Dünya engellilere hep böyle mi olacak?

Bizim, tabiatın dengesini bozmaktan vazgeçip, onun dengesini muhafaza etmeye yönelik çalışmalar yapmamız gerekiyor. İşte o zaman engelli de, engelsiz de, kadın da, erkek de, hâsılı herkes rahat edecek; ozon tabakasının delinmediğini, kürenin ısınmadığını, türlerin tükenmediğini, arıların bitkilere yardım etmeye devam ettiğini görmeye devam edeceğiz! Yeter ki fıtrata uygun olsun ne olacaksa...

BİLMİYORUM, hiç dikkatinizi çekti mi, neden engellilerin sorunları çok fazla?

Düşününce ilginç şeyler fark ettim; hava engelli engelsiz, kadın erkek, yaşlı genç, şuralı buralı, zengin fakir, köylü şehirli ayırmaksızın herkesin işine yarıyor. Güneş de öyle… Su da farklarımızla ilgilenmeyenlerden...

Eğer denize girerseniz fark ediyorsunuz ki, deniz bizim kim ve ne olduğumuzla ilgilenmiyor. Yiyecek ve içecekler de bizim hayatımızı sürdürmemiz için aynı şekilde bize muamele ediyorlar.

Ya insanların inşâ ettikleri yapılar, kurdukları düzenler?

Tabiatta şimdiye kadar hiç merdivene rastlamadım. İnsanoğlunun yaptığı merdivenler yüzünden tekerlekli sandalyedeki insanlar sorun yaşıyorlar. Kutuda satılan sütün son kullanma tarihini kör birinin okuyacağı şekilde yazmadıkları için sorun olabiliyor. Ama tabiatta bozulan sütü burnumla anlayabiliyorum.

Bütün bunlardan sonra, “Gelişmek ile zorluk çıkarmak aynı anlama mı geliyor?” diye sormak istiyorum.

10-16 Mayıs arası Türkiye’de Engelliler Haftası olarak organize ediliyor. İlk günü açılış, 16 Mayıs da haftanın kapanışı olarak düşünülmüş.

Bu haftayı plânlayan 12 Eylül yönetimi “4 tür engelli” olduğunu kabul ettiği için, diğer günleri de engelliler arasında paylaştırmışlar. “11 Mayıs körlerle, 12 Mayıs işitme engellilerle ilgili etkinliklerin düzenlendiği günler olsun” diye öngörmüşler.

Bu kategorize durum ilk başta mantıklı gibi görünse de zamanla baş belâsı olup çıkıyor. Bu düzeni kuranların akıl, bilgi ve kapasiteleri kadar da plânlamaları söz konusu olabiliyor. Hâlbuki her yeni gün farklı şeyler ortaya çıkıyor, gelişmeler olabiliyor.

Tabiî bu kurgu işlemiyor artık. Doğrusu bu tür kurguların kaçı iş yapıyor, kaçı sorun üretiyor engelliler üzerinde, görmek çok kolay.

***

İnsanlar modern şehirler ürettiler. Bir de baktık ki, şehirde yaşayanların önemli bir kısmına aslında sorun üretmişler…

Eğitim sistemi ürettiler; gelin görün ki, eğitim dünyanın hiçbir yerinde o toplumları tatmin etmiyor, sürekli arayış devam ediyor.

İş yerleri ürettiler; önceleri sadece erkekleri dikkate alıp sistemi kurmuşlardı ama sonra kadınların da iş hayatına katılması mecburiyeti doğunca o iş yerlerini kadınlara da uygun hâle getirdiler. Emzirme odası, süt izni, doğum izni gibi birçok yeni düzenleme oldu ve yanlışlar minimize edilmeye başladı. Şimdi engellilere de uygun hâle getirilmesi meselesi gündemde…

Şu haklı bir soru değil mi sizce de Allah aşkına: Tabiatta bütün canlılar kendilerine hayat alanı ve şansı bulurken, niçin insanların yaptıklarıyla bırakın herhangi bir canlıyı, insanların azımsanmayacak kısımları zarar görüyor, acı çekiyor? İnsanın bu dünyada hem canlı-cansız varlıklara, hem de kendi hemcinsine acı vermek gibi bir misyonu olduğunu düşünmüyorum. Çoğunlukla da öyle bir niyetinin olduğuna inanmıyorum. O hâlde niye?

İnsanların zaman zaman sahip oldukları bakış açıları/yaklaşımlar kendilerine yanlış yaptırıyor.

Engellilerin sorunları son üç yüzyılda artmış durumda. Batı’da, özellikle de İngiltere’de bir grup, bunun sebebinin kapitalizm olduğunu iddia ediyor.

Onlara göre kapitalizm, maksimum kâr elde etmek için iş yerlerini çok çalıştırabileceği bedenlere sahip insanlara göre kurdu. Öyle olunca da engelliler o iş yerlerine girip çıkamadı ve dolayısıyla çalışamadılar. Çalışamayınca, toplumdaki -zaten harika olmayan- yerlerini iyice kaybedip dilencilik gibi yollarla karınlarını doyurmaya çalıştılar. Domino taşı gibi sorunlar artık birbirini izledi.

Şahsen tespit edebildiğim ise şu: Pozitivizmin ortalığa yayılmasını müteakip, insanlar her şeyin tesadüfen olduğunu iddia etmeye başladılar ve buna göre bir hayat düzeni inşâ ettiler.

Şöyle ki, insan tesadüfler sonucu gelişmiş ve bu seviyeye gelmişti. Bu tabiatın bir aklı da yoktu. Bir de insanın aklı işin içine karışırsa kim bilir ne kadar muazzam bir hayat düzeni kurulurdu…

Bu küstahlıkla, “aklın her şeye yeteceği” zannıyla kolları sıvadılar. İş yerlerine, şehir düzenine, binalara şekil vermeye başladılar. Hattâ o kadar ileri gidildi ki “Öjenizm” dediğimiz, insana müdahale edip engellileri imha yoluyla ırkların arileştirilmesini, sağlıklı nesiller üreteceklerini öngören bir akım/ideoloji bile ortaya çıktı.

Bu tür yaklaşımların insanlığa faturası, iki dünya savaşını da içeren kan, gözyaşı, acı, ızdırap oldu. Bu “pozitivizm” denen akımın yerine insan doğasına uygun bir anlayış dünyaya hâkim oluncaya dek bu acılar süreceğe benziyor...

***

Dünyadaki ne bir canlının, ne de bir cansızın diğerlerinden bağımsız olmadığı, bir ekosistem içinde, birbirimizle etkileşim hâlinde olduğu nihâyet anlaşıldı.

Buna dayanarak şunu söylemek kaçınılmaz gibi görünüyor: Bu tabiatta bir şeyleri yok etmek veya ilâve etmek, sonunu hesaplayamadığımız zincirleme birçok değişime yol açıyor. Bizim, tabiatın dengesini bozmaktan vazgeçip, onun dengesini muhafaza etmeye yönelik çalışmalar yapmamız gerekiyor. İşte o zaman engelli de, engelsiz de, kadın da, erkek de, hâsılı herkes rahat edecek; ozon tabakasının delinmediğini, kürenin ısınmadığını, türlerin tükenmediğini, arıların bitkilere yardım etmeye devam ettiğini görmeye devam edeceğiz!

Yeter ki fıtrata uygun olsun ne olacaksa...