Dünden gelen stratejik bir hatırlatma

Türkiye, yüz yıldır vatanını koruyor. Ama geldiğimiz nokta, vatanı bile parçalamak isteyen güçlerin tuzakları ile doldu taşıyor. Öyleyse temsilde, kuvvetler ayrılığında ve demokratik iktidar alanında “yenilik” yapmak durumundayız. Bunun adı “Yeni Türkiye” ve “başkanlık sistemi”dir.

İlişki durumu: Bağımsız

KÜRESELLEŞME, online dünya, global endüstri, gelişmenin sosyolojisi ve modernliğin tanrı-insan tasavvuru, özellikle siyasal ve ekonomik açıdan “bağımsızlık” anlayışını ve sınırlarını belirleyen gücünü korumaktadır. Çünkü “gelişmekte olan ülkeler” sözlüğü, “dünyadan kopmak” suçlaması ve “entegrasyon, evrensellik, uyum” sözleşmelerinin ördüğü politik ağlar, ülkelerin ve halkların “Ya istiklâl, ya ölüm!” iradesini “Bağımsızlık, sürdürülebilir güçtür!” şeklinde yönetilecek bir kara propagandaya inandırmaktadır.

Oysa istiklâl, özü itibariyle “güç” ile değil, “hak” ile ilişkili bir süreç, “hak, hakikat, haklı olmak, hakkı(nı) korumak, hakkı(nı) vermek” gibi edinimlerin ördüğü bir “irade kültürü”dür. Kuşkusuz irade ve akıl (yürütmek) arasında bir sebep-sonuç ilişkisi vardır.

İstiklâl özünde akıl yürütmek ve bir irade kültürü taşıdığından, eğitimden ekonomiye, siyasetten sanata, düşünceden estetiğe kadar tüm alanlarda “bilinçli ve sorumluluğu öngörülen kararlar” toplamında sizi özgün, haklı ve kaim kılan “toplam iradeyi” ve her alanda “akıl yürütme özgürlüğünü” betimler. Tam da burada son sözü baştan söylemekte bir incelik var: “İstiklâl akıl, istikbâl ise toprak ile ilişkilidir.

Dolayısıyla istikbâlin “vatan” kavramı ile etkileşimi dolaylı değil, doğrudandır. İstiklâlin ise doğrudan ilişkisi, akıl-irade iledir.

İradesine ve aklına hâkim olmayanın ve akıl yürütmesi ve seçenek belirlemesi bağımlı olanın istiklâli olmaz. Her vatanı olanın da aynı zamanda bağımsız olduğu söylenemez. Örneğin Kanada ayrı bir vatan, ancak bağımsız değil. Çünkü Kanada, İngiltere’nin iradesine ve aklına mahkûm! Bugün Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır birer vatan, ancak bağımsız değiller.

ABD istiyor ki, Türkiye vatan kalsın ama bağımsız olmasın!

Örneğin Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından galip çıkan ülkelerin bir “Güç bende artık!” kampanyası ile mağlup ettikleri ülkeleri “butik, federatif ve ulus devletler” formunda şekillendirmesi, mağlup olan ülkelerdeki halkların da galiplerin getirdiği sistemleri kabul ederek demokratikleşmeleri(!), bize bir gerçeği hatırlatır: Bağımsızlığın toprağı akıldır, sınırları çizilmiş coğrafyalar değil!  

Osmanlı sonrası ulus devletlerin hepsi birer vatan sahibi oldular. Ancak bağımsızlık mücadeleleri hâlâ sürüyor. Bugün, ulus-devlet kuran Türkiye Cumhuriyeti’nin de bağımsızlık mücadelesi sürüyor. Çünkü ekonomiden siyasete, eğitimden sanata kadar birçok alandaki bağımlılık ve kölelikten kurtulmak için çaba sarf ediyor.  

Bugün Kürtlerin çoğunlukla bağımsızlık tanımından “sınırları çizilmiş topraklar ve bu topraklarda dalgalanan temsili bayrak” anlamı çıkarırken ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya başta olmak üzere birçok güce teslim olarak hareket etmeleri, sadece bir çelişki değil, aynı zamanda bağımsızlığın toprağı olan akılda yaşanan verimsizlik ve krize de işaret etmektedir. Kürtlerden bazı örgütler vatan peşindeler, ancak bunu bağımsızlık için hiçbir şey yapmadan dünyanın onlara ikram etmesini bekliyorlar. Dünya da onları her defasında vatan yemiyle oyalıyor ve akıllarıyla ruhlarını uşaklaştırıyor.

