DOĞRU insan olmak, her
insandan beklenen fıtrî bir eylemdir. Doğru insan olmanın arka plânında yatan
en önemli etken, “ahlâk” kavramıdır. Bu kavram, kişinin dünya görüşüyle
doğrudan ilgilidir. Dünya görüşü “hayat görüşü” olarak da algılanabildiğinden, doğru
insan ve doğru toplum yetiştirmenin en önemli dayanağı, istenilen bireyi
yetiştirmektir.
Sadece
maddî kazançlar elde etmesi açısından şekillendirilen bir birey “ahlâk”
penceresinden “doğru insan” olmanın amacı olarak görülemez. Ahlâk kavramının
yetiştirdiği doğru kişiden, iyi ve kötüyü ayırt edebilme vasıfları açısından manevî
nitelikleri, güzel huyları ve benzer etkileri ortaya çıkarması beklenilir.
Dünya
görüşü, hayat anlayışı, hayat felsefesi veya hayata bakış, bireyin tarzı olduğu
gibi, içinde bulunduğu toplumun da taleplerinden biridir. Önce çerçeve çizilip
sonra da buna göre bir hayat sürmeye çalışmak daha doğru görünmektedir.
Kâinata
bakış, hayatın anlamı, hayatın amacı ve insanın bu dünyada var olmasına dair
toplu bir değerlendirme esastır. Diğer bir ifadeyle, hayat sürerken erişilmesi
gerekenlere giden yolda yöntem ve prensipler bütünü de hayata bakışın birer
yansıması niteliğindedir.
Evren,
içindekiler ve insanın hayata dair bakışı, kişinin “dünya görüşü”, “hayat
felsefesi” veya “hayat görüşü” olarak ifade edilir. Dünya görüşü, her şeye
bakışı ve bu bakış içinde insanın konuşlandığı yeri ifade eder.
Şu
an dünyada yaygın olan görüş, evrenin 13,6 milyar yıl önce büyük bir patlama
(Big Bang) sonucunda oluştuğu ve günümüze kadar atom altı parçacıkların bir araya
gelerek atom ve maddeleri oluşturduğu yönündedir. Ardından yıldızlar,
galaksiler ve uydular oluşmaya başladı buna göre. Bu süreç zarfında canlı
hücrelerde madde gibi üst üste birbirlerini tetikleyerek günümüze kadar
gelindi.
Burada
iki büyük fikir akımı veya görüş ortada durmaktadır: Birincisine göre, sebepler
sonuçları doğurarak bir ilerleme kaydedildi. Diğerinde ise önce tek hücreli
canlılar, ardından da karmaşık yapılar oluşarak insan bunun içerisinde tercihle,
seçimle geldi. Bu durum, tam olarak bir şempanzenin daktilo başına oturup harika
bir roman yazması kadar ihtimâl içerisinden süzülmeye benziyor. Akıl bunu kabul
ve idrak ederse durum tam olarak bundan oluşmaktadır.
Sebepler
sonuçları doğurduğuna göre, canlılar için de evrim böyle bir açıklama ile akla
yatkın role soyunmuştur. Günümüzde bu uğurda milyonlarca eser verilmiştir,
verilmeye de devam ediliyor. Buradaki en büyük yanılgı, her sonucun bir sebebi
olma yönündeki görüştür.
Bu
yanılgılar bilimsel olarak kuantum ile açıkça ortaya konulmuştur. Yani sebepler
kuantum açısından sonuçların oluşması için gerek ve yeter şart olmadığı gibi,
deterministik görüş de sınırlı alanda kalmıştır.
Plastik
bir top duvara atılırsa, geri yansır/döner. Ancak kuantum davranış sergileyen
ışık taneleri (foton) duvara atılırsa, enerjisine göre yansıma durumu olduğu
gibi, duvara nüfuz özelliği de gerçekleşir. Bu iki durum birlikte “tam” olarak
görülebilir. Yani duvara çarpan ışık taneleri yansıyan ve duvara nüfuz eden ışık
tanelerinin toplamına eşit hâle gelir.
Bunun
gibi yüzlerce fiziksel ve bilimsel olay aşikârken, sebeplerin sonuçların
gerçekleşmesinde “tek söz sahibi olduğu” görüşüne sarılmak saplantıdan başka
bir şey değildir. Bilimsel çalışmalar ve veriler insanların ölçülerine göre
şekil aldığı veya anlaşıldığı için değişkenlik hususiyetini içinde barındırır.
Evrende
şimdilik hayatın bizim bildiğimiz anlamda, sadece Dünya gezegeninde olması ve
insanın çok donanımlı olarak harika bir canlı olması, düşünmeyi zorunlu hâle getiriyor.
Bilimsel
verilerden birbirini takip edenler birbirlerini tetikliyor görünebilir ancak
bir önceki olayın bir sonrakinin tam olarak sebebi şeklinde görünmesi, insanın
aklına sunulan bir sınav sorusundan başka bir şey değildir. Bir sonraki durumun
bir öncekinden iyi olması evrim açısından seçimli tercih ise, yetersizlerin
yeterlileri oluşturması hem akıldan uzaktır, hem de bilimsel değildir.
Açık
olan durum ise, sonuçlara neden olan sebepler perdesinin olduğu gibi, nadiren
de olsa sebepsiz olarak sonuçlarda görülebildiğidir. Modern bilimin
öncülerinden kuantum, bunun sınırsız örnekleriyle doludur. Dünya görüşünü
sadece deterministik kalıp içine hapsedenlerin bu prangadan kurtulmaları uzun
asırlar alacağa benziyor.
Sebepler
perdesinde Yüce Bir Yaratıcının “her an” müdahalesini görmek, en büyük sınav
sorusudur. Bu sorunun doğru cevabına karşılık Türkiye gibi ülkelerin kendi
dünya görüşlerini oluşturmaları zorunludur. Aksi durumda, Türkiye ve benzer
ülkelerin diğer ülkelerden farklı bir hayat anlayışı ortaya koymaları imkânsızdır.
Ortaya
iki felsefik hayat tarzı çıkıyor: Birincisi, evrendeki varlıkların aslında kötü
ve yetersiz olduğundan hareketle savaşlar, kusurlar, sıkıntılar ve acı yanları
olan bir görüş… Diğeri ise, her şeyin aslında iyi olduğu, kötü görünen olay ve
durumların bile netice itibariyle olumlu olduğu görüşüdür. Türkiye ve benzeri
ülkelerin dünya ve hayat görüşü omurgasını bu ikinci iyimser yüz oluşturmak
zorundadır.