Dünya görüşü (1)

Aslında gelinen dünyada bir görüş ne kadar iyi olursa olsun, bir ya da iki nesli idare eder. Devletlerin veya medeniyetlerin her nesle veya her asrın idrakine uygun şekilde dünya görüşlerini güncellemeleri de gerekir. Bu aşamada Türkiye’nin önünde bir “dünya görüşü” tercihi durmaktadır. Böyle bir görüş ortaya konulmalı ve bu hedefte tek solukta ilerlenmelidir. Bu görüş ortaya konulurken itiraz seslerini şimdiden duyduğumu belirtmek isterim.

İNSAN yetiştiği kültüre hizmet eder. Bir milletin kültürünün ana omurgasında eğitim ve öğrenim bulunur. Akademi dünyası böyle bir omurganın taşıyıcısı olabilir. Çünkü konusunda uzman insanlar dünyanın en kıymetli hazineleridir.

Kültürün medeniyet penceresinden bakıldığında görülen kısmını “şehre mensup olan, şehirli” mânâsında görmek yanlış olmaz. Zira medeniyetler ağırlıklı olarak şehirlerde gerçekleşmiştir. Buralarda daha çok sanat ve sanatçının bulunması böyle bir durumu tetiklemiştir.

Dolayısıyla kültür ve medeniyetin omurgasını oluşturan eğitim ve öğrenim sürecinin odak noktasında insan yer alır. İnsanlar arasında medeniyeti taçlandıracak ya da yeni bir eğitim ve kültür anlayışı ortaya koyacak olanların konusunda uzman akademisyenler olmaları akla yatkındır.

Bir milletin kökleri, kadim kültürü ve eğitim süreçlerinin tasavvuru o milletin bağımsızlığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu süreçlerin peyda ve geleceğe dair sözünün olması o milletin dünya görüşünü tanımlamasından geçer.

Bir milletin kendi dünya görüşü ne ise kök, kültür ve eğitim de buna göre şekillenecektir. Bir insan yetiştiği kültüre hizmet ettiğine göre, mevcut şartlar altında nasıl bir dünya görüşü ortaya konulacağı önemlidir. Toplumun ve geleceğin tasavvuru olan eğitim, toplumun bütününü taşıyacak şekilde ortaya konulurken, kendilerine göre farklı kültürlerde yetişenlerin çatışmaları olasıdır.

Böyle ikircikli bir durumdan kurtulmak için her daim konusunda uzman akademisyenlerden oluşan heyetin tarafsızca ortaya koyacakları dünya görüşü meclisten ya da milletin onayından geçebilir. Zira bin yıldır bu topraklarda bütün milletlerin kendi tercihlerine sahip geniş bir kültür yelpazesinin varlığı inkâr edilemez.

Akademi dünyasında da çıkabilecek farkındalıklar “bilgi” ölçeğinde her görüşe açık olmalıdır. Yorum, teori ve bilim insanının kişisel görüşleri mutlak bir değer gibi dayatılmamalıdır. Çünkü bu coğrafyada her türlü kültürün olması fikir düzleminde rahat konuşmakla aşılır.

Bu kadim coğrafyanın öz evlatları Yüce Bir Yaratıcıya, hilâl ve şehitlik mertebesine son derece bağlıdır. Bunun aksine evrim gibi teori aşamasındaki görüşe de saygılı olup eğitim sisteminde okutma cesaretindedir. Ancak bazılarının evrimi mutlak bir yasa gibi dayatmasının doğru olmadığını da anlaması gerekir.

Bu aziz toplum teori ve görüşlere açık bir yapıdadır. Evrimin bir teori olarak okutulmasından da kimsenin rahatsız olduğunu zannetmiyorum. Ancak bazıları evrimi bir kutsal kalıp gibi dayatma cüretinde hareket ediyor ki bu durum iğreti duruyor. Oysa bu durum bilimsel perspektife göre de yanlıştır. Az bir kısım ise teori aşamasındaki evrim şemsiyesine sığınarak bu aziz milletin Yüce Yaratıcıya olan inancına son derece şiddetli bir şekilde saldırmaktan geri durmuyor. İşte burası kabul edilebilir bir düzey değildir. 

Bilim dünyasında hiçbir teori, evrim kadar kutsallaştırılmadı. Bunun kutsallaştırılması ise bazı devletlerin kendi ideoloji ve görüşlerine bilimsel dayanak aramaktan kaynaklanmaktadır. Bilimsel dayanak arayanların kanun ve kural hâline gelmiş bilimsel görüşler dururken teori aşamasındaki evrime sımsıkı sarılmaları kendi hatalarıdır ve onları bağlar.

Aslında gelinen dünyada bir görüş ne kadar iyi olursa olsun, bir ya da iki nesli idare eder. Devletlerin veya medeniyetlerin her nesle veya her asrın idrakine uygun şekilde dünya görüşlerini güncellemeleri de gerekir.

Bu aşamada Türkiye’nin önünde bir “dünya görüşü” tercihi durmaktadır. Böyle bir görüş ortaya konulmalı ve bu hedefte tek solukta ilerlenmelidir. Bu görüş ortaya konulurken itiraz seslerini şimdiden duyduğumu belirtmek isterim.