuklar değerli ve önemlidir. İnsan, bütün çoğulculuklarıyla insandır. Bütün çoğulculukları ihmâl edilmiş tek boyutlu bir insan, insanlığından çok şey yitirmiştir. Dindarlığı dışlayan ancak bilimperestliğin yüceltildilği pozitivist bir insan tasavvuru, insanın inkârından başka bir şey değildir. İnsan ve çoğulculuğu bir bütün olarak ele almamız lâzımdır.

İnsan ve çoğulculuk birbirinden ayrılamaz, birinin varlığı diğerini gerektirmektedir. İnsanî çoğulculuğu besleyen en büyük kaynaklardan biri dindir. Dinler tarihi, insanî çoğulculuğu bütün ihtişamıyla göstermektedir. Dinin olduğu her yerde, derin anlamda bir çoğulculuk vardır. Din, çoğulculuğun en büyük kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda çoğulculuğu ortadan kaldırmak için bir araç olarak da kullanılabilmektedir.

Köktenci tehdit

Dünyada devletlerin din adına topluma müdahale etmeleri ve tek dini dayatmaları, toplumsal çoğulculuğu tehdit eden ciddî bir durumdur. Arakan’da devlet eliyle Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen şiddet ve katliamlar, insanî çoğulculuğu ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimdir. Arakan örneğinde olduğu gibi, devletin Budizmi tek din olarak topluma dayatması, dinî açıdan toplumu homojenleştirmeye girişmenin, çoğulculuğu, özgürlüğü ve demokrasiyi ortadan kaldırmaya girişmek olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün çoğulculuğa karşı ciddî bir köktencilik tehdidi vardır. Köktencilik, kendisinden farklı düşünen herkesi sapkın olarak görmekte, herkesin insan onuruna ve özgürlüğüne sahip olma açısından eşit olduğunu düşünmemektedir. Radikalizm, farklı fikirler ve inançlar arasında açık bir diyalog, tartışma ve iletişimin imkânlarını ortadan kaldırmaktadır.

Köktencilik, doğru olduğu iddia edilen bir yaklaşımın bütün diğer yaklaşımlara üstün olduğu ve tahakküm etmesi yaklaşımıdır. Köktenciliğin bu yaklaşımının aksine, hiçbir fikrin bir diğer fikre üstün olma ve tahakküm etme ayrıcalığı yoktur. Fikirler, birbirlerine tahakküm etmek yerine birbirleriyle iletişim içinde olmalıdırlar. Hiçbir fikir ve ideoloji, insanın üstünde değildir. Eşref-i mahlûkat olan insandır, ideoloji değil. İnsanın, uğruna fedâ edileceği hiçbir ideoloji yoktur. Bütün ideolojiler ve fikirler, insana hizmet etmelidirler.

İnsanî çoğulculuğu tehdit eder nitelikteki radikalizm saplantısıyla boğuşan insanlık, aynı zamanda şiddet ve terörizm tehlikesiyle yüz yüze bulunmaktadır. Doğru bir inanca sahip olduğunu iddia eden köktenci şiddet, kutsal ve hakikate sahip olma adına kendi inançlarını kabul etmeyenleri öldürme ve onlara karşı şiddet kullanma hakkı olduğunu iddia etmektedir. Hiçbir inanç ve din adına öldürme hakkı yoktur. İnanç ve ideoloji adına diğer insanları öldürme hakkının olduğunu iddia etmek, Allah’a ve insana karşı azgınlığı ifade etmektedir.

Özgürlüğü, hukuku ve çoğulculuğu savunma ve içselleştirme konusunda dünya toplumlarında küresel bir tutkunun olduğunu söyleyemeyiz. Ancak şiddet, fanatizm, radikalizm ve terörizm konularında küresel bir cinnet hâlinin insanlığı kuşattığını söyleyebiliriz. İnsanlar, çoğulculuk, özgürlük ve barış için kendilerini fedâ etmezlerken, din, ideoloji, etnisite ve kimlik için hayatlarından vazgeçen sayısız kişi ve grup bulunmaktadır.

Bir modern yanlışlık!

Modern dönem, ölümcül bir yanılgının evrensel gerçeklik sanılmasıyla başladı ve bu yanılsama etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Modern dönemde “devlet ulusu” kurgusu, insanlığın kaçınılmaz gerçeği ve kaderi olarak kabul edilmiştir. Nasyonalist devlet, devlet gücü kullanılarak insanî çoğulculuğa müdahalenin aracıdır. Ulus devlet kurgusu ve çoğulculuk olgusu ise birbiriyle bağdaşmamaktadır. İnsanî gerçeklik ve çoğulculukla bağdaşmayan ulus devlet kurgusu, insanlık için artık anlamını ve değerini yitirmiştir.

İnsanî ve toplumsal çoğulculuğu bütünüyle kapsayan yeni bir hukuk anlayışına ihtiyaç vardır. Medîne Vesikası, bütün kimlikleri aşan, ancak bütün kimlikleri kapsayan bir anlayışla hazırlanan bir arada yaşama çerçevesidir. Modern dünyanın kapsayıcı ve katılımcı çoğulculuk için Medîne Vesikası’nı referans almaya ihtiyacı vardır.

