
AÇGÖZLÜLÜK, mevcut olandan daha fazlası için doyumsuz bir istek duymak ve sahip olunanla yetinmeme hâlidir. Gözümüzü bizde olan ve olmayan ne varsa onlara dikip hepsini arzulamak, dolayısıyla kanaatten uzaklaşmaktır.
Açgözlülüğün diğer bir adı da “tamah”tır. Bu marazi hâlin tutsağı olan kişi için çoğunlukla ne kadar mal ve mülke sahip olunduğunun pek önemi yoktur. Tıpkı tuzlu su içmiş kişinin suya kanmaması gibi, onun harareti de ne kadar çok şeye sahip olursa olsun geçmeyecek ve asla tatmin olmayacaktır. Dünyayı yutsa doymayacak, sahip olduklarına şükretmek aklının ucuna dahi gelmeyecektir. Bilakis, maddî anlamda zenginliği artıkça heves ve arzusu da katlanarak artacaktır. Çünkü bütün isteği, kendinden daha varlıklı olanda ne varsa onlara da sahip olmaktır.
Bu durumu doymayan göz hastalığına benzetebiliriz. Bu, netice olarak kişinin birçok insanî değerden vazgeçtiği veya vazgeçmeye teşne olduğu anlamına da gelmektedir.
İnsan haris yaratılmıştır. Peygamber Efendimiz bir hadisinde, “İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi daha ister” buyurmaktadır. Demek oluyor ki bu, aynı zamanda olgunlaşmamış insanın ezelî bir hastalığı. İnsanın fıtratında var olan ve nefs-i emmarenin bir vasfı olan bu hâli, yaşam serüveni boyunca daha yukarıdaki nefs mertebelerine taşımanın gayreti içerisinde olmalıyız.
Bu hastalığın pençesinden kurtulamamış kişi, kendisini sürekli fakr u zaruret içerisinde görür. Sürekli yakınma ve sızlanma psikolojisinden çıkamaz. Mevcutta sahip olduklarını da yok hükmünde gördüğü için onlardan da yeterince istifade edemez. Dolayısıyla bu yokluk ve açlık hâli onda cimrilik gibi marazi bir hastalığı da beraberinde getirir. Bu sebeple kendinden dahi esirgediği varlığını kimseyle paylaşmaya yanaşmaz. Çünkü insanoğlunun şu dünyadaki en büyük korkularından biri de fakirlik. Şu an fakirlik yaşamasa bile geleceğe dair duyduğu endişe ve kaygılar çoğunlukla onun elini kolunu bağlar. Hâlbuki insanın rızkı insanla yaratılmıştır ve asla değişmez. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın” (Hud, 6) ayeti, bu teminata delil niteliğindedir.
İnsanoğlu genellikle etrafında gözlemlediği kötü hasletleri asla kendisine kondurmaz. Çoğunlukla başkasında gördüğünün kendisinde de var olabileceğini aklının ucuna dahi getirmek istemez. Ve her ne hikmetse açgözlü olan çoğunlukla kendisi değildir. Genellikle haris olanlar kendisinden daha fazla şeye sahip olan diğerleridir. Savunma mekanizmalarını sonuna kadar kullanılır. Tıpkı çocuklar gibi suçu ötekinin üstüne atmak, oldukça kolay ve rahatlatıcı bir yoldur. Aksi takdirde bu psikolojinin altında kalmak ezicidir ve genellikle buna dayanacak gücü yoktur. Hâlbuki bütün hastalık ve bağımlılıkların tedavisinin birinci aşaması, durumu olduğu hâliyle kabuldür. Hastalığı reddeden kişiye hiçbir tedavi fayda vermeyecektir. Bu ise sorumluluk almayı ve eyleme geçmeyi gerektirir. Kişinin kendisine ait kusurları görebilmesi, sahip olduklarının kıymetini bilip şükredebilmesi ve kendisine verilen nimetleri ihtiyaç sahipleriyle paylaşabilmesi, bir olgunluk göstergesidir.
Dünya hayatı insana her zaman çekici ve cazip görünmüştür. Günümüz modern dünyanın tüketim kültürü ve çılgınlığı, insanın bu zaafını hedef almış ve bu kusuru istediği gibi kullanmayı bilmiştir. Sürekli duyu organlarımızı esir eden görsel ve söylemlere maruz kalmadan yaşamak bir mucize hâline geldiği gibi, bu hâl bize açgözlülüğün sınırlarını çoğu zaman aştığımızı unutturmuştur. Bu yıkımdan kendimizi korusak dahi çocuklarımızı koruyamaz hâle getirmiştir. Modernizm insanı sonu gelmeyen, rahat ve konforlu bir hayatın aldatmacasıyla kendisine köle etmiştir. Bir şeye sahip olsak bile sonrasında sürekli daha iyisi ve üst modellerini önümüze sunmuş ve bize hiçbir zaman elindekiyle yetinmemeyi, tatmin olmamayı öğretmiştir. Bunun neticesi olarak dünyanın bir tarafı aşırı lüks içinde yaşarken, diğer tarafı yoksulluk sınırlarının altında, insanî ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak bir sefalet içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir.
