Dünya politik masaları (1): Erdoğan’sız yeni dönem kararı

Erdoğan-Trump-Kraliçe üçgeninden Erdoğan’ın arayı açmasına sebep, Fransa ve İngiltere’nin “neo-Sykes Picot” plânında anlaşmış olmasıydı. Buna karşılık Erdoğan, Kraliçe ile mesafeyi açtı. Lâkin bu durum, Kraliçe’yi de oldukça rahatsız edecek bir durumdu! Çünkü hanedanlar (Windsor-Stuart-Tudor) ve Küreselciler (ABD Küreselcileri-AB Küreselcileri) arasındaki savaşta Erdoğan, Kraliçe’nin yani hanedanların yani Windsorların yanında yer almalıydı. Kraliçe buna muhtaçtı!

MÜBAREK kandil ve Cuma gecemizde Suriye’deki ateş, Türkiye’de yangına dönüştü.
Yazımıza, şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar ve necip Türk milletine baş sağlığı dileyerek başlayalım.

Durumu net tarif için ise, süreci günler öncesinden başlatarak, uzun soluklu bir yazı serisine giriş yaptığımızı duyuralım…

***

Malûmunuz, İdlib ısınmaya başladığında mesele, Türkiye’nin Orta Doğu’yu soğumaya alması, akabinde Akdeniz, Libya ve Afrika’yı ön plâna çıkarması ile devlerin uyanmasıydı. Yani İdlib’de sıcaklık arttırılmalıydı ve böylece Türkiye’nin gücü ikiye bölünmeliydi.

16 Şubat 2020 Berlin Güvenlik Konferansı’nda bir araya gelen devlerin (Fransa, Almanya, Rusya, İsrail, AB NATO’su, ABD Küreselcileri) kararı ile süreç başlatılmıştı. Masada neler olduğuna ikinci fasılda yer vereceğiz…

***

Erdoğan-Kraliçe-Trump üçgeninin nasıl bir hâl aldığına buradan başlamak, doğru adım olacaktır. Analizlerimize göre sözü edilen üçgen yerli yerinde durmakta. Lâkin Erdoğan, üçgenle olan bağlantısını arzu edilen sıklıkta tutmamakta ve arayı gitgide açmakta.

Durumun göstergesi ise, Erdoğan’ın Kraliçe’nin A plânını ikincil hâle getirerek Türkiye’nin C plânı ile hareket etmesiydi.

Erdoğan Suriye’de Türk C plânı ile Kraliçe’nin A plânı olan “ikinci Sykes-Picot” kararını yırtarak ve Suriye toprak bütünlüğüne dayalı olan kendi “anti/Sykes-Picot”unu oluşturmak üzere hareket etti.

Bu hareket, başta ABD’ye sızmış Küreselcilere, Siyonist İsrail’e, Fransa’ya, İngiltere’ye, Rusya’ya (İran’a) kafa tutmak anlamına gelmekteydi.

Bu problem elbette aşılabilir bir ölçektedir. Yaşanan sorunun bir başka tarafı ise, ilk görünür plânda Erdoğan’ın Rusya münafıklığını kestirememiş olması olarak karşımıza çıkmakta. Ancak bu durum da Matruşka’nın görünen ilk yüzüydü. Devam edelim ilk yüzden…

Biliyoruz ki, “zor, oyun bozar”. Fakat bozamayacağı noktaların da öngörülmesi gerekmektedir. Bu anlamda Erdoğan’ın devirdiği Berlin masasının akabinde kurulan Viyana-Moskova masası, karşı atak olarak biçimlendi ve böylece Rusya kurucu babalarının (Kanunî zamanından bu yana gelen Habsburglar veya derin Cermenler) kucağına yeniden oturmuş oldu. Böylece tarih yeniden yazıldı, Moskova’da eski masa ile yeni oyun kuruldu!

Anlaşıldığı üzere ilk hamle bize değil, Rusya’ya! Bu hamle, “Medvedev darbesi” ile devlete el koyma şeklinde yapıldı.