Farklı kültürler, dinler, medeniyetler ve topluluklar arasında tarih boyunca sınır ötesi, ulus ötesi ve kıtalar ötesi etkileşimler olmuştur. İpek Yolu, insanî çoğulculuğun karşılaştığı köklü bir zemindir bu anlamda. Günümüzde de insanî farklılıklar arasında ilişkiler ve karşılaşmalar olmaktadır. Yine günümüz dünyasında fiziksel mesafelerin ortadan kalkmasına ve insanların farklılıklarını yaşama imkânlarının artmasına rağmen, toplumlar arasında tanışma, iletişim ve diyalog diyebileceğimiz kalıcı ve verimli bir ilişkinin yeterince kurulmadığı görülmektedir. Çoğulluk olgusu ön plâna çıkmasına rağmen, “diyalog” diyebileceğimiz bir tecrübe ise küresel düzeyde gerçekleşmiş değildir.

İnsanlar arasında sürekli olarak değişim ve etkileşimler olmaktadır. Özellikle bilginin yayılma araçlarının ve iletişim teknolojisinin gelişmesi, insanların değerlerini, inançlarını ve bilgilerini paylaşmalarına imkân sağlamıştır. Yeni iletişim ve bilginin yayılması sayesinde bir dünya kültürünün oluşacağı imkânından söz edilmeye başlandı. Ancak geldiğimiz noktada, ortada bir dünya kültürünün bulunmadığını görmekteyiz.

Bütün insanî çoğulculukları kapsayan sahici anlamda bir dünya kültürü anlayışına ihtiyaç vardır. İnsanlar, farklılıklarını ön plâna çıkarmalarına rağmen dünyalılıklarını gündeme getirmemektedirler. Farklılığın ve dünyalılığın birlikte tecrübe edilmesi, insanlığın önündeki büyük ve zor bir meydan okumadır.

Dünya kültürü meydana getirmek

Tek bir dünya kültürü oluşmamasına rağmen, dünya, insanî çoğulluğun egemen olduğu bir yer olmaya devam etmektedir. İnsanlar arası iletişim, ilişki ve bilgi paylaşımı, dünya kültürü yerine “dünya kültürleri” dediğimiz olgunun gelişimini sağlamaktadır. Dünya kültürleri olgusu, bir realitedir, kurgu değil.

Hiçbir medeniyet veya kültürün, dünya kültürlerinin çoğulcu gerçekliğinden dışlanmaması gerekmektedir. Kültürler ve medeniyetler, insan toplumlarının inançlarını, dünya görüşlerini, bilimsel ve sanatsal faaliyetlerini, düşünme biçimlerini, ahlâk anlayışlarını, teknolojilerini, yaşam şartlarını, sosyal tecrübelerini, siyâsî sistem ve kurumlarını, ekonomik organizasyonlarını kapsamaktadır. Medeniyet ve kültür, çoğulcu nitelikte insanlar arası iletişimin en yoğun ve ileri noktasını ifade eden olgular olarak gündeme gelmektedirler.

İnsanî hayat; sanatsal, felsefî, dinî, bilimsel, dilsel ve kültürel alanlar başta olmak üzere her açıdan çoğulcudur. Ancak insanın çoğulcu tecrübe alanları arasında ilgi ve ilişki, günümüzde ortadan kaldırılmıştır. Bilim-din, akıl-vahiy, felsefe-din, sanat-ahlâk arasındaki zıtlıklardan ve karşıtlıklardan söz edilmesi, insanî tecrübenin parçalanmışlığını göstermektedir.

Dünyada insanlığın dindarlık tecrübeleri arasında bir kopuş ve karşıtlık söz konusudur. Militan sekülarizm, insan için dindarlığın merkezi önemini inkâr eden, olabildiğince dindarlığı çevreye veya uca itelemek, ötelemek, hattâ boğmak şeklinde bir saldırgan tutum içindedir. Dindarlığın merkezden kovulması, ötelenmesi ve anormalleştirilmesi, insanî çoğulculuğun kaynağının kesilmesine neden olmaktadır. Din, çoğulculuğun en önemli kaynağıdır. Dinin işlevsizleştirilmesi, günümüz dünyasında homojenleşmenin artmasına neden olmaktadır. Çoğulculuk için en büyük tehlike, dinin yokluğu veya zayıflığıdır.

Çoğulculuk, dinin bizzat içeriğiyle ilgilenmemektedir. Çoğulculuk, bütün farklılıkları, muhtevâlarıyla birlikte kabul etmekte, farklılıklar arası ilişki ve etkileşimle ilgilenmektedir. Pluralizm için aslolan, insanların farklılıklarını koruyarak birbirini anlayıp anlamadıklarıdır. Çoğulculuk açısından dindarlık sorun değildir. Çoğulcu yaklaşım açısından gerekli olan, farklı dindarlık tecrübeleri arasında ilişki ve etkileşimin var olmasıdır.


