
Çocuk ne ister?
ÇOCUKLARININ çocukluğunu görmeyen, onlarla birlikte
çocukluğun güzelliklerini yaşamayanlar, büyük hatâ yaparlar. Çocuklarına
çocukluklarını yaşatmayanlar ise çok daha büyük hatâ yaparlar. Aslında çocuklar,
büyüklerinden çok şey istemezler. Onlar için önemli olan şeyler “ilgi, zaman, güven,
sevgi ve şefkattir”.
Akşam
yorgun argın eve gelen babanın, çocuğunu bir kez olsun kucaklamaması; akşama
kadar bunalan ve yorulan annenin, televizyondaki dizisi devam ederken çocuğun
soruları karşısında onu geçiştirmesi; babanın, yanına gelmiş çocuğunun gözünün
içine bakmadan mazeretler sıralaması, fark edilmeyi bekleyen çocuk üzerinde
olumsuzluklar oluşturur. Bu sayede anne babalar için çocuklar üzerinde hayâl
kırıklığı, sıkıntı, üzüntü, stres ve öfke oluşmasına sebep olur.
Anne
babaların genelde düştüğü hatâ, “Yediğin önünde, yemediğin arkanda”, “Yemedik
yedirdik, giymedik giydirdik”, “Gece gündüz sizin için çalıştık” gibi
söylemlerdir. Oysa sevgiye, ilgiye doyan çocukların gözü dışarıda olmaz ve
maddiyata gözü kaymaz. “Çok güzel” değerlendirilen kimi imkânlarla özel
okullarda okuyan, hayatları akademik kariyerlerle dolu, ancak ailesine karşı
kin, nefret ve intikam duygusu ile yüklü gençlerin hikâyelerini sıkça duyar
olduk.
Sevgisiz
kalan insanlar, her an istenmeyen yönlere doğru daha kolay kaymalar
yaşayabilirler. İşlenen suçların çoğunda dikkat çeken en temel unsur, ilgisiz
ve sevgisiz ortamda geçen bir çocukluktur. Pek çok araştırma, suçların işlenme
sebebinin dikkat/ilgi çekmek, sevgi ve kabul görme ihtiyacını ortaya
koymaktadır. Çocukluk döneminde bu durum daha masum ya da hafif şiddet eğilimi
gösterebilir. İlgi görmeyen, sevgiye aç yetişen çocuk, dikkati üzerine
çekebilmek adına alt ıslatma, küçük suçlar işleme, şiddet gösterme, bebek
hareketleri yapma gibi davranışlar sergileyebilir.
Şayet
çocuk şiddet uygulama eğilimi gösterdiğinde ilgi görüyor, diğer zamanlarda
tekrar ilgisiz kalıyorsa, bu davranış daha kolay ve kalıcı hâl alabilir. Çocuk
kaç yaşına gelirse gelsin, ilgi çekmek adına ya kendine ya da başkasına şiddet
uygulayabilir. Bu sebeple sevgimizi ve ilgimizi gösterirken istikrarlı ve
dengeli bir şekilde davranmamız gerekir. Yoksa çocuğun gelişiminde de dengesiz,
ileriki yaşlarında tutarsız ve istenmeyen davranışlar oluşur.
Göz ardı
etmememiz gereken en temel yaklaşım, çocuklarımıza verdiğimiz öğütler değil,
yaşantımız, örnek oluşturacak hâl, hareket ve tavırlarımız, doğru yerde, doğru
zamanda, doğru tepkilerimiz şeklindedir.
Doğru örnek
olmak
Çocuğa, “Yalan
söylemek kötüdür” diyerek nasihat etmemize rağmen yanında yalan söylüyorsak, sözlerimiz
ve tavsiyelerimiz, onda çelişki ve güven sorunu oluşturur.
Meselâ evde
otururken telefon çalar, evin annesi telefonu açar ve “Ayşeciğim iyiyiz, siz
nasılsınız? Gelecek misiniz?” diye konuştuğu sırada eşine el kol hareketleriyle
“Ne diyeyim?” diye sorar ve eşi “Evde yokuz” işâreti yapınca evin annesi “Başka
akşam bekleriz mutlaka, şu an evde değiliz” diyerek telefonu kapatırsa, çocuk, evde
oldukları hâlde “Evde yokuz” diye yalan söyleyen anne ve babayı gözlemler,
yalanı öğrenmiş olur.
Başka
bir kıssadan hisse: Anne, çocuğunu komşuyu davet etmesi için gönderir ve “Aman
çocuğum, yarım ağızla (yani ısrar etmeden) davet et” diye tembihler. Çocuk
komşuya gider ve ağzının yarısını kapatarak, “Teyze, annem seni davet ediyor” deyince
komşu, “Tamam evlâdım, sağ ol da neden ağzını kapatıyorsun?” diye sorduğunda, çocuk,
“Annem, ‘Yarım ağızla davet et’ dedi” der…
Çok
karşılaşmışızdır, arkasından olumsuz konuşulan kişinin yüzüne “Canım” denince
çocuğun “Anne, bu kişi kötü değil miydi? Geçen gün öyle diyordun” gibi
durumlarda çâresiz kalındığına.
Kutadgu
Bilig’de şöyle diyor: “Oğul kız sebebi
ata ol ana/ Kılınç artasa ya itilse yana…” (Çocukların iyi veya kötü
olmalarına anne ve babaları sebep olur.)