O hâlde bir soru dizisi başlatalım: Rejimin ve Rusya’nın İdlib’i ele geçirme harekâtının kararını Putin mi verdi, yoksa Moskova masasını kuranlar mı? Ve en önemlisi, Kraliçe bu harekât kararının neresinde?

Burada ilk akla gelen, harekât kararının bölgenin asıl sahibi olan Fransa tarafından verilmiş olması ihtimâli. Ve Fransa’yı cesaretlendirenin Kraliçe olması durumu…

***

Gelişen olaylar takip edildiğinde, harekât kararına karşılık bu aralıkta Erdoğan’ın Pakistan ziyaretine mercek tutmak elzem olmakta. Pakistan, bilindiği üzere “İslâm nükleeri” anlamına gelir. Söz konusu ziyaret de “nükleer ziyareti” olarak kayda geçti. Çünkü ziyaretin sabahında Kraliçe’nin ABD-Hindistan Silah Anlaşması üzerinden Pakistan’ın kulağını çekmesi ile sonuçlandı.

Yani Kraliçe ve adamı Trump, Pakistan’a karşı Hindistan’ın yanında yer aldığını beyan etmiş oldu.

Netîcede, 24 Şubat’ta Erdoğan’ın kameralar karşısına düşük bir görüntüde çıkması ile belirlenmiş oldu. Peki, bu düşük görüntü sadece dış politikada yaşananlarla mı ilgiliydi?

İç politikada da gelişen olayların işaret ettiği yön, “Erdoğan’sız yeni dönem” idi.
Bu kararın verildiği nokta ise, “Berlin masası” olarak okunmakta. Kararın ilk adımı, darbe dedikodusu ile gün yüzüne çıktı; elbette darbe olacağından değil. Mesele, “Erdoğan’sız günlerin” yaklaşmakta olduğu kokusunun destekçilere moral verme çabası...

Ve solmuş gül, canlandırılmaya başlandı.

Beyanlara dikkat edelim ki, Abdullah Gül’ün ilk açıklaması, Babacan’a vereceği destekle ilgiliydi. Akabindeki ise Gezi hareketinden duyduğu gurur (Millet İttifakı’na güvercin uçurma) ile alâkalıydı. Açıkça göreve hazırlık ve nâzırlık mesajı iletiliyordu. Yani Erdoğan’ı sıkıştırma politikası, içeriden ve dışarıdan sürdürülmekteydi. Artarak sürdürülecekti de...

Erdoğan ne yapabilir, ne yapmalı?  

Erdoğan, ilk seçenek olarak Şubat sonu dediğini yapacak, düğmeye basacak ve savaşı başlatacaktı. Bu savaş ilânı, Rejimle birlikte Rusları da kapsayacak bir çarpışmayı ifade etmekteydi. Yani bir Türk-Rus savaşı mevzubahis olabilirdi.

Ancak sürecin bu noktaya gelmesine neden olan Erdoğan-Trump-Kraliçe üçgeninden Erdoğan’ın arayı açmasına sebep, Fransa ve İngiltere’nin “neo-Sykes Picot” plânında anlaşmış olmasıydı. Buna karşılık Erdoğan, Kraliçe ile mesafeyi açtı.

Lâkin bu durum, Kraliçe’yi de oldukça rahatsız edecek bir durumdu! Çünkü hanedanlar (Windsor-Stuart-Tudor) ve Küreselciler (ABD Küreselcileri-AB Küreselcileri) arasındaki savaşta Erdoğan, Kraliçe’nin yani hanedanların yani Windsorların yanında yer almalıydı. Kraliçe buna muhtaçtı!

Zira Erdoğan, 15 Temmuz’la birlikte Küreselcilere 300 yıl aradan sonra yenilgi yaşatan ilk liderdi…

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde çıkan sonuç, Kraliçe’nin olası bir Türk-Rus savaşına izin vermemesiydi. Yani bir şekilde Türkiye’nin İdlib’e başlatacağı harekât durdurulmalıydı. Türkiye böyle bir savaşla yorulmamalı, ileride olması beklenen ve hazırlanan Küreselciler-Hanedanlar savaşı için saklanmalıydı.

