Dost kapısı

Belki de her birimiz, yokluğumuzda birbirimizin gönlüne diktiğimiz çınarlara umarsızca yaslanacağız. O gönülde bu çınarlardan başka kaç çınarın olduğunu da görebileceğiz belki. “Dostumun dostu dostumdur” ilkesi gereği, yeni dostlar kazanacağız sessizce. İşte o zaman kendimizi daha emin hissedeceğiz bir dostun hilâl gibi açmış kucağında!

EN sıkıntılı günlerimizde hiç çekinmeden ulaşılabilecek bir dost varlığının huzurunu tanımlayabilecek bir cümle ya da cümleler var mı, bilmiyorum. Yürekten bakacağı ve bakacak bir çift göz, tutacağı vefâlı eller...  

Dostluk için mekân, zaman ve mevki nedir ki? Mekân, çocukluktan kalan bir köy, bir mahalle ya da yıllar sonra kurgusu yapılan hiç bilinmedik hayâlî bir yer de olabilir. Mevki ise hiç önemli bile olmamalı dostluklarda. Önemli olan, varılan kapıda kapı kulu nöbeti tutmamış olmaktır. Dostlar her daim birbirleri içinde olduklarından eş zamanlı bir yaşam şekline sahiptirler. Onlar, birbirlerini buyur ederler; suskun ve geniş yüreklilikle daima… Bir sıcak bakışta giderilir tüm özlemleri ve olması gereken ise sükûn ile ılık soluklara karışan sevinç gözyaşlarıdır.

Hayat suyu, ağır ve derinden akar. Su ağırlaştıkça onu taşıyacak dere yatağı da ağırlaşır. Kıyılar ağır akan geceye rengini veren saçlarını okşarken, onun ürkek sakinliğinde kararsız kalırlar çoğu zaman. Bazen de kocaman bir dere yatağında minnacık bir su akar, ama akan sudur işte. Bu, büyük boşluklar içinde olduğumuzda bir dostun küçük bir selâmının esenliği kadar muteberdir. İşte o zaman tüm sıkıntılar savrulur; en büyük dağın en yüksek doruğunda… Dost, koca bir dağ misâli gibi… Onun yamacında dünyanın en huzurlu insanı olarak en derin uykuya dalınır; her şeyden arınmış olarak… Yeşili tebessüm kabul eden vadiler gibi, güleç bir yüzün karşısında konaklar insan. Sonra keşif amaçlı olmayan bir yürüyüş başlar dağın her yamacında. İzler bulunur geçmişin acılarına ait ve onlar, mutlulukla değiştirilir ânında. Dağın her büklümünde dostluk adına unutulmayan birçok anıya rastlanılır.

Bir dosta sığınmak… Unuttuklarını hatırlatan, özlemlerini yaşatan, heyecanlarını dindiren… Baktığı gözlerin derinliğinde kendini gören, duyduğu sesin tınısında sesini tanıyan ve bundan da öte, yüreği ve rûhundan da emin olunan... En onulmaz zamanda “Sana geliyorum” denildiğinde, niçin ve nedenini sormaksızın “Gel” diyebilen seslerin sahibine ya da sahiplerine sığınılan... Sanırım dünyada en emin sığınak, o dostların sıcaklığından şüphe edilmeyen kollarıdır.

Dostun kimliği önemli olmamalı asla. Irkı, kariyeri, cinsiyeti ve memleketi de… O sadece “insan” olmalı insan! Onun yokluğu, baba ocağının yokluğu gibi hissedilebilmeli. Dostluk, sadece kitaplarda yazıldığı kadar olmamalı. Öyle olmalı ki, hiçbir kalem hiçbir deftere bunu yazabilecek cesareti gösterememeli. Ancak karşılıklı bakışlardan anlaşılmalı dostluğun derecesi ve bu derece yüreklere işlenmeli ilmek ilmek. Dostluk, mizaç örtüşmeleriyle başlayan ve üst üste tepe doğrultusunda rastlaşmış atmalar gibi yüksek pikler oluşturmalı gönül düzlemlerinde. Bu muhabbet akışına bariyer vurmaya çalışmak ise, dost rûhlarda onulmaz acı, yüreğe zulüm ve akla da ziyandır daima.

Hepimiz için çocukluğumuza yön veren simalar ve olaylar vardır. Belki de onlar, o yaşta en derin etkisinde kaldığımız ve farkında olmadan bir ömür taşıdıklarımızdır. Dostluklar da böyledir. Bir farkla ki, kimi taşıdığını bilirsin ama bazen taşınanların çoğu habersiz kalır bu yürüyüşten. Nasıl ki çocukluk çağımızda sırtımızda taşıdıklarımızı unutamıyor ve atamıyorsak, sonraki kazanılmışlıkları da asla unutamayız ve atamayız dostluk adına. Kalıcı olması için yapılması gereken ise, iyiliği hatırlanmayıp bize yapılan beklenmedik bir davranış varsa onu da unutmaktır. Zira dostluklar unutmak için değil, yaşatmak için bir kazanımdır.

