Dr. Fikret Hacıosman anısına...

“Can pazarı” dedikleri böyle bir şey galiba. Birileri iyi olsun diye birilerinin canını peşkeş çekince üç kuruşa, hayırlı bir satıcı olabiliyoruz.

SAĞDAN, soldan, yukarıdan, aşağıdan… Dört bir taraftan, her bir taraftan… Günbegün artarak, ama asla azalmayarak, fakat azaltmaktan utanmayarak boynumuza dolanan bunca zorbalıktan çok sıkıldım. Sen de sıkıldın mı? Bence kesin sıkılmışsındır, ama menfaatlerinin elverdiği ölçüde tahammül ediyorsundur.

Evde, işte, sokakta, haberlerde… Bazen çok sevdiğin birinden ve hattâ tatlı sözler eşliğinde geliyor olsa bile unutmaman gereken bir şey var: Zorbalık zorbalıktır ve en çok zalimlere yakışır. Ama konuşamazsın.

Konuşamayız; çünkü artık birilerinin dediği gibi kaybedecek çok şeyimiz var. Hiçbir şeyimiz yoksa bile toplumda bir yerimiz var. Var mı gerçekten? Yerimiz? Toplumda?

Bu hafta toplumda yeri olan bir doktoru vurdular. Burada burada! Üç beş sokak uzağımda…

Dr. Fikret Hacıosman, hastası tarafından öldürüldü. Silahlı saldırıymış. Haberlerde gördüm: “Özel bir hastanenin psikiyatri bölümünde görevli Uzman Doktor Fikret Hacıosman, eski hastası olduğu öne sürülen biri tarafından silahlı saldırıya uğradı. Silahlı saldırıyı gerçekleştiren Serhat Tunçdemir’in Mart ayından beri obsesif kompulsif bozukluk tedavisi gördüğü bildirildi.”

O silah, o katilin... Ay pardon pardon, hastanın eline nasıl geçti? Merak ettin mi? Bunun bireysel silahlanmayla uzaktan yakından herhangi bir ilişkisi olabilir mi? Bilmem. Bildiğim şey, çok üzüldüm ve birkaç duyarlı paylaşım yaptım arkasından. Herkes gibi, herkes kadar… Ama cenaze namazına katılmadım.

Toplumda yeri olan bir başkasına daha böyle yapmıştık. Bir kaç gün ah vah edip sonsuza uğurlamıştık. Elektrikler kesilmişti, hatırladın mı? Âniden kesilen elektriği ben hiç unutmadım. Rehin aldılar Mehmet Selim Kiraz’ı. Sahi, sen bunun bir tesadüf olduğuna inanmış mıydın? Üzülmüş müydün rahmetliye? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti savcısı olması yetmiyor muydu üzülmek için? Peki, sence yaşı tutuyor muydu Berkin Elvan’ın ölmek için? Biliyor musun, Berkin’in dosyasındaki şüpheli polis sayısını üçe düşürmüştü Savcı Bey! Öyle demişlerdi. Gerçekliğini teyit edemedim; çünkü adliye dedikodularından haberdar olamıyorum artık. Masa başı çalışıyorum ben. Consultant falan yani…

Belki de bu yüzden bütün ölümler daha fazla kahrediyor beni. A, unutulmaması gereken bir ayrıntı daha: İkinci çevreyolunda, sağda, Mehmet Selim Kiraz için fidanlık da yaptık. Anısına… Acaba derman olabildik mi Savcı Bey’in sevenlerinin yasına?

“Can pazarı” dedikleri böyle bir şey galiba. Birileri iyi olsun diye birilerinin canını peşkeş çekince üç kuruşa, hayırlı bir satıcı olabiliyoruz. Satıcı demişken, alışverişe çıktım geçen… Palto alacaktım. Malûm, zayıfladım ya… İncelen belime oturan havalı bir palto hayâliyle attım kendimi AVM batağına. En sıradan markalar bile 700 TL’den açmış kış sezonunu. Ne bahtsız kızım ben be! Tam “Zayıfladım, büyük beden markalara milyarlar dökmeyeceğim” artık derken, her şeye zam geldi.

Neyse, yine de dolaştım ettim, beğendim birini, kıydım paraya, aldım; çünkü havalıydı, kaçıramazdım. Şimdi giyeceğim paltomu ve salına salına gezeceğim. Acaba gönlümce gezebilecek miyim? Ya beni de vururlarsa Doktor Bey gibi? Öyle ya, yalnızca üç sokak vardı Fikret Hacıosman’la aramızda. “Işıklar içinde yatsın” diyorlar şimdi ona. Babannem dedeme hep “Hacı Osman” diye seslenirdi. Doktor Bey’in soyadı güzel duygular uyandırdı alt bilincimde belli ki. Dedem de ışıklar içinde mi uyuyor şimdi? Yok yahu, bu ne solgun, ne yurtsuz bir ifade!

Allah’ım, Sen onları dinleme lütfen, eskisi gibi nur yağdır benim dedeme! Hem dedeme, hem Doktor Bey’e, hem Savcı Bey’e, hem de Berkin’e…