Durum, anlaşıldığı üzere Erdoğan’ın plânladığı şekilde olmadı. Öyleyse geçelim ikinci seçeneğe…

***

İkinci seçeneğin kendi içerisinde ayrıldığı iki durumdan bahsedebiliriz.

Birinci durum, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek”…

Buna göre Erdoğan’dan istenen, acilen Trump ve Kraliçe ile oluşturulan üçgene tekrar dönmesiydi; Kraliçe’nin neo/Sykes-Picot plânına uyacağını ve uslu olacağını beyan etmesiydi.

Ya da ikinci durumda, Erdoğan-Putin görüşmesi gerçeklemeliydi. Ki burada Rusya, kurucu babaları Habsburglardan izin almalıydı. Görünürde o izin çıkmadı.

Erdoğan görüşmede, Rusya’nın İdlib’de önerdiği yüzde 60’lık sahipliğine râzı olmalıydı; çıkmayan izin sebebiyle bu durum da ortadan kalkmış oldu. Buraya kadar geldiğimiz süreçte iki seçenek orta yerde dururken, Erdoğan bir seçenek daha oluşturup Fransa ve Rusya ile ortak masada bir görüşme yapabilir ve akabinde Kraliçe’nin A plânına uyuyor görüntüsüne de bürünebilirdi. Böylece Kraliçe’yi yanına çekebilir ve netîce olarak İdlib’de sıcaklığı azaltarak bir çatışmasızlık ortamı oluşturabilir, iç siyasete dönebilir, yeniden oluşturulan ittifakın (CHP-İP-HDP-GP ve müstakbel Babacan-Gül Partisi) sızıntı bir Pakraduni yapı olacağını çözebilir, bu ittifakın Türkiye’ye bir 100 yıl daha kaybettireceğinin şifresine vâkıf olabilirdi.

Bu durumda Erdoğan, ülke dışında kısmî kaybetmeyi göze alarak, ülke içini kurtarmak için bu yolu izleyebilirdi. Ki işte tam bu esnada, 33 şehit haberini aldık…

***

İlk andan, konuyu kaleme aldığım âna kadar bana ulaşan ve benim gördüğüm her vatandaşımızda bir karamsarlık sezmek mümkündü. Bizler de ilk anlarda olayları anlamlandırmak adına zaman takibine takıldık; önceliğimiz şehitlerimizdi.

Gelinen süreçte acımız ve hüznümüz yerinde, lâkin karamsarlığın yerinin olmadığı kanaatini taşımaktayız.

Unutulmamalı ki, bazen savaş, kronik kördüğümü çözmek için gerekli veya şart olur. Bu nedenle ancak bir süre sonra fark ettik ki, Türkiye sessiz harekâta geçmiş ve bu esnada saldırıya uğramıştı. Aşılan bir eşik vardı, karamsarlık ise eşiğin beri yanındaydı.

O saatten sonra eşik-beşik kalmadı!

***

Konunun buraya kadar olan kısmında epey bir ittifaktan, birleşmeden, görüşmeden, ayrılıktan ve plândan bahsettik. Peki, İdlib’de askerimize karşı yapılan saldırıyı kim ya da kimler yaptı? Nasıl yapıldı? Niçin yapıldı? Türkiye bundan sonrasında ne yapmalı? Vardığımız sonuç itibari ile iç siyasete yönelmesi gereken Erdoğan, nasıl bir yol izlemeli?

Doğal olarak milletimizin öfkesi zirvede, kafalardaki sorular askıda, “analiz” adı altında magazinsel sohbetler ise yayınlarda. Biz de kendimizce bir analiz yapıyoruz lâkin haritayı oluştururken kimin kiminle nerede ittifaka veya nerede karşı karşıya geldiğini ifade etme çabasına giriyoruz. O sebeple yazımızın bölümü biraz daha uzayacak gibi duruyor, biz de şimdiden üçüncü bölümün başlığını vererek bu faslı kapatıyoruz: İdlib saldırısını kim yaptı?