Duma duma dum, ben bir sosyal medya yalanı uydurdum!

Gerçeğin ortaya çıkması için sorgulayıcı bir tutumla araştırma zahmetine girmeli ve aceleci davranmamalıyız. Aksi hâlde yalanlar üzerine inşâ edilen, hakikatten uzak, gerçekle bağlantısı kopmuş sanal olgular, bizi GDO’lu bir zihin dünyasına taşır. Böylelikle etki ajanlarının emellerine alet olmuş oluruz.

GEÇEN hafta sosyal medyada başlayıp geleneksel medyaya kadar yansıyan ve gündemimizi bir hafta meşgul eden bir “Katarlı öğrenciler Türkiye’de sınavsız tıp okuyacak” gündemi vardı. Gündem tam da milyonlarca gencin üniversite sınavına gireceği güne denk geldi ya da getirildi. Yani 365 gün içinde konuya dair ailelerin ve çocuklarının en hassas olduğu gün idi o gün.

Bir haber portalı hesabından paylaşılan mesaj şöyleydi: “Protokol onaylandı: Katarlı gençler, Türkiye’de sınavsız tıp okuyabilecek.

Arkasından başka hesaplar bu haberi temel alarak, içine yorumlar katarak, daha da dramatize ederek paylaşımlar yaptılar. Bu tür akıntıya katılanlar arasında anlı şanlı üniversitelerin profesörlerinden gazetecilere kadar, toplumun algılarını şekillendirmede etkili olan her türlü isme rastlamak mümkün.

Bu konuda en etkili vuruşu ise ana muhalefet partisi lideri yaptı ve haber portalının mesajını alıntılayarak şu yorumda bulundu: “Kendi gencine bu kadar sevgisiz, bu kadar saygısız bir iktidar işte. Hiç mi utanmıyorsunuz bunları yaparken ey Ak Parti? Aranızda biriniz çıkıp da ‘Bu adaletsizdir’ diyemedi mi? Bizim çocuklar o okullara girebilmek için bütün gençliklerini heba ediyorlar!

Ardına da şu yorumu iliştirdi: “Gençler, merak etmeyin, koca ülkeyi Kataristan’a döndüren bu zihniyeti tarihin tozlu sayfalarına göndereceğiz, son çırpınışları. Bu protokolleri de yırtıp atacağız.

“Bu iş herhâlde bu kadar zirveye çıkabilir” derken, daha ileri boyutlara gidebileceğini de gördük. Üniversite sınavı bittikten sonra açıklama yapan aynı parti sözcüsü, “YKS soruları duyduğumuza göre zordu. Acaba kontenjanları boş bırakarak Katarlılara yer mi açmaya çalışılıyor?” yorumunu yaptı.

Bir hafta boyunca meselenin gerçekte öyle olmadığı “anlaması en kıt olan insanlara anlatılır gibi” açıklanmaya çalışıldı durdu.

Meseleye şöyle az geriden baktığımızda, “Bir mesele hakikat zemininden nasıl kopartılır? Nasıl bir operasyonel içerik üretilir? Bu nasıl geniş halk kesimlerini etkileyecek düzeye getirilir? Bundan nasıl bir siyâsî rant elde edilir?” sorularına cevap niteliğinde örnek bir kampanya olduğunu görebiliyoruz.

Algı operasyonunun ilk işaret fişeğini ateşleyen haber portalı zoraki de olsa özür diledi. Meselenin ne olduğu anlaşıldı ama bunun üzerinden üretilen kara propaganda ortada kaldı…

Bu ve benzeri örnekler bize şunu anlatıyor: Sosyal medya araçlarında yalan haberler, geleneksel iletişim araçlarına göre daha hızlı yayılabilmekte, geniş kitleleri etkileyecek operasyonlar kolayca yapılabilmekte, bir süre sonra haberlerin yalan olduğu ortaya çıksa bile bu ortaya çıkan olumsuz sonuçları düzeltmeye yetmemektedir.

Sosyal medyanın bu potansiyeli bazı etki ajanlarının iştahını kabartmakta ve burada kendilerine geniş bir hareket alanı bulmaktadırlar. Sadece siyâsî perspektifte düşünmeyelim, özellikle geniş kesimleri ilgilendiren kritik zamanlarda bu ve benzeri konular millî güvenlik meselesi hâline gelebilir. Yaygın kullanılan sosyal medya araçları da sansürleriyle her zaman düzeltme çalışması yapmaya izin vermeyebilir.

Peki, bu durumda alınacak tedbir nedir?

Hukukî olarak, yalan haber üreten ve yayanlara dair caydırıcılığı yüksek bir yaptırım uygulanmalıdır. Buna dair yapılacak düzenlemeler ile herkes yazdığının ve çizdiğinin sorumluluğunu almalı, sosyal medyada kafasına göre at oynatmasına izin verilmemelidir.

İkinci olarak da Twitter, YouTube, Instagram gibi çoğu kişinin kullandığı sosyal medya araçlarına alternatif olacak yerli ve millî plâtformlar etkinleştirilmelidir. Eğer siber zorbalıkla mücadele edeceksek bu iki mesele aciliyet arz etmektedir!

Sosyal medya kullanıcısı olarak da kitlesel zehirlenmelerin yapıldığı bu tür durumlarda kendimizi koruyacak bir şuura ulaşmalıyız. Bu tür durumlarda en büyük engel, bütün olan biteni ideolojik ve siyâsî gözlükle değerlendirmektir. At gözlüğünü çıkaramazsak kendi hoşumuza giden her şeyi doğru, hoşumuza gitmeyen her şeyi de yanlış kabul ederiz. Ya da bizimkilerin paylaşımlarını haklı, diğerlerini haksız görürüz.

Katar meselesinde de gerçeğin ne olduğu anlaşılmasına rağmen bir kitle, bu kadar yayılan ve konuşulan bir meseleden ülkenin Katarlılara peşkeş çekildiği algısına sahip olmuş veya önceden böyle bir algısı varsa onu daha da güçlendirmiştir. Aralarından “Bu yalanmış, bizim takip ettiklerimiz de bize yalan söylemişler. Bizi böyle yalanlarla uyutuyorlar” diyen de çıkmış mıdır? Keşke bu şuurda insanlarımız olsa!

Bu noktada hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. Okuryazar olabiliriz ama bu okumuşluk yetmiyor, her alana özel bir okuryazarlık da geliştirmek gerekiyor. Sosyal medya okuryazarlığı da bunlardan birisidir. Bunun da özellikle “doğru bilgiyi arama” boyutu önemlidir.

Sosyal medyada, kaynağı ne olursa olsun, kontrolümüz dışında önümüze damdan düşer gibi gündem maddeleri geldiği zaman bunların “gerçeklikten uzak”, “manipülatif”, “algılarımızla oynama maksatlı” olabileceğini hatırda tutmak gerekir. Gerçeğin ortaya çıkışına kadar bu ihtiyatlı tutum, sizi her şeye bodoslama dalan kitlelerden ayıracaktır.

Gerçeğin ortaya çıkması için sorgulayıcı bir tutumla araştırma zahmetine girmeli ve aceleci davranmamalıyız. Aksi hâlde yalanlar üzerine inşâ edilen, hakikatten uzak, gerçekle bağlantısı kopmuş sanal olgular, bizi GDO’lu bir zihin dünyasına taşır. Böylelikle etki ajanlarının emellerine alet olmuş oluruz.

Eğer alıcısı bulunmazsa, yalan üretim ve yayma mekanizmalarına gerekli tepkiler verilirse, bunu yapanlar da böyle işlere bu kadar kolay dalmazlar.