Doruk

Başkasının faydasına işler yapabilmek, hatta kendimizden önce bir başkasını düşünebilmek, ulaşılacak mertebe açısından çok kıymetlidir. Kişinin asıl kalıcı mutluluğu yakalaması ve maneviyatını doyurabilmesi için bu faaliyetlerle iç içe olması önemlidir.

İNSAN, hayatında kaç kez kendini zirvede hisseder? Veya soruyu biraz daha geriye saracak olursak, zirve, bir hayatın neresinde olmalıdır?

Tabiî ki her yaşam için cevabı değişimleri de beraberinde getiren bu suâl, insanı insan yapan temelde tutmaya muktedir değildir.

Hayata geldiğimiz andan itibaren yaşamımızı sürdürür ve bu döngüyü kısırlaştırmamak için elimizden geleni yaparız. Yeni şeylere merak duyar, hatta duygularımızı çoğu zaman doruklarda yaşama eğilimi gösteririz. Hâl böyle olunca, bir önceki güzel duygunun üzerine çıkmak, kişi için işkence seviyesine gelebilmektedir. Hatta sadece olumlu değil, olumsuz duygularda da yarışmak hem kendimize, hem de etrafımıza zarar vermeye başlar. Ayrıca yaşanan şeylere karşı duygusal tatminin gerçekleşmemesinin yanı sıra en büyük sorunlardan biri de kalıcı hisler edinememektir. Dolayısıyla içinde bulunulan durum stabil düzlemden uzaklaştıkça, fert ve toplum hırçınlığını kamçılamakta, sonucunda ise bireylere psikolojik rahatsızlıklara gebe bir hayat sunmaktadır.

İnsan için ilerlemek, çoğu zaman önüne koyduğu hedeflerin gerçekleşmesi ile doğru orantılıdır. Hayatımızın doruk noktalarını belirledikten sonra o noktaya çıkmak için çaba sarf eder ve zirvede yaşayacağımız mutluluğu düşünürüz. İnsan hayatında her zirveyi bir dağ olarak tahayyül edersek, çıkılan dağlar hem kişiyi çok yormakta, hem de her çıkışın ardından gelen inişe direnen kişi için nasıl çıkış bir tırmanış ve efor sarf etme ise, iniş de aynı şekilde tırnakları ile kazıyarak gerçekleşmektedir.

Çok yüksek bir dağdan kazıya kazıya inen insan, düzlüğe değil, dağın içine doğru kazdığı çukura ve kendi kuyularına düşmektedir. Bir sonraki zirveye mecâli kalmayan, hatta kaybolan insanın kurtuluşu, kendi dışındaki hayatların varlığını fark etmesi ile başlayacaktır.

İnsan bir ailenin içine doğar ve bir toplumun üyesi olarak bu dünyadaki yaşamını devam ettirir. Öncelikle çekirdek kısımda başlayan yaşamımız çeşitli vesilelerle genişler ve hayatımıza dâhil olan kişilerle yeniden anlamlanır. Fakat bu süreçler yaşanırken içimize serpilen ben merkezli düşünce tohumları yeşerirse beraberinde depresyon kök vermekte ve felaha ulaşmak zorlaşmaktadır. Sürekli kendini düşünen insanı bu sıkışmışlık içinden infak ve isar düşüncesi kurtarabilmektedir.

Başkasının faydasına işler yapabilmek, hatta kendimizden önce bir başkasını düşünebilmek, ulaşılacak mertebe açısından çok kıymetlidir. Kişinin asıl kalıcı mutluluğu yakalaması ve maneviyatını doyurabilmesi için bu faaliyetlerle iç içe olması önemlidir. Özellikle Batı’da yaygın olan bir uygulama olarak psikolojik destekle beraber vakıf faaliyetlerinin yapılması ve kalıcı iyileşmenin hayır kurumlarıyla doğru orantılı olması da bu düşüncenin bir tezahürüdür.

Hayata doğru attığımız her adım, bizi manevî kalbimize yaklaştırdığı ölçüde mutlu edecek ve bu sürur hâli tüm yaşamımızı kaplayacaktır.

Çıktığımız dağ ne kadar yüksek olursa olsun, bir sis bulutu bütün manzaramızı engelleyebilir; dolayısıyla doruk noktalarımıza ulaşmak kadar önemli olan bir diğer gerçeklik de ulaştığımız andaki hislerimizdir.