Çoğulculuk, görecelilik de değildir. Çoğulculuk, farklılıklarıyla birlikte insanı olduğu gibi kabul etmek bilincidir. Çoğulculuk, bir rölativizm değil, bir realizmdir. Realist bir yaklaşım olarak pluralism, ütopik bir yaklaşım değildir. Başka bir ifade ile pluralizmin ütopyası yoktur. Tek dünya tasavvuruna sahip otoriter ve totaliter inanç ve ideolojiler, insanî çoğulculuğu inkâr edip insanî homojenliğin peşinde koşmaktadırlar.

Pluralist realizme göre tek bir dünya yoktur ve olmayacaktır. Çoğulcu yaklaşım perspektifinden bakıldığında farklı dünyalar vardır. Her dünya, kendisine göre bireysel, sosyal, kültürel ve küresel ilişkiler, düzenler ve etkileşimler içermektedir. İnsanî çeşitliliği olduğu gibi yani doğal olarak kabul etmek, çoğulcu yaklaşımın gerçekçiliğini göstermektedir.

Çokkültürlülük ve çoğulculuk, birbiriyle aynı şeyler değildir. Çoğulculuk insanî farklılıkları aslî gerçeklik olarak kabul ederken, çokkültürlülük ise bir ülke içinde farklı kültürel grupların bir arada var olmasını ifade etmektedır. Amerika’da farklı kültürlerin asimilasyonu hedeflenmezken, Avrupa’da entegrasyon ve asimilasyon çok önemlidir. Avrupa’da yerli halklar dışarıdan gelen farklı kültürel gruplara karşı çok sert tepkiler gösterebilmektedirler. İslâmofobiyi bu anlamda, Avrupa’da Müslüman topluluklara karşı gösterilen çok sert ve radikal tepki olarak değerlendirebiliriz.

Amerika ve Avrupa’yı birbirinden ayıran faktör, çoğuculuk ve çok kültürlülük anlayışlarıdır. Amerika, asimilasyonu amaçlamayan bir çoğulluğu esas alırken, Avrupa ise entegrasyon ve asimilasyonu gerekli gören çokkültürlülüğü benimsemektedir.

Şimdiye kadar çoğulculuğu kapsayan bir çerçeve ve pratik üretilmiş değildir. Modernleşme ve küreselleşme, çoğulculuğu sağlıklı bir şekilde yansıtan süreçler olmayı başaramamışlardır. Küreselleşen dünyada farklı kimliklerin, düşüncelerin, stillerin ve yaşam tarzlarının akışkan olarak iç içe geçeceği umudu gerçekleşmemiştir. Partiküler olan küreselleşmediği gibi, küresel olan da partikülarize olmamıştır. Mevcût insanlık durumu, küresel ve partiküler olanın birbirinden ayrıştığı ve birbirine tepki duyduğu bir dünyadır.

Çoğulculuk, partikülaritenin ve özgünlüğün önemini kavrayan ve vurgulayan bir yaklaşımdır. Dünyayı bir bütün olarak kavrayan üniversalist (evrensel) yaklaşımın aksine çoğulculuk; bireysel inançların, kimliklerin, değerlerin ve yaşam tarzlarının önemine vurgu yapmaktadır. Çoğulculuk; partikülarizm, bireysellik ve özgünlüğe birlikte önem vermektedir. Çoğulcu özgünlük, çoğulcu bireysellik ve çoğulcu yerellik, plüralist yaklaşımın üç önemli boyutudur. Bir mekânda ve zamanda farklı kişiler ve gruplar, kendilerine özgü bir şekilde var olabilirler. Çoğulculuk, birlikte farklı oluş ve bir araya geliş imkânını kendi içinde barındırmaktadır.

Uyuşmazlık sorunu

Çoğulculuk ve hegemonizm birbiriyle uyuşmamaktadır. Çoğulcu yaklaşım, bir grubun diğerleri üzerinde hegemonya kurmasının aracı olmaktan ziyâde, hegemonya girişimini reddetmektedir. Çoğulcu olan, hegemonik olanın kendi kendine sunumu değildir. Çoğulcu olan; özgün, kişisel ve dinamik olandır. Çoğulcu olan, farklı kimlikleri tek bir egemen kimlik içinde eritme anlayışı değildir. Çoğulculuk, bütün kimlikleri farklılıklarıyla beraber tanıma ve ilişkilendirme faaliyetidir. Çoğulculuk, hegemonik bir söylem ve ideoloji değildir.

Modern ve geleneksel değerler, kavramlar ve davranış biçimleri arasında bir uyumsuzluk vardır. Geleneksel olan, modern olana tepkiyle ortaya çıkmaktadır. Doğu geleneksel olanı temsil ederken, modern olan ise Batı ile özdeşleştirilmektedir.

Eski ve yeni kimliklerin çatıştığı bir dünyadayız. Fundamentalizm, modern olana saldırmak için gelenek içinde yer alan unsurlar arasında kendisine uygun olanları seçip ayıklamaktadır. Köktendincilik, geleneği ifsat etme ideolojisidir. Homojenleştirme tehlikesine karşı etnik ve dinî nitelikteki kolektif kimliklerin korunması adına sergilenen iş birliği, tek bir kimlik grubu arasında kamplaşmaya ve kapanmaya neden olmaktadır. 

