Dünya görüşü (3)

Sebepler perdesinde Yüce Bir Yaratıcının “her an” müdahalesini görmek, en büyük sınav sorusudur. Bu sorunun doğru cevabına karşılık Türkiye gibi ülkelerin kendi dünya görüşlerini oluşturmaları zorunludur. Aksi durumda, Türkiye ve benzer ülkelerin diğer ülkelerden farklı bir hayat anlayışı ortaya koymaları imkânsızdır.

DOĞRU insan olmak, her insandan beklenen fıtrî bir eylemdir. Doğru insan olmanın arka plânında yatan en önemli etken, “ahlâk” kavramıdır. Bu kavram, kişinin dünya görüşüyle doğrudan ilgilidir. Dünya görüşü “hayat görüşü” olarak da algılanabildiğinden, doğru insan ve doğru toplum yetiştirmenin en önemli dayanağı, istenilen bireyi yetiştirmektir.

Sadece maddî kazançlar elde etmesi açısından şekillendirilen bir birey “ahlâk” penceresinden “doğru insan” olmanın amacı olarak görülemez. Ahlâk kavramının yetiştirdiği doğru kişiden, iyi ve kötüyü ayırt edebilme vasıfları açısından manevî nitelikleri, güzel huyları ve benzer etkileri ortaya çıkarması beklenilir.

Dünya görüşü, hayat anlayışı, hayat felsefesi veya hayata bakış, bireyin tarzı olduğu gibi, içinde bulunduğu toplumun da taleplerinden biridir. Önce çerçeve çizilip sonra da buna göre bir hayat sürmeye çalışmak daha doğru görünmektedir.

Kâinata bakış, hayatın anlamı, hayatın amacı ve insanın bu dünyada var olmasına dair toplu bir değerlendirme esastır. Diğer bir ifadeyle, hayat sürerken erişilmesi gerekenlere giden yolda yöntem ve prensipler bütünü de hayata bakışın birer yansıması niteliğindedir.    

Evren, içindekiler ve insanın hayata dair bakışı, kişinin “dünya görüşü”, “hayat felsefesi” veya “hayat görüşü” olarak ifade edilir. Dünya görüşü, her şeye bakışı ve bu bakış içinde insanın konuşlandığı yeri ifade eder.

Şu an dünyada yaygın olan görüş, evrenin 13,6 milyar yıl önce büyük bir patlama (Big Bang) sonucunda oluştuğu ve günümüze kadar atom altı parçacıkların bir araya gelerek atom ve maddeleri oluşturduğu yönündedir. Ardından yıldızlar, galaksiler ve uydular oluşmaya başladı buna göre. Bu süreç zarfında canlı hücrelerde madde gibi üst üste birbirlerini tetikleyerek günümüze kadar gelindi.

Burada iki büyük fikir akımı veya görüş ortada durmaktadır: Birincisine göre, sebepler sonuçları doğurarak bir ilerleme kaydedildi. Diğerinde ise önce tek hücreli canlılar, ardından da karmaşık yapılar oluşarak insan bunun içerisinde tercihle, seçimle geldi. Bu durum, tam olarak bir şempanzenin daktilo başına oturup harika bir roman yazması kadar ihtimâl içerisinden süzülmeye benziyor. Akıl bunu kabul ve idrak ederse durum tam olarak bundan oluşmaktadır.

Sebepler sonuçları doğurduğuna göre, canlılar için de evrim böyle bir açıklama ile akla yatkın role soyunmuştur. Günümüzde bu uğurda milyonlarca eser verilmiştir, verilmeye de devam ediliyor. Buradaki en büyük yanılgı, her sonucun bir sebebi olma yönündeki görüştür. 

Bu yanılgılar bilimsel olarak kuantum ile açıkça ortaya konulmuştur. Yani sebepler kuantum açısından sonuçların oluşması için gerek ve yeter şart olmadığı gibi, deterministik görüş de sınırlı alanda kalmıştır.

Plastik bir top duvara atılırsa, geri yansır/döner. Ancak kuantum davranış sergileyen ışık taneleri (foton) duvara atılırsa, enerjisine göre yansıma durumu olduğu gibi, duvara nüfuz özelliği de gerçekleşir. Bu iki durum birlikte “tam” olarak görülebilir. Yani duvara çarpan ışık taneleri yansıyan ve duvara nüfuz eden ışık tanelerinin toplamına eşit hâle gelir.

Bunun gibi yüzlerce fiziksel ve bilimsel olay aşikârken, sebeplerin sonuçların gerçekleşmesinde “tek söz sahibi olduğu” görüşüne sarılmak saplantıdan başka bir şey değildir. Bilimsel çalışmalar ve veriler insanların ölçülerine göre şekil aldığı veya anlaşıldığı için değişkenlik hususiyetini içinde barındırır.

Evrende şimdilik hayatın bizim bildiğimiz anlamda, sadece Dünya gezegeninde olması ve insanın çok donanımlı olarak harika bir canlı olması, düşünmeyi zorunlu hâle getiriyor.

Bilimsel verilerden birbirini takip edenler birbirlerini tetikliyor görünebilir ancak bir önceki olayın bir sonrakinin tam olarak sebebi şeklinde görünmesi, insanın aklına sunulan bir sınav sorusundan başka bir şey değildir. Bir sonraki durumun bir öncekinden iyi olması evrim açısından seçimli tercih ise, yetersizlerin yeterlileri oluşturması hem akıldan uzaktır, hem de bilimsel değildir.

Açık olan durum ise, sonuçlara neden olan sebepler perdesinin olduğu gibi, nadiren de olsa sebepsiz olarak sonuçlarda görülebildiğidir. Modern bilimin öncülerinden kuantum, bunun sınırsız örnekleriyle doludur. Dünya görüşünü sadece deterministik kalıp içine hapsedenlerin bu prangadan kurtulmaları uzun asırlar alacağa benziyor.     

Sebepler perdesinde Yüce Bir Yaratıcının “her an” müdahalesini görmek, en büyük sınav sorusudur. Bu sorunun doğru cevabına karşılık Türkiye gibi ülkelerin kendi dünya görüşlerini oluşturmaları zorunludur. Aksi durumda, Türkiye ve benzer ülkelerin diğer ülkelerden farklı bir hayat anlayışı ortaya koymaları imkânsızdır.

Ortaya iki felsefik hayat tarzı çıkıyor: Birincisi, evrendeki varlıkların aslında kötü ve yetersiz olduğundan hareketle savaşlar, kusurlar, sıkıntılar ve acı yanları olan bir görüş… Diğeri ise, her şeyin aslında iyi olduğu, kötü görünen olay ve durumların bile netice itibariyle olumlu olduğu görüşüdür. Türkiye ve benzeri ülkelerin dünya ve hayat görüşü omurgasını bu ikinci iyimser yüz oluşturmak zorundadır.