SİZCE uyanıklık hâli gerçek midir? Yoksa bu kocaman bir yanılsama mıdır?
Bu metni okurken zamanın ve mekânın tabi olduğu yasaların bildik ritminin dışına çıkmaya hazır olun. Uykunun koynuna sığınmış zihnim başka bir alfabe ile düşünüp, dilsiz mantığıma yol bulmaya çalışmakta. Siz şimdi bana ait bir düşün içine düşmek üzeresiniz. Başlangıcı ve sonu bilinçaltımda gizli. Hiçbir şeyin kesin olmadığı bir ortamda bilincim rüyamın rüyasına uyanmanın derdinde.
Çocukluğum benim için asla geçmişte kalan yaşanmışlıklar değil. Tam aksine, uykumun en mütenahi köşesinde sessizce bekleyen şahitliklerimdir. Gözkapaklarımın arasından usulca sızar ve zaman bükülmeye başlar.
Bakın işte, bir gömlek yaklaşıyor, ceplerine reyhan dikilmiş. Mis gibi kokuyor. Ne kadar da sağlam? Ama ilik yapmamışlar, çünkü düğmelenecek bir boyutum kalmamış. “Kendine kapanmaktan men edildin” diyor uzaktan bir ses.
Sizin pencereniz de sabah içeriden dışarıya, akşam da dışarıdan içeriye açılıyor mu hiç? Benimki bazen içeriye, bazen de içime doğru açılıyor. Nefes almak için camı açınca birçok yabancı görüyorum. Arada bir cama sen vuruyorsun. Kendimle buluşuyor, beni izleyen bakışlar altında saatlerce sendeki beni seyrediyorum. Yüzüme yabancı gözü değmiş, izleri kaşıntı yapıyor. Kim olduğumu bilmiyorum. Kimliğimi cebime koymuştum. Meğer bir akrebin ağzıymış. İçine düşüyorum sonra. Dikenler canıma batıyor. Karanlıkta yeni bir ses “Kendini gördün mü?” diyor. “Ara sıra aynada…” diyorum. Benliğim kaçak dövüşüyor çünkü.
Bir gün gagasında rüzgârla Yusufçuk kuşu geldi. Rüzgârı üzerime bıraktı. “Bu atanın nefesi” dedi, boğula yazdım. Hüzün kokuyordu. Tam o sırada düğmelerim etrafa saçıldı. Aslında yoktular ama yerde yuvarlanıyorlardı. Eteğimin her bir köşesinden başka bir pınar akıyordu. Niyet, masumiyet ve ihanet... Giyecek başka gömlek kalmayınca, ben kendime gömlek oldum. Düğmelerimi de bilerek söktüm. Canım, yeniden yeniden acısın istemedim.
Bir sarmaşık ayaklarımdan yakalamış, “İlk günaha hangisini attın?” diye sıkıyor, yukarı, aklıma doğru tırmanıyor sonra. Zihnime ilk kurt böyle düşüyor. O zaman anlıyorum, bu benim rüyam değil, bu, gömleğin rüyası. Ben yalnızca düğmeyim. Kimin neresi açıksa orayı iliklerim. Ya da ben hoyrat bir benliğim. Uyanmadım. Uyanmak için önce uyumak gerekir çünkü.
Gömleğimi çıkarırsam rüyam çıplak kalır. Kumaşı değişik, öyle bildiğiniz cinsten değil. İpliği söyleyemediklerimden, astarı ise eyleyemediklerimden. Sırtında kavgalarımın teri iz yapmış, yakası da kimliğimle birlikte yıpranmış. Bu gömlek benim için değil, nedametim için dokunmuş. Düğmesizlikten bağrım açık, içinden gönlüm görünüyor. Herkese açık, hak etmeyene bile. O yüzden çok incindim. Biri kızdığında içime kadar duyuluyor sesi. “İyi misin?” diye her sorulduğunda biraz daha yırtılıyorum. Dünya içime sızıyor, her gelenle kendime biraz daha yabancılaşıyorum.
Uyanmak istemiyorum. Annem gençliğimi ütülüyor. Etrafı eski kitap kokusu sarmış, ıslak toprak kokusu da olabilir. Hatırlamıyorum. İlk toprak canlılığın başlaması için mi ıslanmıştı? Kollarımı uzatıyorum, göremiyor annem, benimse gözlerim kapalı, annemin eli yok. Elinin kokusu, gömleğimin yakasında kalmış.
Elimden yakalıyor bir ihtiyar bilge, gömleği şeffaf. Kolunun manşetinden cam gibi billur bir yumurta görünüyor. İçi can dolu. Kabuğun içi bir küçük âlem. Ya içinden kırılacak kabuk ya da sessizliği dışarıyı kıracak. Kırılmak tam olmanın ilk basamağı aslında. Sonra başımın üstünden bir kapı semaya açılıyor. Ben hâlâ düğmesiz gömlekte mahpusum. İlk kez gökyüzüne bu kadar yakınım ama. Çünkü içim dışıma, dışım da içime dönüşüyor. İncitmiyor artık, ne rüzgâr, ne ihanetler… Hepsi teğet geçiyor.
Uyuyorum ama aynı zamanda uyanığım da... İki kişi çarpışıyor içimde. Biri yatağın, diğeri gözümün içinde. Biri hâlâ çocuk, diğeri kendine dargın bir yetişkin. Birbirimize bakarken ağzımızı kapattık, ruhumuz bizi terk etmesin diye. Gömleğimin kolları gitmek için rüzgârdan yardım istiyor. Bir bahar sabahı verilmişti hükmüm. Kalmaktansa gitmek daha ehvendi o gün. Yıllar ve yaşantılar, kolumda, yüzümde, ruhumda iz yapmış. Bu gömlek aslında benim değilmiş. Babamın gençliğinden kalma. Yıllarca çekmecede kapıların kapanmasını beklemiş. Ütüsü bozulmamış ama incelmiş, eskimiş. Artık korumuyor, ayıramıyor içeriyi dışarıdan. Dünya hâlâ sahtekârlıklarla etrafımda dönüyor ama ben gömleğimin içindeyim. Bedenimin içinde yokum. Dışına tutunmuşum. Kendimden kendime geçiyorum. Yırtılmaların gürültüsü içinde, masumiyet dikişinin acısına katlanıyorum. Dikişin attığı yer, ışığın girdiği, iyileşmenin başladığı yer olacak. İhtiyarın yenindeki yumurta çoktan kırıldı. Yakında bir yavru kuşun kanat çırpışına uyanacak dünya.
Biri beni uyandırsın! Ömrümü bir askıya, askıyı da hayat ağacının dalına astılar. Rüzgârda uçuşuyor saçlarım. Aşağıda babam var. Var olmanın ağırlığıyla kucağına iniyorum. “Başaklara basma, bunlar kıtlığa hazırlık” diyor. Uyanmak istiyorum. Ama gözlerim çoktan gitmiş…