Çoğulculuk, büyük gelenekler, dinler, inançlar ve kimlikler arasında verimli bir ilişkinin ve diyaloğun mümkün olacağını öngörmektedir. Çoğulculuk bilinci, karşılıklı olarak birbirinin varlığının farkında olmayı, farklı insanların duygularına, değerlerine ve inançlarına duyarlı olmayı ve başkalarının farklılıklarını kendimize göre değil, onlara göre kavramayı gerektirmektedir. Çoğulculukta ölçü, “başkasıdır”!

Çoğulculuk, herkesin birbiriyle ilişki kurmasını ve ötekinin dünyasından kendi dünyasına unsurlar almasına imkân sağlamaktadır. Kişinin ve grupların farklı kimliklerle ilişki kurabilmesi için onların dünyaya olan bakış açılarını, hayata dair anlam çerçevelerini, değerlerini, inançlarını, sembollerini, ritüellerini ve tarihlerini, sosyal sistemlerini ve kültürel yapılarını tanımasına ihtiyaç vardır. Kişi, diğer insanların farklı dünyalarını tanıdıkça, onların farklı düşünme ve yaşam tarzlarını tanıma imkânına kavuşacaktır. Hiçbir tarz, gerçeğin tamamı değildir; ancak gerçekliğin birer parçasıdır. Diğer bir kişiye ait farklı bir tarzın, gerçekliğin değilse de gerçekliğin önemli bir parçası olduğu konusunda farkındalık kazanmak, çoğulculuk bilincine sahip olmakta önemli bir olgunluk aşamasıdır. Çoğulculuk, gerçeklikle çatışmayı veya onun inkârını değil, gerçekliğin parçalarını tanımaya ve onunla iletişim kurmaya imkân sağlamaktadır.

İslâm; dünya ve ahiret, İlâhî ve insanî, vahdet ve kesret, ümmet ve beşeriyet arasında güçlü bir bağ kurmaktadır. Allah’ın birliği ihlâl edilmez olduğu gibi, Allah’ın ailesi konumunda olan insanlığın da bütün farklılıklarıyla beraber birlikteliği de ihlâl ve inkâr edilemez. Bütün insanlığın bir ümmet olduğu bilincinin diriltilmesi gerekmektedir. Milliyetçilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik ve kabilecilik gibi yapay aidiyetlerin, insanî çoğulculuğu ortadan kaldıran tehditlere dönüşmeleri, vahdet ve kesret realitesine aykırıdır.

Milliyetçilik, kabilecilik ve mezhepçilik gibi kurgular, insanlığa giydirilmiş cinnet gömlekleridirler. Tevhid, insanın fıtrat elbisesidir. İnsan, giydiği doğal ve dengeli Tevhid elbisesiyle varoluşunu, diğer insanlarla birlikte kendisine özgün bir şekilde gerçekleştirebilir. Vahdet içinde kesretin insanlığa mesajı şudur: “Gelin insanlar! Birlikte farklı olalım, farklı kalalım ve farklı yaşayalım.”

Çoğulculuk, insanın içindeki dünyaya odaklanmaktadır. Kişi, iç dünyasına yani kendisine odaklandıkça, onun dışındaki dünya çok küçülmektedir. Ancak kişi, içindeki dünyayı dışarıda tezahür ettirdikçe dışarıda çok zengin, derin ve nitelikli dünyalar oluşmaktadır.

Tek tip homojen bir dünya olmadığı gibi, insanların farklılıklarını yansıtan çoğulcu bir düzen vardır. Tabiatta doğal çeşitlilik olduğu gibi, insan hayatında da beşerî pluralizm vardır. Çoğulculuğun ortaya koyduğu heterojenlik, doğal düzendir yani Sünnetullahtır. Bu durumda dünyadaki çoğulculuk ve çoğulculuktaki dünyalar iç içe geçmektedirler. Aslolan, çoğulculuğu insan ve dünya çerçevesinde fıtrat, vahdet ve kesret üçgeni içinde okuma ve idrak etme yeteneği kazanmaktır.

Çoğulculuk, insanlarda korkuya ve savunmacı pozisyonlara neden olabilmektedir. Kesretin şirk olduğunu savunmak, çoğulculuğun neden olduğu korku hâlinin bir sonucudur. Avrupa’da ortaya çıkan İslâmofobi, çoğulculuk karşısında duyulan korkunun bir başka tezâhürüdür.

Çoğulculuk, insanlar arası kopuşa ve yabancılaşmaya karşı karşılıklı iletişimi ve tanışmayı nasıl güvenceye alacağımız şeklindeki meydan okumayı karşımıza koymaktadır.

Bütün insanî çoğulculukları kapsayan sahici anlamda bir dünya kültürü anlayışına ihtiyaç vardır. İnsanlar, farklılıklarını ön plâna çıkarmalarına rağmen dünyalılıklarını gündeme getirmemektedirler. 

Düşman nedir?