“Hep bana! Hep bana!” diyen bazı ülkeler diğer tarafta insanların yokluk içinde kıvranmasını seyretmektedir. Bu nedenle açgözlülük hem toplumsal, hem de bireysel anlamda mutluluğu baltalayan bir seviyeye ulaşmıştır. Bu koşullarda hiçbir zaman mutlu ve tatminkâr olmak mümkün değil. Hâlbuki insanın mutluluğu temel ihtiyaçları karşılandıktan sonra, dış koşullardan ziyade içsel bir tatmin ve razı olmaya bağlıdır.
Yolun sonunda ölüm gerçeğinin varlığını unutmak ve ölümden sonra da bir yaşamın varlığı hakikatinden habersizmiş gibi yaşamak, açgözlülüğün en önemli sebebidir. Bütün kötü huylar gibi tamahkâr olmanın da en büyük zararı, kişinin kendisinedir. Haris kişi, kazandıklarını kaybetme korkusundan hem huzursuz, hem de mutsuzdur. Her şeyi elde etmek için uygunsuz yani ahlâkî olmayan yalancılık, dolandırıcılık, hırsızlık, zulüm ve şiddet gibi birçok hâli kendisine meşru görür. Çoğunlukla avcı olarak çıktığı hayat serüveninde bizzat başkalarının avı olur. Daha çok şeye sahip olma arzusu onun doğru ve yanlış mülâhazasını yok ettiği gibi, kendisi için kurulmuş birçok tuzağı da göremez. Son dönemde çok yaygın olan saadet zinciri ve diğer dolandırıcılık hikâyelerine baktığımızda, kişilerin bu tuzaklara genellikle daha çok kazanma hırsı nedeniyle düştüğüne tanıklık ediyoruz. Bu hem itibarın, hem de imanın kaybına kadar götürebilir insanı.
İnsanın olgunlaşmasının önündeki en büyük engel açgözlülüktür. Haris olmak, kişinin kendisini kurtarmakta oldukça zorlandığı bir girdap gibidir. Bu konuyla ilgili yüzlerce nasihat ve hikâye dinlemesine rağmen çok şeye sahip olma hırsından hiçbir şey kulağına girmez. Gözü kör, kulağı sağır eden bu durumun tek tedavisi kanaate ulaşmaktır. Kanaat ise bitmez tükenmez bir hazinedir.
Kanaatkâr olmaksa az ile yetinmek değildir. Dünya hayatında sebeplere sarılarak çalışmak, takdir edilene rıza gösterip razı olmaktır kanaat. Kanaatkâr olmak özgürlüktür, dünyaya ait bağlardan kurtulmaktır. Allah’ın verdiği ile sevinmek, onun ikramından memnun olmaktır. O’nun ihsanına rıza gösteren, sebeplere sarılan, kavuştuğu nimetlerin Allah’ın ihsanı ve lütfu olduğunu bilen insandan daha zengin kim olabilir? Manevî anlamda kalbi rahat ve huzura kavuşmuş insan, manevî olarak zengin ve mutmaindir.
Dünyanın ve nimetlerinin ne kadar daha esiri olacağız? Bizi buraya esir eden bağlarımız para pul, makam mevki, şan şöhret gibi metalar. Bu bağlardan kurtulmadığımız, arzularımızın esiri olduğumuz sürece bu dünya zindanından kurtulmamız ve özgür olmamız mümkün değil. İhtiyacımız olan bir günlük rızık. Ne kadar çırpınırsak çırpınalım, rızkımız belli ve teminat altında.
İnsan ihtiyarladıkça dünya malına olan tamahı ve hırsı artıyor. Kişinin geleceğe dair umut ve hayâlleri azaldıkça dünya malına tutunma isteği o oranda çoğalıyor. İnsanın hiçbir zaman mutlu olmayışının en önemli sebeplerinden biri kanaate ulaşamayışı. Hâlbuki bizi bu dünya kuyusunda rahat ettirip kurtaracak en önemli etken çalışmak ve takdir olunana rıza gösterip şükrün ipine sıkı sıkıya sarılmaktır.