KURAKLIK sebebiyle edilen
yağmur duâları acaba bazılarını neden rahatsız etti ki? Duâ edince rahatsız
olanların kaybettikleri bir şey var mı?
Nihâyetinde
bir inanç meselesi… Allah’a (cc), O’nun her şeye Kâdir olduğuna, hâlisâne bir
kalple Kendisine yalvarıldığında buna cevap vereceğine inanıyorsunuz. Bu
inancınızdan dolayı rahmet kapılarının açılması, toprağın suya kanması,
barajların dolması için, Peygamber Efendimiz’in (sav) de sünneti olan toplu yağmur
duâsı yapıyorsunuz. Eller semâya açılıyor ve yürekten “Âmin!” diyorsunuz.
Bunu
duyan bir gazeteci kahkaha atarak, “Duâ
en çok burada tuttu, çünkü üç gündür burada yağmur vardı” dedi. O sırada
televizyonun altyazısı ise şu şekildeydi: “Diyanet
yağmur duâsında ayarı fazla mı kaçırdı?”
Yani
kendilerine göre meseleyi istihfaf ediyorlar...
Aynı
zihniyetin siyâsî temsilcilerinden birisi ise, birkaç ay önce şöyle demişti: “İzmir
Marşı çalarak, 10’uncu Yıl Marşı çalarak Atatürk’ün kurduğu CHP’si ve onunla
aynı değeri paylaşanlar meydana yürüdüler. Bulutlar bile ağlamayı kesti,
bulutlar yükseldi, önümüz aydınlandı…”
Demek ki, inanç da, duâ da fıtrî bir ihtiyaç.
Bunu Müslüman olarak İslâm dininin inanç ve ibâdet esaslarıyla yaparsanız
saplantılı zihniyetin beynine saplanıyor bu; acayip bir şekilde rahatsız
oluyorlar. Ama İslâmî çerçeveden uzak başka bir pratik ortaya koyarsanız, bir
sakınca görmüyorlar.
Meselâ bir kısım insan kuraklığa dikkat çekmek ve
yağmur dileğinde bulunmak için ormanda yürüse ya da bir konser verilse ya da
akşamın belirli bir saatinde ışıklarını yakıp söndürseler, bunların dikkatini
celp eder miydi? Zannetmiyorum...
Hattâ başka bir dine ait bir ayin olsaydı, kilise
ya da havralarda insanlar toplanıp ilâhiler söyleseydi, Papa, Vatikan
meydanında halkı selâmladıktan sonra yağmur yağması için kutsama yapsaydı,
gayet doğal bir faaliyet olarak düşünülür, bizim Diyanet İşleri Başkanı’nın
ettiği duâ kadar dikkatlerini çekmezdi.
Bu tepkisel durum, aslında sadece bizim
ülkemizdeki saplantılı zihniyete sahip kişilere ait değil. Ezelden beri devam
eden mücadelenin günümüzdeki versiyonundan ibâret…
İslâm bir hakikati temsil ediyor; hakikatin ışığı
ise birilerini rahatsız ediyor. Onlara yönelik bir sonuç doğurmayan, onların
hayatında en ufak bir tehdit unsuru taşımayan, konforlarını bozmayan bir duâ
merasimi bile kimyalarını bozmaya yetiyor.
Onların görevi dine ait ne varsa direkt ya da
dolaylı çağrışımları ile birlikte onunla mücadele etmek, onun ufacık da olsa
mânevî bir hava oluşturmasına izin vermemek…
Yağmur yağsın diye, Korona illeti ortadan
kaybolsun diye, depremler olmasın diye duâ edersin, bunları “bilime inanmamak”
olarak düşünerek karşı çıkarlar.
Bilim, zamana ve zemine göre değişebilen, yeni
doğru bulununcaya kadar tespit ettiği geçici doğrular üzerinden hareket eden
dinamik ve değişken bir bilme türüdür. Bu bir inanç meselesi değildir ama din,
horlanmak ve ötelenmek için sürekli bilim sopasıyla terbiye edilmeye çalışılır.
Hattâ bilimsel yöntemlere aykırı olacak şekilde, din gibi düşünülür ve
dogmalaştırılır. “Ya bilim, ya din” demek, “Ya tabiata inanırsın ya da Allah’a”
demek gibi çatışmacı, reddedici ve dikotomist bir mantık yürütmedir!
Bir Müslüman için her şey Allah’ın kudreti dâhilindedir
ve bilimsel faaliyetler Allah’ın insanlara bahşettiği akıl ve mantık
kabiliyetinin bir ürünü olarak hayatlarını anlama ve anlamlandırma
mücadelesidir. Bir bilimsel buluş ya da keşfedilen yeni bir gezegen, bir ilâç,
bir tedavi yöntemi, hâşâ Allah’a karşı kazanılan bir zafer değil, onun
yarattıklarından çok küçük bir cüz’ü fark etme meselesidir.
Bu saplantılı kafalar bir taraftan materyalisttir
ama bir taraftan ifade edemedikleri mânevî boşluklarını dinin argümanlarıyla ya
da onları taklit ederek geliştirdikleri yapay söz ve eylemlerle doldurmaya
çalışırlar.
Meselâ ölüm hakikati ile karşılaştıklarında, bu
kafaların nasıl bocaladıklarını görebiliyoruz. Millet, vefat edene Allah’tan
rahmet ve mağfiret temenni etmekte, mekânının Cennet olmasını niyaz etmektedir.
Bunlar ise “Işıklar içinde uyusun”, “Yolu aydınlık olsun”, “Huzur içinde
dinlensin” gibi dinen anlamsız, bilimsel olarak da saçma bir ara formülle
meseleyi geçiştirmeye çalışmaktadırlar.
“Ölen birinin yolu nedir, hangi yolda
ilerlemektedir, ışıklar nasıl yanacak, o ışıklar içinde nasıl uyuyacak?” diye
düşündüğünüzde verilecek pek bir cevap yoktur.
Neyse, yine onlara duâ ederek bitirelim yazımızı:
Allah iz’an, idrak, insaf nasip etsin!