Modern dünyada seküler ve kutsalın birçok formu vardır. İnsan, seküler ve kutsal olanı birlikte tecrübe etmektedir. Seküler ve kutsal olan arasında nasıl bir ilişkinin ve ikisinin hayatımızdaki rollerinin ne olması gerektiği konusunda dengeli ve makul bir yol bulunmuş değildir. Seküler ve dinî olanın sağlıklı ve yapıcı bir şekilde birbiriyle ilişkilendirilmemesi, seküler ve dinî çoğulluklar arasında çatışmaların olmasına neden olmaktadır.

Çoğulculuk olgusu, hiçbir kurumsal yapının anlayışıyla özdeşleştirilmemelidir. Kurumsal yapıların çoğulculuk söylemleri, çoğu zaman o yapının hegemonik çıkarlarını ve amaçlarını yansıtabilmektedir. Çoğulculuk, kişinin ve grupların diğer inançlara, dünya görüşlerine yaşam tarzlarına tamamen açık olmalarını gerektirmektedir. Kişiler, diğer insanlarla olan ilişkilerinde siyâsî ve sosyal çıkarların aracı olmaya kendilerini indirgememeli, ideolojik ve yapısal baskılardan tamamen bağımsız olmalıdırlar. Bireyler ve gruplar, sivil toplum anlayışını çoğulculuk üzerine temelendirmelidirler. Çoğulculuğu tehdit olarak görenler ile insanî gelişmenin ve olgunlaşmanın aslî temeli olarak görenler arasında sağlıklı bir ilişkiler ağının oluşturulması gerekmektedir. Çoğulculuk, kendisini içselleştirenler ile kendisini dışlayanları birlikte ele alan bir bilinç hâlidir.

İnsanlığı tahrip eden, çoğulculuk değildir. Çoğulculuğu tehdit olarak gören zihniyet, savaşları, çatışmaları ve katliamları gerçekleştirmektedir. İnsanların farklılıklarından dolayı çatıştığı iddiası tamamen bir mittir. Din, kutsal, ideoloji, kültür, ırk ve kimlik adına diğer insanları yok etmeye kalkan ve savaşı başlatanlar, yine başka insanlardır. 

Çoğulculuğu sorun ve tehdit olarak görenler, farklı insanları, dinleri, grupları, kültürleri ve medeniyetleri kolaylıkla ötekileştirmektedirler. Medeniyetler çatışması, İslâmofobi ve İslâmi terörizm gibi kavramları, insanî farklılıklardan düşman yaratma çabaları olarak değerlendirebiliriz. Burada aslolan konu, düşmandan kasıtla neyin anlaşıldığıdır. En önemli soru, “Düşman nedir?” sorusudur.

Düşman kurgusu, temelde çoğulculuğun tehdit görülmesinden ve farklı olanın düşman olarak kurgulanmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda “Düşman nedir?” sorusunun cevabı, “Düşman, farklı olandır” şeklinde çoğulculuk karşıtı bir anlayışla verilmektedir.

Düşmanın farklı insanla özdeşleştirilmesi, çoğulculuk olgusunun bir toplumu kontol ve harekete geçirmek için kullanılan bir araca indirgenmesi anlamına gelmektedir. Bazı medeniyetlerin ve toplumların, ekmek ve su gibi düşmana ihtiyaç duymaları, bir kontrol, tahakküm ve hegemonya stratejisinin bir gereğidir. “Düşman nedir?” sorusunun cevabının farklı insan değil, insanlığın apaçık düşmanı olan “şeytan” olduğunu anlamamız gerekmektedir.

İnsan, kendi yaptıklarının sorumluluğunu üzerine almak yerine, sürekli suçlayacağı günah keçileri olabilecek farklı insanları düşman olarak icat etmektedir. Bugün yaşanan tek korku, farklılık korkusudur. Pluralofobya (çoğulculuk korkusu), bütün fobilerin temelidir. Çoğulculuk fobisinin aşılması, günümüzde karşılaştığımız en ciddî sorundur!

İnsanî farklılığın gerekçe gösterilerek oluşturulan insanlararası çatışmalarda kişiler ve gruplar sorumlu tutulmamaktadır. Belirli bir etnisite, grup veya din, yaşanan bütün olumsuz olayların suçlusu ve sorumlusu hâline getirilmektedir. Bireysel sorumluluk değil, kolektif suçlama ve ötekileştirme esas alınmaktadır. 11 Eylül saldırılarının sorumlularının bütün Müslümanlar olduğu şeklindeki bir anlaış, küresel düzeydeki kolektif suçlamanın ve ötekileştirmenin iyi bir örneğidir. Çoğulculuğu reddedip fanatizmi ve şiddeti yaygınlaştıranların kolektif suçlamaları ve ötekileştirmelerinin aksine, herhangi bir dini, milleti, kültürü veya kimliği topyekûn suçlu ilân etmek yerine bireysel ve sosyal düzeyde gerçek sorumluların bulunması yaklaşımı esas alınmalıdır.