Osmanlı sonrası Cumhuriyet’i kuran iradenin Cumhuriyet ilânıyla elde ettiği ilk aşama da vatandır. Değilse, bu ilânla bağımsızlık tamamlanmış değildir. Üstelik vatan kazanımı sonrası Cumhuriyet’in kurucu çevrelerinden bazılarının Batı galiplerine “Batılılaşma projesi” ile gitmeleri sadece bir çelişki değildir. Bu, aynı zamanda “Batı gibi değil, Batı kadar güçlü!” tuzağına düşmekten kaynaklanmaktadır.

Peki, “Bağımsızlığın ilânı siyasal sistem açısından nerede ete kemiğe bürünür?” diye sorulacak olursa ne diyeceğiz?

Kuşkusuz buna cevabımız, “meclis”tir. Kendi iradesi ile hareket edebilen, kendi akıl yürütmelerine ve kararlarını uygulama gücüne sahip meclis… Nitekim galip devletler mağluplara (kan ile bedel ödemek şartıyla) vatan vermek durumunda kalırlar, ancak o vatanın meclisini esir alarak ve bağımlı kılıp kendilerine benzeterek vatanın bağımsız olmasına izin vermezler.

Batı’daki güçler, sömürmek istedikleri vatanların meclislerine kendileri gibi düşünen, onlara benzer özel hayatları olan, kendileri ile birlikte hareket etmeyi çağdaşlık belleyen insanları yerleştirmeyi önemserler. Batı’daki güçler, sömürdükleri vatanlardaki meclislerin ne kadar sivil, demokratik ve modern olduğuna kendileri karar vererek denetler ve gerekirse “balans ayarı” yaparlar. Türkiye’nin yakın tarihi, bu zihniyetin uygulamalarıyla doludur.

Öyleyse meclisi bağımsız olmayan bir vatanın “bağımlı istikbâl” içinde kalacağı aşikârdır. Meclisin bağımsızlığı ise üç şeyin bütünleşik özgürleşmesi ile tamamlanır: Temsil, kuvvetler ayrılığı ve demokratik iktidar…

Bir vatan, sadece bir ırkın, dilin, kesimin ve/veya anlayışın temsil edildiği yapıya sahipse, kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerden birine endeksli şekil alıyorsa ve halkın seçtiği iktidar başka yollarla terbiye edilmeye çalışılıyorsa, o zaman o vatandaki meclis bağımsız değildir. Meclis bağımsız değilse eğer, meclisin hükmettiği tüm politikalar, alanlar ve yönetmeler de bağımsız değildir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beylik sözünü hatırlayalım: “Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş, bir istikbâl ve istiklâl meselesidir!”

Bu sözün iki yorumu yapılabilir: Parlamenter sistem yüz yıldır bağımsız meclis çıkarmayı başaramadıysa, bu durum sistemin kendi iç dizaynından kaynaklanmıyorsa bile galip devlerin projesi olmasında ileri geliyor idi. Ve böylece yüz yıldır bizi bağımlı kıldı. Öyleyse sistemi değiştirme iradesi bile göstermek, başlı başına bir bağımsızlık mesajıdır!

İkinci yorum ise şöyle olabilir: Türkiye, yüz yıldır vatanını koruyor. Ama geldiğimiz nokta, vatanı bile parçalamak isteyen güçlerin tuzakları ile doldu taşıyor. Öyleyse temsilde, kuvvetler ayrılığında ve demokratik iktidar alanında “yenilik” yapmak durumundayız. Bunun adı “Yeni Türkiye” ve “başkanlık sistemi”dir.

Ne diyelim? Bir şey diyelim tabiî: “Katılıyoruz!” Ancak seçim barajının kalkmadığı durumlarda temsil, yürütme yerel ile paylaşılmadıkça kuvvetler ayrılığı, demokratik iktidar da her kesimle korunmadıkça demokrasi “bağımsızlaşamaz”. Bunun için uyum yasalarının acilen çıkarılmaları gereklidir. Değilse, vatanımızı başkalarına karşı bağımsızlaştırmaktan muradımız, kendi içimizde başka bağımlılıklar oluşturmak değildir.

Bu risk var mı peki?

Şehitlerimiz istikbâl yani vatan için canlarını veriyorlar. Neden? “İstiklâl için aklımızı yaşatalım” diye… Aklı ölmüş olanlarınsa şehitlerin arkasından gözyaşı dökmeleri sadece vatanı yaşatır, bağımsızlığımızı değil!