Dostluklarda bazen bilmek ve bilinmek yeterli olabilmeli. Onun varlığından haberdar olmak, sesinden onun nasıllarını anlamak, hattâ cümlelerinden onu analiz edebilmek… Olmaz ama varsayalım ki dostumuzu kırdık, ona, buna rağmen gidebilmeli; şartlar ne olursa olsun, pişmanlık ve gururun esiri olunmamalı. Hani bir Hüzzam şarkının, “Pişman olur da bir gün dönersen bana geri/ Gönül kapım açıktır, çalmadan gir içeri” mısralarında olduğu gibi olunmalı. Bilinmeli ki, kapısı çalınmadan girilen dostlukları korumanın bedeli ağır olsa da, bu tarz dostluklar hayatımızda mutlaka ama mutlaka olmalı!  

Pek çoğumuz yaşantımızın muayyen zamanlarında değişik dostluklar ediniriz. Ya da öyle sanırız. Konumumuz gereği çok yoğun bir çevremiz olur, seçmekte zorlanırız çoğu zaman. Bazılarımız bitsin ister bu yoğunluk, bazılarımız ise bunları dost sanarak devamını talep eder hep. Her şey gibi yoğunluk da gün gelir, biter. Yani sel gider, kum kalır. Kalanlar dost, gidenler yüzeysel arkadaşlıklardır. Hayat akan bir su ise, zamanla değişik vadilerden aktığımız da açık bir realitedir. Her kıyı bu akardan ihtiyacı kadar su alır. Bazen de taşlara çarparak aktığımız olur. Her çarpmanın etkisiyle parçalanır, zıt yönde ivme kazanırız. Sesimizden birileri mutlu olurken, biz için için ağlarız. Bu tarz etkileşimleri yok sayamaz, küçümseyemez ve unutamayız da. Zira bu çarpmalar kalıcı deformasyonlar oluşturarak için için erimemize de yol açar. Ulaşacağımız havuzun yürek hacmi dar ise, hiçbir şey beklediğimiz gibi olmaz. Ama biz, dost kapısında beklemenin de onur olduğunu biliriz. Bazen de havuzu dolduramayabiliriz. İşte o zaman “ahde vefâsız” olarak anılırsa adımız, gözyaşımızı içimize akıtırız. Ama asla arka plân yapmayız; iletişimimiz ihtiyaca matuf da olamaz zaten. Aksi durum sevgisiz, özlemsiz ve bütün bütün dostsuz bir hayata iter bizi.

Yitirilen dostluklar da vardır. Yeniden kazanılır mı bilmiyorum, kazanılsa da, kazanılamasa da orada bir dostane paylaşımın olduğu hatırlandıkça yüreklerde ılık bir akış hissedilir hep. Her hatıra ayrı bir huzur verir insana. “Tez geçse de her sevgide bin hatıra vardır” şeklindeki şarkı sözünde olduğu gibi, dostluklarda da bin bir hatıra vardır. Dostlarımızdan uzaklaşıp her türlü iletişime kapatsak kendimizi, yapacağımız tek şey, içimizdeki dostlarımızla konuşmak olacaktır yine. Bu yokluk uzun yıllar sürse ve bir dostun karşısına çıksak âniden, eminim ki, sohbet, daha dün berabermişiz gibi kaldığı yerden devam edecektir. Çünkü paylaşımlar dostça olunca, zaman mefhumu bir anlamda çok etkin olmaz. Bizi kuşatan, dostlukların yakıcılığıdır sadece. Üzerimizde biriken yılların tozu, bir dost bakışın sıcaklığında erir.

Belki de her birimiz, yokluğumuzda birbirimizin gönlüne diktiğimiz çınarlara umarsızca yaslanacağız. O gönülde bu çınarlardan başka kaç çınarın olduğunu da görebileceğiz belki. “Dostumun dostu dostumdur” ilkesi gereği, yeni dostlar kazanacağız sessizce. İşte o zaman kendimizi daha emin hissedeceğiz bir dostun hilâl gibi açmış kucağında!

Sıkıntılarını bir parkın kalabalığında gizlemeye çalışan insanları gördükçe, dostlarımızın varlığından onur duyacağız hep. Bu bir şans mıdır, bir nimet mi? “Şükür” dememiz gereken bir durumdur bu her zaman. Çünkü dostça iletişime sahip olmaktan daha büyük başka bir lütuf var mı, bilmiyorum. Her bir dost ziyaretine gidiş ya da dönüşünde, içimizdeki özlemin sonlanmadığının, bilâkis arttığının da farkında oluruz hep. Yanında özlenecek dostları olunca insanın, ne bahtiyardır, ne mutludur o. Onunla söyleşirken, onunla yazışırken âdeta huzurun göbeğinde raks eder rûhumuz. Kişi bir yere ait olmanın huzurunu içinde hissedebildi mi, ne büyük bir ayrıcalıktır o!

Daraldığında, kapısını çalacağı dostlar için hayatını ortaya koyabilmeli insan. Dost kazanmanın kolay, dost kalmanın zor olduğu günümüzde hedef, kalıcı dostluklar için bitmeyen çaba olmalıdır sadece.