Bugün birçok insan, kendi hayatının diğer insanların hayatı kadar değerli olmadığını hissetmektedir. Afganistan, Irak ve Suriye savaşlarında yüz binlerce masum insanın hayatını kaybetmesi, bu yargının bireysel ve toplumsal düzeyde kökleşmesine neden olmuştur. Müslüman kanını dökmenin önemsiz görülmesi ve Müslüman toplumların “dünyanın kendilerini değersiz kurbanlar olarak gördüğü” şeklindeki algı ve anlayış, çok ciddî bir sorundur. İnsan onuru, özgürlüğü ve haklarının bir gereği olarak Müslüman coğrafyalarda dökülen kanların ve yapılan işgallerin durması gerekmektedir. Ayırımcılık yapmadan, herkesin hayat hakkı dâhil bütün hukukunun korunmasını esas alan sahih anlamda uluslararası hukuk düzeninin ahlâkî temelde yeniden inşâsına ihtiyaç vardır.

Modern dil ve zihniyet, çoğulculuğa yabancıdır. Evrensellik, bilimsellik, akılcılık, sekülerizm, ulusçuluk, mezhebizm, toplum mühendisliği ve tektipçilik gibi kavramlar, çoğulculuk karşıtı bir terminolojidir. Mezhep, çoğulculuğun bir parçasıdır ama mezhepçlik, çoğulculuk karşıtı bir pozisyondur. Farklılık, çoğulluk, özgünlük ve çoğulculuk gibi kavramlarla insanî çeşitlilik ifade edilmeye çalışılmaktadır. Tevhid, vahdet ve kesret şeklindeki üçlü anlayış ise sahih çoğulculuk terminolojisidir. Modern dönemin homojenlik üzerine kurgulanması büyük sorundur. Çoğulculuk, insanlığın realitesini homojenleştirici dilin ötesinde keşfetme çabasıdır.

Kaçınılmaz çatışma endişesi

Medeniyet, kültür, din, dil, etnisite ve mezhep farklılıklarından dolayı insanlar arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğunu savunan yaygın bir yaklaşım mevcûttur. Çatışmacı çoğulculuk tezine karşı insanî farklılıkların çatışma olmadan bir arada yaşamasının mümkün olduğunu dile getiren barışçıl çoğulculuk tezi de öte yandan ileri sürülmektedir. Medeniyetlerin, kültürlerin, dinlerin, mezheplerin ve etnisitelerin tamamen birbirinden bağımsız ve birbirini dışlayan kategoriler olarak kurgulanması, çatışmacı yaklaşımın temel kurgusudur. İnsanî çoğulculuk, hiçbir kimliğin, kültürün veya dinin tek başına saf olmadığını, insanî tecrübe alanları arasında etkileşimin, ilginin ve akışkanlığın olduğu gerçeğini ihmâl etmemeyi gerekli kılmaktadır.

Çoğulculuk, insana dair hiçbir şeyin insanî antitez olmadığını, insanî bütün aidiyetlerin sentez olduğunu göstermektedir. Çoğulculuk, insan hayatının açık sistemidir. Açık çoğulcu ilişkiler sistemi, medeniyet, kültür, kimlik ve dini birbiriyle ilişkili ve ilgili hâle getirmektedir. Tektipleştirme, tek evrenselcilik, homojenlik, etnosentrizm ve dışlayıcılık gibi anlayışlar, çoğulcu açık sisteme aykırı yaklaşımlardır. Çoğulcu açık sistem ise çoğulcu evrenselliği, heterojenliği, doğal iletişimi kapsamaktadır. Medeniyet, din, etnisite ve mezhep gibi aidiyetlerimizin olgunlaşması ve gelişmesi, onların kapalı bir öze ve değişmezliğe sahip olduğunu savunan bir anlayışla mümkün değildir.

İnsanî boyutlarımızın gelişimi, başka insanlara ait diğer insanî tecrübe alanlarındaki bilgi ve birikimi kendisine dâhil etme yeteneğinin derinleştirilmesiyle mümkündür. Kendi etnisitemizi, inancımızı, medeniyetimizi ve diğer aidiyetlerimizi saf, tek, değişmez ve dışlayıcı nitelikte kurgulamamız, yanlış bilincin ürünü olan fanatizmlerden başka bir şey değildirler.

Çoğulculuk, insanî çeşitliliğin salt soyut bir kavramsallaştırmasından ibaret değildir. Çoğulculuk, farklı insanlar ve guplar arasında yapıcı ve verimli ilişkileri içermesinden dolayı barışı amaçlamaktadır. Barış, ahlâkî bir gerekliliktir. Çoğulculuğun ahlâkî boyutu ihmâl edilmemelidir. Diğer insanları kendimize benzetmeye çalışmadan ve zorlamadan, herkesin kendi inancını, kimliğini ve kültürünü dışarıdan bir müdahale olmadan istediği şekilde yaşamakta özgür olduğunu benimsemek, insanî ve ahlâkî bir yükümlülüktür. 

