BİLMİYORUM, hiç
dikkatinizi çekti mi, neden engellilerin sorunları çok fazla?
Düşününce ilginç şeyler fark ettim; hava engelli
engelsiz, kadın erkek, yaşlı genç, şuralı buralı, zengin fakir, köylü şehirli
ayırmaksızın herkesin işine yarıyor. Güneş de öyle… Su da farklarımızla
ilgilenmeyenlerden...
Eğer denize girerseniz fark ediyorsunuz ki, deniz bizim
kim ve ne olduğumuzla ilgilenmiyor. Yiyecek ve içecekler de bizim hayatımızı
sürdürmemiz için aynı şekilde bize muamele ediyorlar.
Ya insanların inşâ ettikleri yapılar, kurdukları
düzenler?
Tabiatta şimdiye kadar hiç merdivene rastlamadım.
İnsanoğlunun yaptığı merdivenler yüzünden tekerlekli sandalyedeki insanlar
sorun yaşıyorlar. Kutuda satılan sütün son kullanma tarihini kör birinin
okuyacağı şekilde yazmadıkları için sorun olabiliyor. Ama tabiatta bozulan sütü
burnumla anlayabiliyorum.
Bütün bunlardan sonra, “Gelişmek ile zorluk çıkarmak aynı anlama mı geliyor?” diye sormak
istiyorum.
10-16 Mayıs arası Türkiye’de Engelliler Haftası olarak
organize ediliyor. İlk günü açılış, 16 Mayıs da haftanın kapanışı olarak
düşünülmüş.
Bu haftayı plânlayan 12 Eylül yönetimi “4 tür engelli”
olduğunu kabul ettiği için, diğer günleri de engelliler arasında
paylaştırmışlar. “11 Mayıs körlerle, 12 Mayıs işitme engellilerle ilgili
etkinliklerin düzenlendiği günler olsun” diye öngörmüşler.
Bu kategorize durum ilk başta mantıklı gibi görünse de
zamanla baş belâsı olup çıkıyor. Bu düzeni kuranların akıl, bilgi ve
kapasiteleri kadar da plânlamaları söz konusu olabiliyor. Hâlbuki her yeni gün
farklı şeyler ortaya çıkıyor, gelişmeler olabiliyor.
Tabiî bu kurgu işlemiyor artık. Doğrusu bu tür kurguların
kaçı iş yapıyor, kaçı sorun üretiyor engelliler üzerinde, görmek çok kolay.
***
İnsanlar modern şehirler ürettiler. Bir de baktık ki,
şehirde yaşayanların önemli bir kısmına aslında sorun üretmişler…
Eğitim sistemi ürettiler; gelin görün ki, eğitim dünyanın
hiçbir yerinde o toplumları tatmin etmiyor, sürekli arayış devam ediyor.
İş yerleri ürettiler; önceleri sadece erkekleri dikkate
alıp sistemi kurmuşlardı ama sonra kadınların da iş hayatına katılması
mecburiyeti doğunca o iş yerlerini kadınlara da uygun hâle getirdiler. Emzirme
odası, süt izni, doğum izni gibi birçok yeni düzenleme oldu ve yanlışlar
minimize edilmeye başladı. Şimdi engellilere de uygun hâle getirilmesi meselesi
gündemde…
Şu haklı bir soru değil mi sizce de Allah aşkına:
Tabiatta bütün canlılar kendilerine hayat alanı ve şansı bulurken, niçin insanların
yaptıklarıyla bırakın herhangi bir canlıyı, insanların azımsanmayacak kısımları
zarar görüyor, acı çekiyor? İnsanın bu dünyada hem canlı-cansız varlıklara, hem
de kendi hemcinsine acı vermek gibi bir misyonu olduğunu düşünmüyorum.
Çoğunlukla da öyle bir niyetinin olduğuna inanmıyorum. O hâlde niye?
İnsanların zaman zaman sahip oldukları bakış açıları/yaklaşımlar
kendilerine yanlış yaptırıyor.
Engellilerin sorunları son üç yüzyılda artmış durumda.
Batı’da, özellikle de İngiltere’de bir grup, bunun sebebinin kapitalizm
olduğunu iddia ediyor.
Onlara göre kapitalizm, maksimum kâr elde etmek için iş
yerlerini çok çalıştırabileceği bedenlere sahip insanlara göre kurdu. Öyle
olunca da engelliler o iş yerlerine girip çıkamadı ve dolayısıyla çalışamadılar.
Çalışamayınca, toplumdaki -zaten harika olmayan- yerlerini iyice kaybedip
dilencilik gibi yollarla karınlarını doyurmaya çalıştılar. Domino taşı gibi
sorunlar artık birbirini izledi.
Şahsen tespit edebildiğim ise şu: Pozitivizmin ortalığa
yayılmasını müteakip, insanlar her şeyin tesadüfen olduğunu iddia etmeye
başladılar ve buna göre bir hayat düzeni inşâ ettiler.
Şöyle ki, insan tesadüfler sonucu gelişmiş ve bu seviyeye
gelmişti. Bu tabiatın bir aklı da yoktu. Bir de insanın aklı işin içine
karışırsa kim bilir ne kadar muazzam bir hayat düzeni kurulurdu…
Bu küstahlıkla, “aklın her şeye yeteceği” zannıyla
kolları sıvadılar. İş yerlerine, şehir düzenine, binalara şekil vermeye
başladılar. Hattâ o kadar ileri gidildi ki “Öjenizm” dediğimiz, insana müdahale
edip engellileri imha yoluyla ırkların arileştirilmesini, sağlıklı nesiller üreteceklerini
öngören bir akım/ideoloji bile ortaya çıktı.
Bu tür yaklaşımların insanlığa faturası, iki dünya
savaşını da içeren kan, gözyaşı, acı, ızdırap oldu. Bu “pozitivizm” denen akımın
yerine insan doğasına uygun bir anlayış dünyaya hâkim oluncaya dek bu acılar
süreceğe benziyor...
***
Dünyadaki ne bir canlının, ne de bir cansızın diğerlerinden
bağımsız olmadığı, bir ekosistem içinde, birbirimizle etkileşim hâlinde olduğu nihâyet
anlaşıldı.
Buna dayanarak şunu söylemek kaçınılmaz gibi görünüyor:
Bu tabiatta bir şeyleri yok etmek veya ilâve etmek, sonunu hesaplayamadığımız zincirleme
birçok değişime yol açıyor. Bizim, tabiatın dengesini bozmaktan vazgeçip, onun dengesini
muhafaza etmeye yönelik çalışmalar yapmamız gerekiyor. İşte o zaman engelli de,
engelsiz de, kadın da, erkek de, hâsılı herkes rahat edecek; ozon tabakasının
delinmediğini, kürenin ısınmadığını, türlerin tükenmediğini, arıların bitkilere
yardım etmeye devam ettiğini görmeye devam edeceğiz!
Yeter ki fıtrata uygun olsun ne olacaksa...