Hepimiz
çocuklarımızın gelecekte kendi ayakları üzerine basabilen, kendi kendilerine
yetebilen, iyi, dürüst, vatanına ve milletine faydalı bireyler olarak
yetişmelerini arzu ederiz. Ancak bunun istemekle mümkün olmayacağının
bilincinde değiliz. Dikkat, sabır ve itina ile onları yetiştirdiğimizde sağlam
birer kişilik sahibi olacaklarını ispat etmemiz gerekmektedir. Eğitime
kendimizden başlamamız gerektiğini bilmeli ve buna göre hareket etmeliyiz.
“Kalı kıstaçı bolmasa ol ogul/ Yava
boldı sen ol oguldın töngül” ifadesi de yine Kutadgu Bilig’den. (Eğer onu sıkı bir terbiye altında
yetiştirecek biri bulunmazsa, o çocuk heder olur; sen artık ondan ümidini kes!)
“Çocuktur, her
şeyi yapar” denilebilir mi?
Çocuk
eğitiminde ve kişiliğinin oluşumunda dikkat edilmesi gereken en kritik
durumlardan biri de, anne ve babanın tutarlı davranmasına bağlıdır. Birinin
söylediği, diğeri ile çelişmemelidir. Sorumluluk bilinci, konulacak sınırlar
sayesinde tutarlı davranmak, ödül ve ceza konusunda makul ve mantıklı olanı
yapmak, çocukta olumlu durumların gelişmesini sağlayacaktır.
“Çocuktur,
ne yapsa yeridir”, “Ne isterse yapıyoruz; yediği önünde, yemediği ardında” gibi
fazla hoşgörülü, mükemmeliyetçi, tutarsız, reddedici veya aşırı korumacı
yaklaşımlarla yetiştirilen çocuklarda zaman içerisinde büyük problemler ortaya
çıkmaktadır.
Çocuğun
her istediği koşulsuz olarak yapıldığı zaman, doyumsuz bir çocuk yetiştirmiş
oluruz. Çocuk zorlanmadan, herhangi bir bedel ödemeden istediklerini elde
ettiği için, bir şeye ulaşmanın zorluğunu aşıp başarı hazzını yitirir ve
doyumsuz olur. Doyumsuz çocuklar, her zaman mutsuz çocuklardır. Bazen çocuğun
istediği şey, zararlı ya da o an elde edilmesi zor olan bir şeydir. Anne baba ise
onun her istediğini yaparak mutlu edeceğini düşünüp o isteği yerine getirmeye
çalışır. Oysa ebeveynin görevi, her isteneni yerine getirmek değildir. Çocukla,
o isteğinin neden olmayacağını/karşılanamayacağını konuşmak daha doğrudur.
Örnek
verelim… Çocuk okula gitmeyi sevmemiştir. Anne, “Tamam, çocuğum anaokulunu
sevmedi, gitmesin” der. Çocuk 7 yaşına gelmiştir, ancak hâlâ okula kaydı
yapılmaz. Çünkü çocuk, okula gidince ağlıyor, tepiniyordur… Günümüz anne
babaları, “Aman çocuğumun psikolojisi bozulmasın!” diyerek bu isteği
kırmıyorlar.
Bazı kararlar,
çocuğun alabileceği kararlar değildirler. Meselâ okula gidilip gidilmeyeceği,
ilâcı varsa içilip içilmeyeceği, küçük yaşlarda kaçta uyunacağı gibi… Bu tarz
önemli konularda anne ve baba, çocuk ile konuşup gerekli açıklamayı yaptıktan sonra
kararından dönmemek üzere uygulamaya koyulmalıdır. Ancak roller öyle değişmiş ki,
bazı ailelerde anne çocuğun peşinden koşup, “Aman evlâdım, acıkmışsındır, haydi
bir lokma ye!” diye yalvarır hâlde... İşte bu çok yanlış!
Çocuk ne
zaman acıktığını hissedebilir. Acıkmadan peşinden koşturmak doğru değildir. Belli
yemek saatleri belirlenir ve o saatlerin dışında atıştırmalık da olsa verilmez
ve o öğünler dışında yemek yenilmez. Çocuk kahvaltısını yapmıştır, öğle
yemeğini de yemiştir, ancak “ikindi kahvaltısı” denilen ara öğünde yemek
istemediği hâlde anneler çocuk peşinde koşmaktadırlar. Çocuk böyle durumda,
“Ben acıkıp acıkmayacağımı bile bilemeyen aciz biriyim” hissine kapılabilir.
Öğün aralarında abur cubur yemediği takdirde, o da bir insan olarak elbette
acıkacaktır. Ana öğün zamanında da kendi isteğiyle gelip yiyecektir. Yani bırakalım
da fizyolojik ihtiyacını kendisi belirlesin.
Çocuğa “Tuvaletin
var mı?” diye sorulur, “Hayır!” dediği hâlde “Vardır, haydi git tuvaletini yap”
diye zorla gönderilir. Fizyolojik ihtiyaçlarını çocuklar belli bir yaştan sonra
kendileri belirleyebilirler. Bu dengeyi aile kurabilmelidir.
Eğitim
ailede başlar, çevreyle yaşanır, hayatın içinde ve okulda devam eder…
Özetle,
çocuk ilgi ister. İlgi, fark edilme anlamına gelir. İlgi gösterilen çocukların
gelişimleri de sağlıklı olur. Bir anne ve babanın çocuklarına verebileceği en
değerli ve önemli hediyenin sevgi, ilgi ve zaman ayırmak olduğu
unutulmamalıdır. İkinci en güzel hediye ise, iyi bir örnek olmaktır. Ve onlara
sarılmak, sevildiklerini hissettirmek ihmâl edilmemelidir.