Kesret içinde vahdet

Kesret içinde vahdet vizyonu, organların canlılığını tahrip etmeden, her uzvun hayatiyetini koruyarak insanlığın Tevhid ilkesine göre, aslî hayat amacına göre yaşamasını gerektirmektedir. Kesret içinde vahdet ilkesi, hem Allah’ın birliğinin, hem insanî çoğulculuğun zarar görmemesini ve tahrip edilmemesini esas almaktadır.

Çoğulculuk, genellikle niceliksel ve materyal bir durum olarak düşünülmektedir. Çoğulculuk olgusunu maddî olmanın yanında mânev8 bir olgu olarak anlamak lâzımdır. Çoğulculuk mânevî bir olgudur. Özgürlük, tolerans ve insan haklarına saygı, çoğulculuğun olmazsa olmazlarıdır. Maddî ve mânevî, insanî ve İlâhî olanı dengeli bir şekilde ele alan bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Aslî hakikat olan Allah ve O’nun eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insanla iletişim kurmak yerine, bilgisayar ve telefon gibi cansız bir makine ile ilişki kurmak, bizi kuru bir varlık âaline getirmektedir. Kardeşlik, merhamet ve sempatiyle farklı insanlara yaklaşma çabamızın bir mâneviyata dayanması gerekmektedir. Çoğulculuk mâneviyatı, konuşmayı, dinlemeyi, tevazuu, öğrenmeyi esas almaktadır. Tevhid, kesretin yani çoğulculuğun mâneviyatıdır.

Çoğulculuk mâneviyatı, sadece nicel anlamda çoğulluğu esas almamaktadır. Çoğulculuk ahlâkı ve mâneviyatı, bütün insanî farklılıklarla etkin ve aktif bir şekilde ilgilenmeyi zorunlu kılmaktadır. Farklılıkların ilişki kurması ve karşılaşması anlamında çoğulculuk, insanî olanın gerçekleştirilmesi için sarf edilen ortak çabadır.

Hakikat üzerinde tekel kurmak, hakikat değil, hakikat adına emperyalizmdir. Kişi hakikati özgürce araştırabilir, kabul edebilir ve reddedebilir. Kişilerin kabullerini ve yaşam tarzlarını değiştirme yani önceki aidiyetlerinden çıkış hakları vardır. Farklı kimlikler, kendilerinin en üstün ve kaçınılmaz bir şekilde muzaffer olacaklarını ifade edebilirler. Bunlara göre zafer, önünde sonunda kendilerinin olacaktır. Bu yaklaşım açısından mağlûpların muzaffer olanlara teslim olmasından başka bir çâre yoktur. Muzaffer olmayı yegâne amaç kabul eden kimlikler, çoğulculuğu inkâr eden yaklaşımlar olarak değerlendirilmektedir.

İnsan doğal olarak kendisine bir kimlik oluşturma arayışındadır. Kişi; kültürel, mezhepsel, dinsel, etnik ve coğrafî aidiyetler temelinde kimlikler oluşturabilir. İnsanın kimlikleri, aslında insanın çoğulculuğudur. İnsanın kimliklere sahip olması sorun değildir. Sorun olan, insanın kendisini tek bir kimliğe hapsetmesidir.

İnsana ait olan hiçbir kimlik kutsal değildir. Her kimlik, insanlığın belirli dönemlerde yaşadığı tecrübenin bir ürünüdür. Bütün mezhepler, kültürler, etnisiteler, insanî kurgulardır. İnsanî kurgular olan kimliklerin ilâhileştirilmesi, büyük bir sapmadır. Şirk, insanî asabiyetlerin yani kimliklerin kutsallaştırılmasıdır.

İnsan, tek tip bir varlık değildir. İnsanın her alanda farklı seçeneklere ihtiyacı vardır. Farklı seçeneklerin olması, insanî hayatı sürdürülebilir hâle getirmektedir. Kişinin önündeki seçenekleri budaması, hayatını budaması ve kısırlaştırması anlamına gelmektedir.

İnsanların verimli bir çoğulculuk içinde olması, onu üretken ve dinamik hâle getirmektedir. İnsanların asabiyetlerini asabiyetçiliğe dönüştürmesi, taassup ve fanatizmin doğmasına neden olmaktadır. İktidar mücadeleleri, fanatizm üzerinden yürütülmektedir. Bugün Orta Doğu’da iktidar mücadelesi mezhep üzerinden değil, mezhebizm yani sekteryanizm üzerinden yürütülmektedir.

Farklı kimlikler arasında sağlıklı, olgun ve verimli ilişkiler kuramadığımız zamansa ortaya çatışmanın, gerilimin, yıkımın ve tefrikanın çıkması kaçınılmaz hâle gelmektedir. Farklılık, ötekini yaratma ve ona hükmetme değildir. Çoğulculuk, ötekini kendi hikâyemize katmaktır. Herkes kendi kimliğini kendisi oluşturacak, fakat her asabiyet diğeri asabiyetlerle diyalog, sohbet ve yârenlik içinde ilişki kuracaktır.

