
KÂİNAT yine bahardan
elbisesini giymek için tatlı bir telaş içinde. O elbise ki, kollarına ibret,
göğsüne şefkat, eteklerine hikmet, yakasına basiret nakış nakış işlenmiş. Kâinat
bu muhteşem elbise içinde dolaşırken etrafımızda, eteklerinden ışık ve umut
saçılıyor hayatlarımıza her defasında. Ve bizler şükre, tazelenmeye davet
ediliyoruz varmak için ebedî bahar ülkesine.
Bu
mevsimde, bir yanım umut kesilir, bir yanım mazinin baharlarından efkâra düşer
hep. Toprağın üstünden haberdar olup altından bîhaber yaşamanın sancısıyla
burulur içim.
Meselâ
ölümsüzlük mertebesi şehitlik mâkâmına erişen canlar, bu mevsimde toprağa düşen
cemre ile bizim baharlarımızdan haberdar olurlar mı? Oluyorlarsa, ahvalimiz ne
söylüyordur onlara acep? Mağrur mudurlar, mahzun mudurlar?
Meselâ
her bahar bir başka soru gelip çöreklenir amansız bir ağırlıkla zihnime. Hani
kupkuru dallar yeniden çiçeğe duruyor ya, hani göçmen kuşlar yeniden dönüyor
ya, hani toprağın o şefkatli bağrı karadan yeşile dönüyor ya, hani güneş her
zamankinden nazlı ve niyazlı gülümsüyor ya, hâsılı hani öldü zannettiğimiz her
bir şey yeniden dirilişin muştusunu veriyor ya, işte bu diriliş menkıbesinden
mülhem o soru şu: Madem şehitler ölmüyor, dünyadaki Müslüman nüfusa mümin
şehitlerin sayısı eklense, rakamlar bize ne söyler acaba?
Sur’da,
Cizre’de, Türkmen dağlarında, Filistin’de, Suriye’de, Kafkasya’da, Afganistan’da,
dün Bosna’da, Mısır’da, Endülüs’te, Uhud’da, Bedir’de, Hendek’te bizimle
vedalaşan ancak vedaların olmadığı sonsuzluk mâkâmına ulaşan şehitlerimizin
sayısı kaçtır?
Asırlar
boyu hak ile bâtılın savaşında soykırımlarla yitirdiğimiz mü’min canların
sayısını eklediğimiz muazzam bir nüfus etmez mi? Hani ki, “Allah yolunda
öldürülenler için ‘Ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz”*
hakikatince bilmediğimiz, bilemediğimiz o canlar bize hangi ibretten, hangi
umuttan ve hangi sonsuzluk baharından söz ederler?
Muhtemel
o ki, şehitlerimizin sessiz soluksuz bize sözünü ettiği şu gerçeklik, o
hakikatin bir parçasıdır: Son verilere göre dünya nüfusunun 2,2 milyarı Hıristiyan
ve 1,6 milyarı da Müslüman görünüyor (2020). Ancak Müslüman coğrafyalarda
uygulanan soykırım ve siyâsî idealler ile oluşturulan terör örgütleri aracılığı
ile öldürülen Müslümanların sayısı, öyle inanıyorum ki yaşayan Hıristiyan
sayısının çok üzerindedir. Hâl böyle olunca, geçmişin bize söylediklerinden
ders almak da boynumuzun borcu oluyor.
Bizler
göç edenlerimiz ve gelecek zamanlarda teşrif edecek canlarımız arasında bağ
kurabilmek için tarihin derin dehlizlerinde yolculuk yapmadan ve geleceğe dair
medeniyet tasavvurumuz olmadan dünya tarihini yazanlar olmak yerine yerküre
üzerindeki zulümden mesul olduğumuz gibi zalimlerin kirli oyunlarını da bozamayacağız.
Ancak,
şair Mehmet Akif Ersoy’un, “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı/ Düşün
altında binlerce kefensiz yatanı/ Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı/
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” dizelerindeki tavsiyesini kulağımıza
küpe yaparsak, zaman içinde ölülerimiz ve doğacak olan yeni nesiller arasında
bağ kurarak müreffeh bir tarih yazabiliriz.
Yine
şair Yahya Kemal Beyatlı’nın, “Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan/
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan/ Derler ki, ‘İnsanda derin bir
yaradır köksüzlük/ Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük’” dizelerindeki
hazin sondan kendimizi muhafaza edebiliriz.
Ve
ancak bu farkındalıkla bu dizelerdeki hakikati hafızalarımızda diri tuttuğumuz
sürece “Besmele” ile başlayan bir diriliş, bir uyanış menkıbesini tarihe
armağan edebiliriz.
Bütün
bu idea için tarihimizden ibret devşirerek bugüne bakmalıyız ki yıllar yılı
toprakta bahar cemrelerini ağırlayan şehitlerimizin emanetine ihanet etmiş
olmanın vebalinden azat olabilelim.
Zira bu ay hem bahar, hem zafer… Bu ay istiklâlimizin teyidi ve tescili marşımızın yıldönümü. Bu ay Çanakkale Şehitlerimizin göçlerinden sonra 107’nci baharları…