Duaya el açan kelimeler

Mikroskobik ölçülerde olan ve adını bile bilmediğim grupta olan canlılar bile biliyor. Biliyorum ki, yazmak merhem olmayacak yaralarımıza. Kendime ve kendi varlığıma mercekle bakarken ruhum kan revan içinde damlıyor kaleme, kâğıda. Ne bilmenin, ne yazmanın, ne farkında olmanın, ne kelimelerin gidemeyeceği yerlere yüreğimizle ulaşabilmenin duası ve umududur bu.

KALIN ve korunaklı duvarların ardında yaşanmakta her şey. Yaşadığımız evlerin duvarları değil kastettiğim; ruhumuzdaki, özümüzdeki, içimizdeki uzaklıklar diyorum. Önce kendimize ulaşmamızı engelleyen, sonrasında farkında olmadan saydam büyük bir cam kule inşa edip anahtarını görünmezlere attığımız yaşamlarımız…

Yan yana duran, ancak birbirine değmeyen hayatlar yaşıyor, bunun sonucunda gerek biyolojik, gerekse psikolojik sıkıntılara maruz kalıyoruz. Ruhumuz ve gözümüz iki fotoğrafa aynı anda bakmakta. Biri renkli (filtrelenmiş), diğeri ise siyah beyaz (soluk). Bu iki fotoğraf bizi farklı iki yöne doğru çekiştirmekte, tüm gücüyle asılıp, kanatıp kopartmakta… Bizatihi kendi hayatlarımızdaki bu kopuş ve çelişki bizi her an daha derinlere itmektedir. Tüm modern toplumlar bu ikilem ile bir an önce yüzleşmek zorunda kalacaklardır.

Meselâ...

Korkulu bir rüyadan uyanır gibi, mahzun bir sabaha “Merhaba!” demek… İstekli görünmeye şartlanmış öğretiler, vazifeler, işler güçler… Ya da mutlu, pıtırcıklı sesler çıkarma çabası, bir yerlerden kopyalanmış yaşam şekilleri, dünyanın elimizde olduğunu zannettiğimiz ekranlar... Anında mesaj göndermenin ya da haberdar olabilmenin narkoz etkisi… Haberleşmenin haberden daha mühim olduğu kayıp zamanlar, özgürlük zannedilen müebbet tutsaklıklar… Kulaklarımızda kulaklıklar, gözlerimiz ise yalnızca görmek istediklerimize odaklı… Bir ses meselâ; bir sayı, bir ölü, bir can, Kanada’da bir kasabaya yaklaşmakta olan buz kütlesi kadar ses getirmiyor meselâ. Turist akını varmış, görmek ve fotoğraflamak için… Küçük bir dağ görünümündeki buz kütlesi, yürekleri de soğutabiliyor demek ki. Görülmek istenen görünüyor.

Diğer taraftan seçilenler, seçilemeyenler, güç, kudret, para, yeniler sahaya dalmak için hevesli, eskiler için bilenen kambur günahlar, “Daha da” çığlıkları, yüksek sesle konuşmalar, klavyelerin arkasından dünyaya kafa tutanlar, her seferinde şaşırdığım, sonu gelmeyecek zannettiğim oyunlar, komplolar, yok oluşlar, geçmişlerini, memleketlerini, mezarlarını kaybedenler(!)…

Yılın belli zamanlarında (özellikle bizim ekranlarda) boy gösteren Afrikalı aç çocuk resimleri… İslâm dininin esasları üzerinden yürütülen “vicdanın sesini banka hesap numaran üzerinden kontrol etme fırsatı” şansı… Ağlama seansları, televizyon ekranına ekmek uzatan çocukların saflığı ve iyiliği üzerine yapılan durgun konuşmalar: “Ah keşke!”, “Nasıl bir dünya?”, “Çok param olsa”… Su kadar sayıyla okunan dua zincirleri… Zincirler, düğümler, kilitler…

Televizyon ekranlarında görmeye çokça alıştığımız aile danışmanları, psikologlar, ilâhiyatçı hocalar, terapistler, yaşam koçları… Sözlerinin kulaklara ulaştığı, ancak özlerinin ruhlarımıza değmediği insanlar olarak niyetleriyle baş başa kalıyorlar. Tüm zamanlarda bilgiye talip olan insanoğlu, yine yaratılışına uygun davranmakta. Her yeni bilgiyi büyük bir iştah ile yakalayıp en kısa zamanda bir başkasıyla değiştirebilen “al-at” modelinin kabul görmesinedir tüm üzüntüm. Oysa bildiğimizle amel etmek, temiz niyetlerimizi bilginin üzerine kurmak durumundayız. Bilmenin bedelini, bilginin bedelini ödemekten kaçmamalı, bedelini ödemeli, gereğini yerine getirmeliyiz. Önce samimiyetle kim olduğumuzu ve nerede durduğumuzu bulmalıyız.

***  

İçine hapsolduğumuz cam kule; ruhumuzun gözümüzün gördüğüyle olan alenî savaşı; rutin yaşantının içinde neredeyse rutinleşen duygu sarmalları; kimin (nerede, nasıl, neden, kiminle) olduğunu bilme arsızlığı; popüler olanın yakıcı cazibesi; tüm dünyada iktidar, güç, (seçimden üç gün önce bombalama vs.) aldatmacası; sadece İslâm dünyasında değil, tüm inançlar üzerinden daha çok alma, belirlenen şekilde kutlama, hayır ve sadaka için elverişli mevsim oluşturma pazarı; dinî ritüellerin nakde döndürülebilen kısmına iltifat ve meşruiyet; bilgiye sahip olmak ya da bilgiye çabuk ulaşmakla övünen yobaz çoğunluk; en yakınındaki insanlardan, sevdiklerinden, ailesinden haberi olamayıp dünyayı takip eden, okuyan, yazan, düşünen entelektüeller(!)…

***

Derken hayat yine yeniden yeni bir başlangıç döngüsü çarkını çevirir. Bütün varlık âlemi aynı ritmi takip ederek görmediğimizi görmeye, bilmediğimizi bilmeye devam eder. Omuzlarında yüklendiği insan olma sorumluluğu ile hepimiz bu çarkın dişlerinde öğütülüyoruz. Değişim, dönüşüm, oluşum evrelerinde günler yıllara ve nihayetinde bir ömre karşılık geliyor. Kupkuru topraktan vakti gelince rengârenk yapraklara “Ol!” izni veren, biliyor. Mikroskobik ölçülerde olan ve adını bile bilmediğim grupta olan canlılar bile biliyor. Biliyorum ki, yazmak merhem olmayacak yaralarımıza. Kendime ve kendi varlığıma mercekle bakarken ruhum kan revan içinde damlıyor kaleme, kâğıda.

Ne bilmenin, ne yazmanın, ne farkında olmanın, ne kelimelerin gidemeyeceği yerlere yüreğimizle ulaşabilmenin duası ve umududur bu.

Umudum, umudunuza yâr olsun!