Günümüzde din dinizme, mezhep mezhebizme, ırk ırkçılığa, ulus ulusçuluğa kolaylıkla dönüşmektedir. Kimliklerimiz, dinimiz değildir. İslâm olarak din, insanın fıtratıdır. Hiçbir kimlik, orjinal insan fıtratı olan İslâm’ın yerine ikâme edilemez. Hiçbir asabiyet, İslâm’ın ve insanın üstünde değildir.

Dinden dinizme geçiş yanlışları

Kimlikler, genellikle dışlamacılığın aracı hâline getirilmektedir. Mezhep ve din adına bugün yoğun bir tekfircilik eğilimi yaygınlık kazanmaktadır. Müslümanın Müslümanı tekfir etmesi, ümmetin en büyük faciasıdır. Ümmet, tekfir hastalığına karşı kendisini iyileştirmeli ve rehabilite etmelidir.

İnsanın alt ve üst kimliği yoktur. Kişi, neyin alt veya üst kimlik olacağına kendisi karar vermelidir. İnsanın kendisi için asıl veya ikincil gördüğü kimlikler önemlidir. Neyin asıl veya alt olacağına aslî mânâda karar verecek olan, kişinin kendisinden başkası değildir. Kişinin alt veya üst kimlik olarak kendisi için uygun gördüğü bütün aidiyetler olduğu gibi kabul edilmelidir.

Hiçbir asabiyet, diğer aidiyetlere zulüm, baskı ve tahakküm etme ayrıcalığına sahip değildir. Hazreti Peygamber, münafıklara, Yahudilere, ve müşriklere hiçbir şekilde zulmetmemiştir. Mezhepçilik, kabilecilik ve ırkçılık, zulüm doğurmaktadır. Tevhid ve vahdet, hiç kimsenin ötekine dayatmada bulunmasına izin vermemektedir. Zulmün ürünü, tefrika ve çatışmadır. Adalet, Tevhid ve vahdetin meyvesidir.

Hiçbir dinî yorum veya anlayış, dinin kendisi veya anayol değildir. Bir görüşün kendisini anayol hâline getirmesi yoluyla diğer farklı yolları marjinalleştirmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılması ve farklılıkların gayr-i meşrû ilân edilmesi anlamına gelmektedir. Hiç kimse yaşam tarzı, yorum ve kimliğinden dolayı yoldan sapmış kabul edilemez. Herkes kendisine uygun bir şekilde "hayat" denilen yolda yürümektedir. İnsan hayatına dair her şey, bütün insanların yorumlarına ve tecrübelerine açıktır. Kişinin tek bir kimliği asıl hâline getirmesi, insan hayatının tek bir yoruma sıkıştırılması demektir. İnsan düşüncesini hiçbir mezhep, kimlik, yorum ve kimlikle sınırlamamamız gerekmektedir. Dünyanın açık kimliklere sahip açık insanlığa ihtiyacı vardır.

İslâm, Doğu ve Batı'yı Allah’a ait görmektedir. Doğu'nun ve Batı’nın Allah’ın olması, Doğu ve Batı’nın bir diğerinin ötekisi ve düşmanı olmadığı anlamına gelmektedir. Doğu'nun Doğu, Batı'nın Batı olarak kalacağı ve ikisinin asla bir araya gelemeyeceği söylemi Tevhide, vahdete ve kesrete aykırı demektir.

Paganizm bir kimliktir. Paganizm insanı çatışmacı dar kabileci kimliklere hapsederken, İslâm ise Tevhid ilkesi içinde insanı Allah’a, insanlığa ve çoğulculuğa açmaktadır. Paganizm, tekçilik içinde tek biçimliliktir. İslâm ise kesret içinde vahdettir.

Bireysel farklılıklar toplumsl farklılıkları oluştururken farklılığın kaos anlamına gelmediğinin kavranması gerekmektedir. Çoğulculuk, insanı toplum ve hukuk kavramına yöneltmektedir. Topluluktan topluma, vahşetten kemâle, şiddetten hukuka geçiş için çoğulculuğa ihtiyaç vardır. İnsanlığın ortak noktası, insan haklarıdır.

Tevhid, Allah ve insanın hiçbir şey uğruna araçsallaştırılmamasıdır. Şirk, Allah dâhil insan ve tabiatın, gelip geçici amaçlar uğruna araçsallaştırılması şeklindeki bir sapkınlık hâlidir.

Tevhid, Allah’ın Allah, insanın insan olarak tanınmasını sağlayan doğru yoldur. Tevhid, Allah ve insanın araçsallaştırılmamasıdır. Modern dönem, çoğulculuğun sözde dillendirildiği, özünde farklılıkların yok edildiği bir dönemdir. İnsanlar, bugün kendileri olmak yerine modern olana benzemek gibi homojen bir sürecin içindedirler. Çoğulculuk, insanın insana sahip olduğu şeklindeki yaklaşımı reddetmektedir. Tevhid, kulun kula değil, Allah’a kul olmasıdır. Çoğulculuk, her insanın biricik olduğundan hareketle insanın insan üzerinde sahiplik değil sohbetdaşlık yapmasını gerekmektedir. Tevhid, Allah’a kulluğun gereği olarak insanî çoğulculuğu doğal gerçeklik ve gereklilik olarak kabul etmektedir.